English    Türkçe    فارسی   

6
2811-2860

  • شد صفیر باز جان در مرج دین  ** نعره‌های لا احب الافلین 
  • Din çayırında can doğanının ıslığı “Ben batan şeyleri sevmem” nâraları olur.
  • باز دل را که پی تو می‌پرید  ** از عطای بی‌حدت چشمی رسید 
  • Senin izinden uçup duran gönül doğanı da sayısız ihsanlarla uğradı, gözün, bir kerecik ona düştü.
  • یافت بینی بوی و گوش از تو سماع  ** هر حسی را قسمتی آمد مشاع 
  • Burnu bir koku aldı, kulağı senin nağmelerini duydu. Her duygusu, muayyen olamayan nasipler elde etti.
  • هر حسی را چون دهی ره سوی غیب  ** نبود آن حس را فتور مرگ و شیب 
  • Sen, hangi duyguya gayb âleminin yolunu açarsan o duygu, artık eskimez, yıpranmaz, ölmez.
  • مالک الملکی به حس چیزی دهی  ** تا که بر حس‌ها کند آن حس شهی  2815
  • Mülk senindir. Duyguya bir şey ihsan edersin; o duygu, öbür duygulara padişahlık eder.
  • حکایت شب دزدان کی سلطان محمود شب در میان ایشان افتاد کی من یکی‌ام از شما و بر احوال ایشان مطلع شدن الی آخره 
  • Sultan Mahmud’un bir gece, hırsızların arasına düşerek “ Ben de sizlerdenim “ demesi ve onların hallerini anlaması
  • شب چو شه محمود برمی‌گشت فرد  ** با گروهی قوم دزدان باز خورد 
  • Sultan Mahmut, bir gece yalnız başına şehri dolaşırken bir bölük hırsıza rastladı.
  • پس بگفتندش کیی ای بوالوفا  ** گفت شه من هم یکی‌ام از شما 
  • Hırsızlar ey vefalı adam dediler, sen kimsin? Sultan Mahmut, ben de sizlerden biriyim diye cevap verdi.
  • آن یکی گفت ای گروه مکر کیش  ** تا بگوید هر یکی فرهنگ خویش 
  • Hırsızların biri, ey daima hileye düzene baş vuranlar, hadi bakalım,her birimiz hünerini söylesin.
  • تا بگوید با حریفان در سمر  ** کو چه دارد در جبلت از هنر 
  • Yaratılışta ne hüner ne marifet var? Şu gece vakti arkadaşlarına anlatsın dedi.
  • آن یکی گفت ای گروه فن‌فروش  ** هست خاصیت مرا اندر دو گوش  2820
  • Birisi dedi ki: Ey hünerini göstermeye kalkışan kavim, benim kulaklarımda bir hassa vardır.
  • که بدانم سگ چه می‌گوید به بانگ  ** قوم گفتندش ز دیناری دو دانگ 
  • Köpek havladı mı, ne diyor, anlarım. Öbürleri, bu iki metelik eder ancak dediler.
  • آن دگر گفت ای گروه زرپرست  ** جمله خاصیت مرا چشم اندرست 
  • Bir başkası ey altına tapanlar, benim bütün hassam gözümdedir.
  • هر که را شب بینم اندر قیروان  ** روز بشناسم من او را بی‌گمان 
  • Geceleyin karanlıkta kimi görsem, hiç şüphe yok, onu gündüz tanırım dedi.
  • گفت یک خاصیتم در بازو است  ** که زنم من نقبها با زور دست 
  • Başka biri, benim hünerim kolumdadır. Kolumun kuvvetiyle duvarları delerim dedi.
  • گفت یک خاصیتم در بینی است  ** کار من در خاکها بوبینی است  2825
  • Başka biri dedi ki: Benim marifetim burnumda. İşim, toprakları koklamaktır.
  • سرالناس معادن داد دست  ** که رسول آن را پی چه گفته است 
  • “İnsanlar madenlere benzerler” sırrına ermişim. Peygamber, onu ne için söylemişti.
  • من ز خاک تن بدانم کاندر آن  ** چند نقدست و چه دارد او ز کان 
  • Ben, toprağın bedeninde ne kadar para var, ne madeni gizli anlarım.
  • در یکی کان زر بی‌اندازه درج  ** وان دگر دخلش بود کمتر ز خرج 
  • Bir yerde sayısız altın gizli, öbür tarafın masrafı, gelirinden fazla meselâ, derhal bilirim.
  • هم‌چو مجنون بو کنم من خاک را  ** خاک لیلی را بیابم بی‌خطا 
  • Mecnun gibi toprağı koklarım, yanılmaksızın Leylâ’nın bulunduğu toprağı bulurum.
  • بو کنم دانم ز هر پیراهنی  ** گر بود یوسف و گر آهرمنی  2830
  • Her gömleği koklar, içinde Yusuf mu var, şeytan mı anlarım.
  • هم‌چو احمد که برد بو از یمن  ** زان نصیبی یافت این بینی من 
  • Ahmet gibi hani. O da Yemen’den koku alırdı ya. Benim de şu burnum, o nasibe erişmiştir işte.
  • که کدامین خاک همسایه‌ی زرست  ** یا کدامین خاک صفر و ابترست 
  • Hangi toprak altına komşu, hangisi sıfırdan ibaret. Beş para etmez? Bu, bana malûm olur.
  • گفت یک نک خاصیت در پنجه‌ام  ** که کمندی افکنم طول علم 
  • Bir başkası da benim hünerim de dedi, elimdedir. Dağ tepesine kadar kement atarım.
  • هم‌چو احمد که کمند انداخت جانش  ** تا کمندش برد سوی آسمانش 
  • Ahmet gibi... Onun canı da bir kement attı, kemendi ta göğe ulaştı.
  • گفت حقش ای کمندانداز بیت  ** آن ز من دان ما رمیت اذ رمیت  2835
  • Tanrı dedi ki: Ey gökyüzündeki Beyt-i Mâmur’a kement atan, atışı benden bil. “Attığın vakit sen atmadın ben attım”
  • پس بپرسیدند زان شه کای سند  ** مر ترا خاصیت اندر چه بود 
  • Nihayet dediler ki: Ey yüce ve vefalı dost, sen de söyle. Senin ne hünerin ne marifetin var?
  • گفت در ریشم بود خاصیتم  ** که رهانم مجرمان را از نقم 
  • Sultan Mahmut dedi ki: Benim hünerim sakalımdadır. Onunla suçluları cezadan eziyetten kurtarırım.
  • مجرمان را چون به جلادان دهند  ** چون بجنبد ریش من زیشان رهند 
  • Suçluları cellâtlara verdiler mi, sakalım oynayınca onlar kurtuluverirler.
  • چون بجنبانم به رحمت ریش را  ** طی کنند آن قتل و آن تشویش را 
  • Acıyıp sakalımı oynattım mı öldürülmeden de kurtulurlar, dertten de, elemden de.
  • قوم گفتندش که قطب ما توی  ** که خلاص روز محنتمان شوی  2840
  • Hırsızlar, bu sözü duyunca kutbumuz sensin dediler; minnet gününde kurtuluşumuz senden olacak.
  • بعد از آن جمله به هم بیرون شدند ** سوی قصرآن شه میمون شدند
  • چون سگی بانگی بزد از سوی راست  ** گفت می‌گوید که سلطان با شماست 
  • Bu sırada sağ taraftan bir köpek havladı. Köpek sesinden anlayan, köpek diyor ki dedi, padişah sizinle beraber.
  • خاک بو کرد آن دگر از ربوه‌ای  ** گفت این هست از وثاق بیوه‌ای 
  • Kokudan anlayan bir yandaki toprağı kokladı, bu dedi, bir dul kadının odasının toprağı.
  • پس کمند انداخت استاد کمند  ** تا شدند آن سوی دیوار بلند 
  • Kement atan, kemendini attı, yüksek bir duvara ulaştılar.
  • جای دیگر خاک را چون بوی کرد  ** گفت خاک مخزن شاهیست فرد  2845
  • Koku alan bir başka yeri kokladı, dedi ki: O eşsiz padişahın hazinesi burada.
  • نقب‌زن زد نقب در مخزن رسید  ** هر یکی از مخزن اسبابی کشید 
  • Delik delen, duvarı deldi, hazineye girdiler. Her biri bir şeyler aldı.
  • بس زر و زربفت و گوهرهای زفت  ** قوم بردند و نهان کردند تفت 
  • Bir hayli altın sırmalarla bezenmiş kumaş, ağır mücevherler alıp hemen gizlediler.
  • شه معین دید منزل‌گاهشان  ** حلیه و نام و پناه و راهشان 
  • Padişah konakladıkları yeri, şekillerini, adlarını, yollarını iyice öğrendi.
  • خویش را دزدید ازیشان بازگشت  ** روز در دیوان بگفت آن سرگذشت 
  • Onlardan gizlenip geri döndü. Sabahleyin divanda bu macerayı anlattı.
  • پس روان گشتند سرهنگان مست  ** تا که دزدان را گرفتند و ببست  2850
  • Hemen yiğit çavuşlar yolladılar. Hırsızları tutup bağladılar.
  • دست‌بسته سوی دیوان آمدند  ** وز نهیب جان خود لرزان شدند 
  • Hepsini eli bağlı olarak divana getirdiler. Can korkusu ile tir tir titriyorlardı.
  • چونک استادند پیش تخت شاه  ** یار شبشان بود آن شاه چو ماه 
  • Padişahın huzurunda durdular. O ay gibi parlayan padişah, geceleyin kendileri ile arkadaşlık eden adamdı.
  • آنک چشمش شب بهرکه انداختی  ** روز دیدی بی شکش بشناختی 
  • Geceleyin kimi görse gündüz şüphesiz bir surette tanıyan,
  • شاه را بر تخت دید و گفت این  ** بود با ما دوش شب‌گرد و قرین 
  • Padişahı tahtında görünce bu adam dedi, geceleyin bizimle arkadaşlık eden adamdır.
  • آنک چندین خاصیت در ریش اوست  ** این گرفت ما هم از تفتیش اوست  2855
  • Sakalında o kadar hüner, marifet vardı ya hani; bu tutulmamızda yine ondan oldu.
  • عارف شه بود چشمش لاجرم  ** بر گشاد از معرفت لب با حشم 
  • Gözü, padişahı tanımış olduğundan bu tanışıklıkla ağzını açtı, tesirli bir suretle söze başladı;
  • گفت و هو معکم این شاه بود  ** فعل ما می‌دید و سرمان می‌شنود 
  • Dedi ki: “Nerede olursanız olun, o sizinledir” dedikleri bu padişah işte. Bizim yaptığımızı görüyor, sırrımızı duyuyordu.
  • چشم من ره برد شب شه را شناخت  ** جمله شب با روی ماهش عشق باخت 
  • Gözüm, geceleyin padişahı tanıdı; Bütün gece onun ay gibi yüzü ile aşk oyununa girişti.
  • امت خود را بخواهم من ازو  ** کو نگرداند ز عارف هیچ رو 
  • Ben, ondan ümmetimi dileyecek, şefaatte bulunacağım. O, hiçbir âriften yüz çevirmez.
  • چشم عارف دان امان هر دو کون  ** که بدو یابید هر بهرام عون  2860
  • Bil ki ârifin gözü, iki âlemde de insana aman verir. Herkes, onunla yardıma nail olur.