English    Türkçe    فارسی   

6
2894-2943

  • بعد تو مرگیست با درد و نکال  ** خاصه بعدی که بود بعد الوصال 
  • Senden uzaklaşmak, dertli, veballi bir ölümdür. Hele bu ayrılık, bu uzaklaşma, buluştuktan sonra olursa!
  • آنک دیدستت مکن نادیده‌اش  ** آب زن بر سبزه‌ی بالیده‌اش  2895
  • Seni göreni gözsüz bırakma, ondan gizlenme. Bitmiş, boy atmış yeşilliğine su serp.
  • من نکردم لا ابالی در روش  ** تو مکن هم لاابالی در خلش 
  • Ben, yürüyüşte küstahlık etmedim, sen de ceza ve cefada aldırmazlıktan gelme.
  • هین مران از روی خود او را بعید  ** آنک او یک‌باره آن روی تو دید 
  • Yüzünü göreni, lûtfet, cemalinden uzaklaştırma.
  • دید روی جز تو شد غل گلو  ** کل شیء ما سوی الله باطل 
  • Senden başkasının yüzünü görmek, boğaza takılan bir zincirdir. “Tanrı’dan başka her şey bâtıldır, asılsızdır.”
  • باطل‌اند و می‌نمایندم رشد  ** زانک باطل باطلان را می‌کشد 
  • Bâtıldırlar ama bana hak görünmedeler. Çünkü bâtıl, bâtılları çeker.
  • ذره ذره کاندرین ارض و سماست  ** جنس خود را هر یکی چون کهرباست  2900
  • Yeryüzünde, gökyüzünde ne varsa hepsi de zerre zerre kehlibar gibi kendi cinsini çekmededir.
  • معده نان را می‌کشد تا مستقر  ** می‌کشد مر آب را تف جگر 
  • Mide, ta dibine kadar ekmeği çekmededir, ciğerdeki hararet, suyu.
  • چشم جذاب بتان زین کویها  ** مغز جویان از گلستان بویها 
  • Güzellerin çekici gözleri de buralarda döner, dolaşır, gül bahçelerindeki kokuları arar durur.
  • زانک حس چشم آمد رنگ کش  ** مغز و بینی می‌کشد بوهای خوش 
  • Çünkü gözün duygusu, rengi çeker; beyin ve burun, güzel kokuları.
  • زین کششها ای خدای رازدان  ** تو به جذب لطف خودمان ده امان 
  • Bu çekilişleri de sırları bilen Tanrı’dan bil. Sen, kendi çekişinle bizi buralardan kurtar Yarabbi!
  • غالبی بر جاذبان ای مشتری  ** شاید ار درماندگان را وا خری  2905
  • Ey müşterimiz olan Tanrı, sen bu çekicilerden üstünsün. Âcizleri satın alırsan değer, yaraşır.
  • رو به شه آورد چون تشنه به ابر  ** آنک بود اندر شب قدر آن بدر 
  • Kadir gecesi, o dolunayı tanıyan, susuz kişinin buluta yüz çevirmesi gibi yüzünü padişaha döndürdü.
  • چون لسان وجان او بود آن او  ** آن او با او بود گستاخ‌گو 
  • Dili de onundu zaten, canı da. Onun olan, ona küstahça söz söylese ne çıkar?
  • گفت ما گشتیم چون جان بند طین  ** آفتاب جان توی در یوم دین 
  • Dedi ki: Biz can gibi balçığa kakılıp kaldık. Kıyamet gününde can güneşi sensin.
  • وقت آن شد ای شه مکتوم‌سیر  ** کز کرم ریشی بجنبانی به خیر 
  • Ey gizlice yürüyen padişah, vakti geldi... Kerem et, hayırlısı ile bir sakalını oynat.
  • هر یکی خاصیت خود را نمود  ** آن هنرها جمله بدبختی فزود  2910
  • Her birimiz hünerimizi gösterdik, fakat o hünerler, ancak bahtsızlığımızı arttırdı.
  • آن هنرها گردن ما را ببست  ** زان مناصب سرنگوساریم و پست 
  • O marifetler, boynumuzu bağladı, o mevkiler yüzünden baş aşağı düştük, alçaldık.
  • آن هنر فی جیدنا حبل مسد  ** روز مردن نیست زان فنها مدد 
  • O hünerler, boynumuza bağlanmış bir hurma lifi oldu. Ölüm günü, onların hiç birinden fayda yok.
  • جز همان خاصیت آن خوش‌حواس  ** که به شب بد چشم او سلطان‌شناس 
  • Ancak geceleyin gözü padişahı tanıyanın o güzel duygusu işe yarar.
  • آن هنرها جمله غول راه بود  ** غیر چشمی کو ز شه آگاه بود 
  • O marifetlerin hepsi yolda görünen adamın yolunu şaşırtan gulyabanidir. Yalnız geceleyin padişahın yüzünü gören göz başka.
  • شاه را شرم از وی آمد روز بار  ** که به شب بر روی شه بودش نظار  2915
  • Padişah, hüküm gününde yalnız geceleyin yüzünü gören, kendisini tanıyan adamdan hayâ eder.
  • وان سگ آگاه از شاه وداد  ** خود سگ کهفش لقب باید نهاد 
  • Muhabbet padişahını tanıyan köpeğe de Ashabı Kehf’in köpeği adını takmalıdır.
  • خاصیت در گوش هم نیکو بود  ** کو به بانگ سگ ز شیر آگه شود 
  • Köpeğin sesini anlayıp aslandan haber alan bir kulağa sahip bulunan kişinin hüneri de, iyi bir hüner.
  • سگ چو بیدارست شب چون پاسبان  ** بی‌خبر نبود ز شبخیز شهان 
  • Köpek, geceleri bekçiler gibi uyanık olduğundan padişahın geceleri uyanık olan kullarından da bihaber değildir.
  • هین ز بدنامان نباید ننگ داشت  ** هوش بر اسرارشان باید گماشت 
  • Adı kötüye çıkanlardan utanmaya lüzum yok. Onların sırlarını anlamak gerek.
  • هر که او یک‌بار خود بدنام شد  ** خود نباید نام جست و خام شد  2920
  • Adı tamamı ile kötüye çıkana gelince artık onun hamlıkta bulunup iyi bir ad san aramaya kalkışmasına hiç lüzum yok.
  • ای بسا زر که سیه‌تابش کنند  ** تا شود آمن ز تاراج و گزند 
  • Nice altın vardır ki yağma edilmekten, zarara uğramaktan kurtarmak için üstünü karartırlar.
  • قصه‌ی آنک گاو بحری گوهر کاویان از قعر دریا بر آورد شب بر ساحل دریا نهد در درخش و تاب آن می‌چرد بازرگان از کمین برون آید چون گاو از گوهر دورتر رفته باشد بازرگان به لجم و گل تیره گوهر را بپوشاند و بر درخت گریزد الی آخر القصه و التقریب 
  • Susığırı, denizin dibinden şımşırak taşını çıkarıp deniz kıyısına kor, onun ışığıyla otlar.Bir tâcir, pusudan çıkar, sığır, taştan çok uzaklaşmış bulunduğundan o taşı balçıkla örter,kendisi de ağaçlığa gizlenir.
  • گاو آبی گوهر از بحر آورد  ** بنهد اندر مرج و گردش می‌چرد 
  • Susığırı, denizden bir mücevher çıkarır, onu kıyıya koyar, ışığı ile etrafını görür, otlamaya koyulur.
  • در شعاع نور گوهر گاو آب  ** می‌چرد از سنبل و سوسن شتاب 
  • Mücevherin nuru ile aydınlanan sahadaki sümbül ve süsenleri hemencecik yer.
  • زان فکنده‌ی گاو آبی عنبرست  ** که غذااش نرگس و نیلوفرست 
  • Böyle güzel kokulu çiçeklerle geçindiğinden, gıdası nergis ve nilüfer olduğundan da onun pisliği amberdir.
  • هرکه باشد قوت او نور جلال  ** چون نزاید از لبش سحر حلال  2925
  • Birini gıdası, ululuk nuru olursa artık nasıl olur da o adamın dudağından sihri helâl doğmaz?
  • هرکه چون زنبور وحیستش نفل  ** چون نباشد خانه‌ی او پر عسل 
  • Gıdası, arı gibi vahiy olan kişinin evi, nasıl olur da balla dolu bulunmaz?
  • می‌چرد در نور گوهر آن بقر  ** ناگهان گردد ز گوهر دورتر 
  • Susığırı, yine o mücevherin ışığı ile otlar dururken ansızın mücevherden pek uzağa düştü.
  • تاجری بر در نهد لجم سیاه  ** تا شود تاریک مرج و سبزه‌گاه 
  • Bir tâcir, bunu görüp otlağın, çayırın kararması için mücevheri balçıkla örttü.
  • پس گریزد مرد تاجر بر درخت  ** گاوجویان مرد را با شاخ سخت 
  • Kendisi ağacın arasına gizlendi. Sığır kuvvetli boynuzları ile onu süsmek için bir hayli aradı.
  • بیست بار آن گاو تازد گرد مرج  ** تا کند آن خصم را در شاخ درج  2930
  • Düşmanı boynuzlamak için o çayırın etrafını belki yirmi kere döndü, dolaştı.
  • چون ازو نومید گردد گاو نر  ** آید آنجا که نهاده بد گهر 
  • Düşmanını bulmadan ümit kesince mücevheri koyduğu yere geldi.
  • لجم بیند فوق در شاه‌وار  ** پس ز طین بگریزد او ابلیس‌وار 
  • Fakat o iri, o padişahlara lâyık mücevherin üstündeki balçığı görünce şeytan gibi o da balçıktan korktu.
  • کان بلیس از متن طین کور و کرست  ** گاو کی داند که در گل گوهرست 
  • Şeytan bile toprağı anlamadıktan, toprağa karşı kör ve sağır kesildikten sonra artık toprakta mücevher olduğunu öküz, nereden bilecek?
  • اهبطوا افکند جان را در حضیض  ** از نمازش کرد محروم این محیض 
  • "İnin" emri ile canı bu aşağılık yeryüzüne indirdi. Bu hayız hali, onu namazdan mahrum etti.
  • ای رفیقان زین مقیل و زان مقال  ** اتقوا ان الهوی حیض الرجال  2935
  • Yoldaşlar, bu dertten kaçın, bu dedikodudan çekinin. Çünkü heva ve heves, erkeklerin hayzıdır.
  • اهبطوا افکند جان را در بدن  ** تا به گل پنهان بود در عدن 
  • “İnin” emri, canı bedene soktu da Âdem incisi, toprakta gizlendi.
  • تاجرش داند ولیکن گاو نی  ** اهل دل دانند و هر گل‌کاو نی 
  • Onu tâcir bilir, fakat öküz bilmez. Gönül ehli olanlar anlarlar, fakat her toprak kazan anlamaz.
  • هر گلی که اندر دل او گوهریست  ** گوهرش غماز طین دیگریست 
  • İçinde mücevher bulunan topraktaki o mücevher, öbür toprağın da sırrını söylemektedir.
  • وان گلی کز رش حق نوری نیافت  ** صحبت گلهای پر در بر نتافت 
  • Fakat Tanrı rahmetinin saçısından bir nur elde etmemiş olan toprak, inciyle, mücevherle dolu olan toprakların sohbetini anlamaz.
  • این سخن پایان ندارد موش ما  ** هست بر لبهای جو بر گوش ما  2940
  • Bu söze son yoktur. Faremiz, ırmak kıyısında bizi bekliyor, kulağı bizde.
  • رجوع کردن به قصه‌ی طلب کردن آن موش آن چغز را لب‌لب جو و کشیدن سر رشته تا چغز را در آب خبر شود از طلب او 
  • Farenin, ırmak kıyısında kurbağayı görmek isteyince ipi çekmesi
  • آن سرشته‌ی عشق رشته می‌کشد  ** بر امید وصل چغز با رشد 
  • Fare, doğru yolu bulmuş olan kurbağa ile buluşmak isteyince o aşk ipini çekerdi.
  • می‌تند بر رشته‌ی دل دم به دم  ** که سر رشته به دست آورده‌ام 
  • Anbean elime böyle bir vasıta, böyle bir vesile geçirdim diye o ipe güvenirdi.
  • هم‌چو تاری شد دل و جان در شهود  ** تا سر رشته به من رویی نمود 
  • Can ve gönül de bu geçeli, görüşmek için artık bir ipliğe döndü âdeta derdi.