- 
		   تا مگر این از دلش بیرون کنم  ** تو تماشا کن که دفعش چون کنم    285
- Bu suretle belki gönlünden o sevdayı çıkarırız. Sen hele bir hoşça bak, ben nasıl onu bu işten vazgeçiririm?
- 
		    تو دلش خوش کن بگو میدان درست  ** که حقیقت دختر ما جفت تست 
- Sen gönlünü hoş tut,bunu iyice bil ki kızımız, hakikaten de senin eşindir.
- 
		    ما ندانستیم ای خوش مشتری  ** چونک دانستیم تو اولیتری 
- A güzel müşteri, evvelce bunu bilmiyorduk, mademki bildik, elbette kızımıza daha lâyıksın sen.
- 
		    آتش ما هم درین کانون ما  ** لیلی آن ما و تو مجنون ما 
- Ateşimiz, kendi mangalımızda; Leylâ, bizim Leylâ’mız, Mecnunumuz da sen, de
- 
		    تا خیال و فکر خوش بر وی زند  ** فکر شیرین مرد را فربه کند 
- İyice bir hayale, bir düşünceye düşsün. İyi düşünce insanı semirtir.
- 
		   جانور فربه شود لیک از علف  ** آدمی فربه ز عزست و شرف    290
- Hayvan,otla semirir,insan da yücelikle,şerefle gelişir.
- 
		    آدمی فربه شود از راه گوش  ** جانور فربه شود از حلق و نوش 
- İnsan kulağından gelişir, duya duya canlanır. Hayvansa boğazından, yemesinden, içmesinden gelişir.
- 
		    گفت آن خاتون ازین ننگ مهین  ** خود دهانم کی بجنبد اندرین 
- Kadın, “Böyle bir arlanılacak sözü, ağzım nasıl varır da söyler?
- 
		    این چنین ژاژی چه خایم بهر او  ** گو بمیر آن خاین ابلیسخو 
- Onun için böyle abes bir sözü nasıl geveleyebilirim? Gebersin o şeytan huylu hain” dedi.
- 
		    گفت خواجه نی مترس و دم دهش  ** تا رود علت ازو زین لطف خوش 
- Adam, hayır dedi, korkma. Sen böyle söyle de onun hastalığı geçsin, bu lütuf yüzünden iyileşsin.
- 
		   دفع او را دلبرا بر من نویس  ** هل که صحت یابد آن باریکریس    295
- Ondan sonra sevgilim onun derdini gidermeyi bana bırak sen. Yalnız o ince eleyip sık dokuyan bir kere iyileşsin.
- 
		    چون بگفت آن خسته را خاتون چنین  ** مینگنجید از تبختر بر زمین 
- Kadın, o hasta köleye böyle söyleyince öyle ferahladı, öyle kabardı o köle ki âdeta yeryüzüne sığamaz oldu.
- 
		    زفت گشت و فربه و سرخ و شکفت  ** چون گل سرخ هزاران شکر گفت 
- Semirdi, gelişti, benzine kan geldi, kırmızı güle döndü, binlerce şükürler etti.
- 
		    که گهی میگفت ای خاتون من  ** که مبادا باشد این دستان و فن 
- Bazen de, hanımcığım, diyordu, sakın bu bir düzen olmasın!
- 
		    خواجه جمعیت بکرد و دعوتی  ** که همیسازم فرج را وصلتی 
- Efendi, Ferec’i evlendiriyorum diye bir dâvet yaptı, eşini dostunu çağırdı.
- 
		   تا جماعت عشوه میدادند و گان  ** که ای فرج بادت مبارک اتصال    300
- Gelenler de “Ferec, kutlu olsun” diye onu kandırmaktaydılar.
- 
		    تا یقینتر شد فرج را آن سخن  ** علت از وی رفت کل از بیخ و بن 
- Ferec, bu sözleri duyunca artık kızı alacağına iyice inandı. Büsbütün iyileşti, hastalığı kökünden geçti gitti.
- 
		    بعد از آن اندر شب گردک به فن  ** امردی را بست حنی همچو زن 
- Ondan sonra gerdek gecesi bir oğlanı kadın kılığına soktular.
- 
		    پر نگارش کرد ساعد چون عروس  ** پس نمودش ماکیان دادش خروس 
- Elini, bileğini gelinler gibi kınaladılar. Âdeta ona tavuk gösterip horoz verdiler.
- 
		    مقنعه و حلهی عروسان نکو  ** کنگ امرد را بپوشانید او 
- Başını bağladılar, gelinler gibi elbiseler giydirdiler, gürbüz oğlanı kadın kıyafetine sokup koyverdiler.
- 
		   شمع را هنگام خلوت زود کشت  ** ماند هندو با چنان کنگ درشت    305
- Efendi halvet zamanı derhal mumu üfledi. Hintli köle öyle güçlü kuvvetli bir oğlanla yalnız kaldı.
- 
		    هندوک فریاد میکرد و فغان  ** از برون نشنید کس از دفزنان 
- Oğlan, köleye saldırınca Hintlicik, feryada başladı ama dışarıdaki def gürültüsünden sesini kimse duymuyordu ki.
- 
		    ضرب دف و کف و نعرهی مرد و زن  ** کرد پنهان نعرهی آن نعرهزن 
- Def çalması, el çırpması, kadın ve erkeğin naraları, onun sesini boğuyordu.
- 
		    تا به روز آن هندوک را میفشارد  ** چون بود در پیش سگ انبان آرد 
- Oğlan, sabaha kadar o Hintli köleceğizi berbat edip durdu. Köle, âdeta köpeğin önündeki un torbasına döndü.
- 
		    زود آوردند طاس و بوغ زفت  ** رسم دامادان فرج حمام رفت 
- Sabahleyin tas ve büyük bir bohça getirdiler. Ferec damatlar gibi güvey hamamına gitti.
- 
		   رفت در حمام او رنجور جان  ** کون دریده همچو دلق تونیان    310
- Gitti ama bitkin bir haldeydi. Ardı, külhancıların yırtık peştamalına dönmüştü.
- 
		    آمد از حمام در گردک فسوس  ** پیش او بنشست دختر چون عروس 
- Zavallı hamamdan dönünce efendinin kızı, gelin gibi odaya geçip oturdu.
- 
		    مادرش آنجا نشسته پاسبان  ** که نباید کو کند روز امتحان 
- Anası, köle, kızı gündüzün sınamaya kalkmasın diye oracıkta beklemekteydi.
- 
		    ساعتی در وی نظر کرد از عناد  ** آنگهان با هر دو دستش ده بداد 
- Köle, bir müddet kinle kıza baktı da sonra ellerinin on parmağını da ona doğru sallayıp dedi ki: 
- 
		    گفت کس را خود مبادا اتصال  ** با چو تو ناخوش عروس بدفعال 
- Dilerim kimse seninle buluşmasın, senin gibi kötü ve pis bir geline düşmesin.
- 
		   روز رویت روی خاتونان تر  ** کیر زشتت شب بتر از کیر خر    315
- Gündüzün yüzün, kadınlar gibi ter-ü taze, geceleyin çirkin aletin, eşek aletinden beter.
- 
		    همچنان جمله نعیم این جهان  ** بس خوشست از دور پیش از امتحان 
- İşte şu âlemin bütün nimetleri, uzaktan pek hoştur ama yaklaştı mı sınamadan ibarettir.
- 
		    مینماید در نظر از دور آب  ** چون روی نزدیک باشد آن سراب 
- Uzaktan su görünür ,yanına vardın mı görürsün ki serapmış.
- 
		    گنده پیرست او و از بس چاپلوس  ** خویش را جلوه کند چون نو عروس 
- O kokmuş bir kocakarıdır ama çok cilvelidir, kendisini yeni bir gelin gibi gösterir.
- 
		    هین مشو مغرور آن گلگونهاش  ** نوش نیشآلودهی او را مچش 
- Sakın onun yüzündeki boyaya aldanma; aman, onun zehirle karışık şerbetini tatmaya kalkışma.
- 
		   صبر کن کالصبر مفتاح الفرج  ** تا نیفتی چون فرج در صد حرج    320
- Sabret, sabır sıkıntının anahtarıdır; sabret de Ferec gibi yüzlerce zahmete, mihnete düşme.
- 
		    آشکارا دانه پنهان دام او  ** خوش نماید ز اولت انعام او 
- Tanesi meydandadır da tuzağı gizlidir. Önce onun sana nimet verişi hoş görünür ama sonu öyle değil!
- 
		  در بیان آنک این غرور تنها آن هندو را نبود بلک هر آدمیی به چنین غرور مبتلاست در هر مرحلهای الا من عصم الله 
- Bu aldanış,yalnız o Hintli köleye ait değildir. Allah’nın koruduğu kişiden başka herkes,böyle bir aldanışa uğrar.
- 
		    چون بپیوستی بدان ای زینهار  ** چند نالی در ندامت زار زار 
- Ona ulaştın mı eyvahlar olsun sana. Nedamete düşer, ne kadar zarı zarı ağlarsın.
- 
		    نام میری و وزیری و شهی  ** در نهانش مرگ و درد و جاندهی 
- Fakat beylik, vezirlik ve padişahlık adı, hakikatte ölümdür, derttir, can vermedir.
- 
		    بنده باش و بر زمین رو چون سمند  ** چون جنازه نه که بر گردن برند 
- Kul ol da yeryüzünde at gibi yürü. Cenaze gibi kimsenin boynuna binme.
- 
		   جمله را حمال خود خواهد کفور  ** چون سوار مرده آرندش به گور    325
- Allah nimetine küfranda bulunan, ister ki herkes, kendisini yüklesin de ölüyü mezara götürür gibi götürsünler.
- 
		    بر جنازه هر که را بینی به خواب  ** فارس منصب شود عالی رکاب 
- Rüyada kimi tabuta binmiş, götürülüyor görürsen yüce mertebeli büyük mevkili bir adam olur.
- 
		    زانک آن تابوت بر خلقست بار  ** بار بر خلقان فکندند این کبار 
- Çünkü o tabut, halkın boynuna bir yüktür. Bu büyükler de halkın boynuna yük korlar, yük olurlar.
- 
		    بار خود بر کس منه بر خویش نه  ** سروری را کم طلب درویش به 
- Yükünü herkese yükleme, kendine yükle. Baş olmayı az iste, yoksulluk daha iyidir.
- 
		    مرکب اعناق مردم را مپا  ** تا نیاید نقرست اندر دو پا 
- Halkın boynuna binme de ayaklarına nikris illeti gelmesin.
- 
		   مرکبی را که آخرش تو ده دهی  ** که به شهری مانی و ویراندهی    330
- Sonunda iki elinle bu biniciliğin alnını karışlarsın, fakat şimdi bir şehre benzemedesin. Şehre benziyorsun ama hakikatte bir yıkık köysün sen!
- 
		    ده دهش اکنون که چون شهرت نمود  ** تا نباید رخت در ویران گشود 
- Şimdi bir şehir görünürken varlığından bez de pılını pırtını yıkık yerde çözme.
- 
		    ده دهش اکنون که صد بستانت هست  ** تا نگردی عاجز و ویرانپرست 
- Şimdi yüzlerce bağa, bahçeye sahipken vazgeç varlıktan da âciz ve yıkık yere tapar bir hale gelmeyesin.
- 
		    گفت پیغامبر که جنت از اله  ** گر همیخواهی ز کس چیزی مخواه 
- Peygamber, Allah’dan cenneti istiyorsan kimseden bir şey isteme.
- 
		    چون نخواهی من کفیلم مر ترا  ** جنت الماوی و دیدار خدا 
- Kimseden bir şey istemezsen ben kefilim, cennete de girersin, Allahya da ulaşırsın dedi.