English    Türkçe    فارسی   

6
2522-2571

  • آن یکی دو دست بر زانوزنان  ** وآن دگر از وهم واویلی‌کنان 
  • Biri iki eliyle dizlerini dövüyor, öbürü eyvahlar olsun, başımıza gelenler nedir, diye bağırıyordu.
  • از نفیر و فتنه و خوف نکال  ** هر دلی رفته به صد کوی خیال 
  • Herkes, korkudan, gürültüden bir felaket düşünmede, bir başka çeşit düşünceye kapılmada, yüzlerce hayallere düşmedeydi.
  • هر کسی فالی همی‌زد از قیاس  ** تا چه آتش اوفتاد اندر پلاس 
  • Hırkamıza düşen bu ateş nedir, diye herkes aklınca bir şeyler kuruyordu.
  • راه جست و راه دادش شاه زود  ** چون زمین بوسید گفتش هی چه بود  2525
  • Delkak, huzuruna gitmek istedi. Padişah derhal izin verdi. Yeri öpünce padişah “Ne oldu yahu” dedi.
  • هرکه می‌پرسید حالی زان ترش  ** دست بر لب می‌نهاد او که خمش 
  • Kim, o ekşi suratlı adama bir şey sorduysa parmağını ağzına götürüp sus demekteydi.
  • وهم می‌افزود زین فرهنگ او  ** جمله در تشویش گشته دنگ او 
  • Bu hareketinden halkın, vehmi artıyor, herkes derleniyor, şaşırıp kalıyordu.
  • کرد اشارت دلق که ای شاه کرم  ** یک‌دمی بگذار تا من دم زنم 
  • Delkak, padişahın emri üzerine ey kerem sahibi padişahım dedi, bir an dur da nefes alayım.
  • تا که باز آید به من عقلم دمی  ** که فتادم در عجایب عالمی 
  • Aklım başıma gelsin. Çünkü acayip bir âleme düştüm.
  • بعد یک ساعت که شه از وهم و ظن  ** تلخ گشتش هم گلو و هم دهن  2530
  • Bir an geçti ama padişah da vehme, zanna kapıldı. Boğazı da acıdı, ağzının tadı da kaçtı.
  • که ندیده بود دلقک را چنین  ** که ازو خوشتر نبودش هم‌نشین 
  • Çünkü Delkak’ı hiç böyle görmemişti. Ondan daha hoş bir nedimi yoktu.
  • دایما دستان و لاغ افراشتی  ** شاه را او شاد و خندان داشتی 
  • Daima hikâyeler söyler, lâtifeler eder, padişahı sevindirir, güldürürdü.
  • آن چنان خندانش کردی در نشست  ** که گرفتی شه شکم را با دو دست 
  • Huzurda oturdu mu öyle bir güldürürdü ki padişah, kahkaha atarken iki eliyle karnını tutmaya mecbur olurdu.
  • که ز زور خنده خوی کردی تنش  ** رو در افتادی ز خنده کردنش 
  • Kahkahadan terlere batar, yüzüstü yerlere yıkılırdı.
  • باز امروز این چنین زرد و ترش  ** دست بر لب می‌زند کای شه خمش  2535
  • Bu günse yüzü sapsarıydı, suratı asıktı. Parmağını ağzına götürüp sus padişahım diyordu. Bu ne haldi?
  • وهم در وهم و خیال اندر خیال  ** شاه را تا خود چه آید از نکال 
  • Padişah, ne felâket var acaba diye vehimlendikçe vehimleniyor, hayallendikçe hayalleniyordu.
  • که دل شه با غم و پرهیز بود  ** زانک خوارمشاه بس خون‌ریز بود 
  • Harzemşah, pek zâlimdi, pek kan dökücüydü. Padişahın gönlünde o yüzden zaten gam, gussa vardı.
  • بس شهان آن طرف را کشته بود  ** یا به حیله یا به سطوت آن عنود 
  • O taraflardaki birçok padişahları ya hileyle, ya kuvvetle öldürmüş, yok etmişti o inatçı.
  • این شه ترمد ازو در وهم بود  ** وز فن دلقک خود آن وهمش فزود 
  • Tirmiz padişahı da bundan vehimleniyordu zaten. Delkak’ın halinden vehim büsbütün arttı.
  • گفت زوتر بازگو تا حال چیست  ** این چنین آشوب و شور تو ز کیست  2540
  • Dedi ki: çabuk söyle, ne var? Kimden bu derece perişan oldun?
  • گفت من در ده شنیدم آنک شاه  ** زد منادی بر سر هر شاه‌راه 
  • Delkak cevap verdi: Köyde duydum ki padişah, her ana caddenin başında bir tellal bağırtmış.
  • که کسی خواهم که تازد در سه روز  ** تا سمرقند و دهم او را کنوز 
  • Üç günde Semerkant’a kadar gidecek adama hazineler bağışlatacağım demiş.
  • من شتابیدم بر تو بهر آن  ** تا بگویم که ندارم آن توان 
  • Koşa, koşa aceleyle geldim ki ben de o kudret olmadığını söyleyeyim.
  • این چنین چستی نیاید از چو من  ** باری این اومید را بر من متن 
  • Benden böyle çeviklik gelmez. Hiç olmazsa bunu benden umma!
  • گفت شه لعنت برین زودیت باد  ** که دو صد تشویش در شهر اوفتاد  2545
  • Padişah hay canına lânet olsun dedi, şehre yüzlerce korku saldın.
  • از برای این قدر خام‌ریش  ** آتش افکندی درین مرج و حشیش 
  • A ham herif, bu kadar şey için ota da ateş saldın, otlağa da.
  • هم‌چو این خامان با طبل و علم  ** که الاقانیم در فقر و عدم 
  • Şu davullu, bayraklı hamlar da, biz yokluk yurdundan haberciyiz diye bağırıp dururlar ya!
  • لاف شیخی در جهان انداخته  ** خویشتن را بایزیدی ساخته 
  • Hepsi dünyaya bir şeyhlik lâfıdır atmış, kendisini Beyazıd yerine koymuştur.
  • هم ز خود سالک شده واصل شده  ** محفلی واکرده در دعوی‌کده 
  • Kendi kendine yola girmiş, kendi kendine ulaşmış; bir dava yurdunda meclis kurmuştur.
  • خانه‌ی داماد پرآشوب و شر  ** قوم دختر را نبوده زین خبر  2550
  • Kendi kendisine gelin güvey olan gibi. Kız tarafını hiç bundan haberi yokken güvey evi birbirine girer.
  • ولوله که کار نیمی راست شد  ** شرطهایی که ز سوی ماست شد 
  • İş yarıdan yarıya düzeldi, biz, bize gereken şartları yerine getirdik.
  • خانه‌ها را روفتیم آراستیم  ** زین هوس سرمست و خوش برخاستیم 
  • Evleri süpürdük, bezedik. Bu hevesle âdeta sarhoş olduk, bu işe hoş bir surette giriştik der.
  • زان طرف آمد یکی پیغام نی  ** مرغی آمد این طرف زان بام نی 
  • Fakat o taraftan bir haber geldi mi hayır. O damdan bir kuş uçup bu yana ulaştı mı? Hayır!
  • زین رسالات مزید اندر مزید  ** یک جوابی زان حوالیتان رسید 
  • Bu birbiri üstüne ulanan elçilikler, bu gürültü patırtı üzerine o taraftan size bir cevap geldi mi? Ne gezer?
  • نی ولیکن یار ما زین آگهست  ** زانک از دل سوی دل لا بد رهست  2555
  • Gelmedi ama sevgilimiz biliyor ya. Mutlaka gönülden gönle yol vardır derler.
  • پس از آن یاری که اومید شماست  ** از جواب نامه ره خالی چراست 
  • Peki ama umduğumuz sevgiliden niye mektubumuza cevap gelmedi, niye yol bomboş öyleyse?
  • صد نشانست از سرار و از جهار  ** لیک بس کن پرده زین در بر مدار 
  • Gizli aşikâr yüzlerce nişane var, fakat yeter, bu kapının perdesini bundan fazla açma.
  • باز رو تا قصه‌ی آن دلق گول  ** که بلا بر خویش آورد از فضول 
  • Sen yine, zevzekliğinden kendi kendisini derde atan o ahmak Delkak’ın hikâyesini söyle.
  • پس وزیرش گفت ای حق را ستن  ** بشنو از بنده‌ی کمینه یک سخن 
  • Vezir dedi ki: Ey doğruya bir direk, bir dayak olan padişahım! Şu aşağılık kul bir söz söyleyecek, onu lûtfen dinle.
  • دلقک از ده بهر کاری آمدست  ** رای او گشت و پشیمانش شدست  2560
  • Delkak, köyden bir iş için geldi. Bir şey söyleyecekti. Şimdi vazgeçti, pişman oldu.
  • ز آب و روغن کهنه را نو می‌کند  ** او به مسخرگی برون‌شو می‌کند 
  • Yağdan, baldan bahsetmede, söyleyeceğini gizlemede, maskaralıkla bu işten kurtulmaya savaşmada.
  • غمد را بنمود و پنهان کرد تیغ  ** باید افشردن مرورا بی‌دریغ 
  • Kını gösteriyor, kılıcı gizliyor. Onu acımadan sıkıştırmak gerek.
  • پسته را یا جوز را تا نشکنی  ** نی نماید دل نی بدهد روغنی 
  • Fıstığı, yahut cevizi kırmadıkça ne içi meydana çıkar, ne ondan bir yağ çıkarılır.
  • مشنو این دفع وی و فرهنگ او  ** در نگر در ارتعاش و رنگ او 
  • Onun bu saçma sözlerini, bu maskaralığını dinleme de titreyişine, yüzünün rengine bak.
  • گفت حق سیماهم فی وجههم  ** زانک غمازست سیما و منم  2565
  • Tanrı, “Niyetleri yüzlerine görünüp durur” dedi. Çünkü yüz içteki sırrı söyler, açığa vurur.
  • این معاین هست ضد آن خبر  ** که بشر به سرشته آمد این بشر 
  • Bu görünen şey, duyulan sözün zıddıdır. Çünkü insan şerle yoğrulmuştur.
  • گفت دلقک با فغان و با خروش  ** صاحبا در خون این مسکین مکوش 
  • Delkak, feryat ve figan ederek, coşup köpürerek vezir dedi, bu yoksulun kanına girmeye kalkışma.
  • بس گمان و وهم آید در ضمیر  ** کان نباشد حق و صادق ای امیر 
  • Gönle nice şüpheler, vehimler gelir ki doğru ve yerinde değildir.
  • ان بعض الظن اثم است ای وزیر  ** نیست استم راست خاصه بر فقیر 
  • “Şüphe yok ki şüphenin bazısı suçtur, günahtır.” Sitem, hele yoksula olursa hiç doğru değildir.
  • شه نگیرد آنک می‌رنجاندش  ** از چه گیرد آنک می‌خنداندش  2570
  • Padişah kendisini inciten kişiye bile kötülük etmezken nasıl olur da onu güldürene kötülük eder?
  • گفت صاحب پیش شه جاگیر شد  ** کاشف این مکر و این تزویر شد 
  • Fakat vezirin sözü, padişahın gönlüne yer etmişti.