English    Türkçe    فارسی   

6
3490-3539

  • چشم چون نرگس فروبندی که چی  ** هین عصاام کش که کورم ای اچی  3490
  • Nergis gibi gözlerini kapatıyor aman değneğimi tut beni yet ey ulu kişi diyorsun.
  • وان عصاکش که گزیدی در سفر  ** خود ببینی باشد از تو کورتر 
  • Halbuki seni götürmek için seçtiğin o sopacıya dikkat edersen görürsün ki o senden de kördür.
  • دست کورانه به حبل الله زن  ** جز بر امر و نهی یزدانی متن 
  • Kör gibi elini at, Tanrı ipine yapış. Tanrının emrinden, nehyinden başka bir şeyin etrafında dönüp dolaşma.
  • چیست حبل‌الله رها کردن هوا  ** کین هوا شد صرصری مر عاد را 
  • Tanrı ipi nedir? Heva ve hevesi terk etmek. Bu heva ve heves Ad kavmine bir kasırga kesilmiştir.
  • خلق در زندان نشسته از هواست  ** مرغ را پرها ببسته از هواست 
  • Halk heva ve heves yüzünden zindanda oturmaktadır. Kuşun kanadı heva ve heves yüzünden bağlanmıştır.
  • ماهی اندر تابه‌ی گرم از هواست  ** رفته از مستوریان شرم از هواست  3495
  • Balık heva ve heves yüzünden kızgın tavaya düşer. Namuslu adamlardan utanma arlanma heva ve heves yüzünden gider.
  • خشم شحنه شعله‌ی نار از هواست  ** چارمیخ و هیبت دار از هواست 
  • Şahnenin gözü, heva ve hevesten bir ateş yalımıdır. Çarmıha gerilmek ve darağacının korkunçluğu heva ve heves yüzündendir.
  • شحنه‌ی اجسام دیدی بر زمین  ** شحنه‌ی احکام جان را هم ببین 
  • Yer yüzünde beden şahnelerini gördün ya, can aleminin hükümlerini yürüten şahneleri de gör.
  • روح را در غیب خود اشکنجه‌هاست  ** لیک تا نجهی شکنجه در خفاست 
  • Ruha gayp aleminde işkenceler vardır. Fakat sen sıçrayıp kurtulmadıkça bu işkenceler gizlidir.
  • چون رهیدی بینی اشکنجه و دمار  ** زانک ضد از ضد گردد آشکار 
  • Kurtuldun mu işkenceyi azabı görürsün çünkü zıt zıddıyla görünür.
  • آنک در چه زاد و در آب سیاه  ** او چه داند لطف دشت و رنج چاه  3500
  • Kuyuda ve kara su içinde doğan, ovanın letafetiyle kuyunun zahmetini ne anlasın?
  • چون رها کردی هوا از بیم حق  ** در رسد سغراق از تسنیم حق 
  • Tanrı korkusuyla heva ve hevesten geçtin mi Tanrı tesniminden bir sağrak elde edersin.
  • لا تطرق فی هواک سل سبیل  ** من جناب الله نحو السلسبیل 
  • Heva ve hevesine uyup dolaşma. Bırak o yolu. Tanrı kapısına, selsebil ırmağına doğru gel.
  • لا تکن طوع الهوی مثل الحشیش  ** ان ظل العرش اولی من عریش 
  • Heva ve hevese uyup ot gibi yelin geldiği tarafa eğilme. Şüphe yok arş gölgesi, çerden çöpten yapılma kulübelerden yeğdir.
  • گفت سلطان اسپ را وا پس برید  ** زودتر زین مظلمه بازم خرید 
  • Padişah, atı görürsün, sahibine verin. Tez beni bu günahtan kurtarın dedi.
  • با دل خود شه نفرمود این قدر  ** شیر را مفریب زین راس البقر  3505
  • Fakat kendi kendine şu kadarcık bile söyleyemedi: Aslanı bu öküz başıyla aldatma.
  • پای گاو اندر میان آری ز داو  ** رو ندوزد حق بر اسپی شاخ گاو 
  • Hileyle ortaya öküz ayağını getirmedesin. Yürü, Tanrı ata öküz boynuzunu vermez.
  • بس مناسب صنعتست این شهره زاو  ** کی نهد بر جسم اسپ او عضو گاو 
  • Bu şöhret sahibi mimar, sanatını uygun yapar. Hiç atın bedenine öküz azası koyar mı?
  • زاو ابدان را مناسب ساخته  ** قصرهای منتقل پرداخته 
  • Mimar, bedenleri uygun yaratmıştır. Köşkleri, bir yerden bir yere götürülür bir tarz da kurmuştur.
  • در میان قصرها تخریج‌ها  ** از سوی این سوی آن صهریج‌ها 
  • Köşklerin arasına balkonlar çıkarmış, bir taraftan öbür tarafa sarnıçlar açmıştır.
  • وز درونشان عالمی بی‌منتها  ** در میان خرگهی چندین فضا  3510
  • İçlerinde sonsuz bir âlem vardır.Bir kara çadıra bunca boşluğu sığdırmıştır.
  • گه چو کابوسی نماید ماه را  ** گه نماید روضه قعر چاه را 
  • قبض و بسط چشم دل از ذوالجلال  ** دم به دم چون می‌کند سحر حلال 
  • Gönül gözü, ululuk ıssı Tanrı’dan daima halden hale dönmekte, daima sihri helâle uğramakta bulunduğundan
  • زین سبب درخواست از حق مصطفی  ** زشت را هم زشت و حق را حق‌نما 
  • Mustafa, Tanrı’dan çirkini çirkin, hakkı hak olarak göstermesini diledi.
  • تا به آخر چون بگردانی ورق  ** از پشیمانی نه افتم در قلق 
  • İşin sonunda yaprağı döndürdüğün zaman pişmanlıktan ıstıraba düşmeyeyim dedi.
  • مکر که کرد آن عماد الملک فرد  ** مالک الملکش بدان ارشاد کرد  3515
  • O eşsiz İmadülmülk ’ü de yaptığı o hileye sevk eden, yine saltanat sahibi Tanrı’ydı.
  • مکر حق سرچشمه‌ی این مکرهاست  ** قلب بین اصبعین کبریاست 
  • Tanrı hilesi, bu hilelerin kaynağıdır. “ Kâlb, ulu Tanrı’nın iki parmağı arasındadır.”
  • آنک سازد در دلت مکر و قیاس  ** آتشی داند زدن اندر پلاس 
  • Gönlüne hile ve kıyası veren Tanrı, hırkanı ateşe vermeyi de bilir.
  • رجوع کردن به قصه‌ی آن پای‌مرد و آن غریب وام‌دار و بازگشتن ایشان از سر گور خواجه و خواب دیدن پای‌مرد خواجه را الی آخره 
  • Kethüda ile borçlu garip hikâyesi. Onların, muhtesibin mezarından dönmeleri ve Kethüdanın, o zatı rüyasında görmesi
  • بی‌نهایت آمد این خوش سرگذشت  ** چون غریب از گور خواجه باز گشت 
  • Bu güzel hikâyenin de bir türlü sonu gelmiyor. Garip, o zatın mezarından dönünce
  • پای مردش سوی خانه‌ی خویش برد  ** مهر صد دینار را فا او سپرد 
  • Kethüda, onu kendi evine götürdü. O yüz altını, ondan mühürlü bir kâğıt alıp kendisine teslim etti.
  • لوتش آورد و حکایت‌هاش گفت  ** کز امید اندر دلش صد گل شکفت  3520
  • Yemek çıkardı,hikâyeler söyledi. Adamcağızın gönlünde yüzlerce ümit gülü açıldı.
  • آنچ بعد العسر یسر او دیده بود  ** با غریب از قصه‌ی آن لب گشود 
  • Kolaylığın, güçlükten sonra geldiğini görmüştü. Garibe buna ait hikâyeler anlattı.
  • نیم‌شب بگذشت و افسانه کنان  ** خوابشان انداخت تا مرعای جان 
  • Vakit gece yarısını bile geçti. Hikaâye söylerler, konuşup dururlarken uyku, onları aldı, ta can otlağına kadar götürdü.
  • دید پامرد آن همایون خواجه را  ** اندر آن شب خواب بر صدر سرا 
  • Kethüda rüyasında o kutlu muhtesibi gördü. Odanın baş köşesine geçmiş oturuyordu.
  • خواجه گفت ای پای‌مرد با نمک  ** آنچ گفتی من شنیدم یک به یک 
  • Ona dedi ki: “ Ey iyi ve şirin Kethüda, neler söylediysen hepsini bir, bir işittim, duydum.
  • لیک پاسخ دادنم فرمان نبود  ** بی‌اشارت لب نیارستم گشود  3525
  • Fakat cevap vermeme izin yoktu. İzinsiz ağız açamam ki.
  • ما چو واقف گشته‌ایم از چون و چند  ** مهر با لب‌های ما بنهاده‌اند 
  • Biz, işlerin gidişatını öğrenmiş olduğumuzdan ağızlarımızı mühürlediler.
  • تا نگردد رازهای غیب فاش  ** تا نگردد منهدم عیش و معاش 
  • Gayp sırları faş olmasın. Şu hayat, şu geçim yıkılmasın diye bizi söyletmiyorlar.
  • تا ندرد پرده‌ی غفلت تمام  ** تا نماند دیگ محنت نیم‌خام 
  • Gaflet perdesi tamamıyla yırtılmasın, mihnet tenceresi yarı ham kalmasın diye susturdular bizi.
  • ما همه گوشیم کر شد نقش گوش  ** ما همه نطقیم لیکن لب خموش 
  • Kulağımız kalmadı ama baştan ayağa kulağız. Ağzımız söylemiyor, dudağımız yok ama baştanbaşa sözüz.
  • هر چه ما دادیم دیدیم این زمان  ** این جهان پرده‌ست و عینست آن جهان  3530
  • Ne verdiysek burada bulduk şimdi. Bu âlem perdedir, o âlemse asıl hakikî âlem.
  • روز کشتن روز پنهان کردنست  ** تخم در خاکی پریشان کردنست 
  • Ekim günü, ektiğini gizleme günüdür; tohumu toprağa saçma günüdür.
  • وقت بدرودن گه منجل زدن  ** روز پاداش آمد و پیدا شدن 
  • Devşirme vaktiyse ektiğinin zuhur ettiği gündür. O gün mükâfat günü, ettiğini bulma günüdür.
  • گفتن خواجه در خواب به آن پای‌مرد وجوه وام آن دوست را کی آمده بود و نشان دادن جای دفن آن سیم و پیغام کردن به وارثان کی البته آن را بسیار نبینند وهیچ باز نگیرند و اگر چه او هیچ از آن قبول نکند یا بعضی را قبول نکند هم آنجا بگذارند تا هر آنک خواهد برگیرد کی من با خدا نذرها کردم کی از آن سیم به من و به متعلقان من حبه‌ای باز نگردد الی آخره 
  • Muhtesibin, rüyada Kethüdaya, adamın borçlarını ödeme yolunu göstermesi, definesinin yerini bildirip mirasçılarına da “ Şöyle bir adam gelecek, ne alırsa çoğumsamayın, geri almayın. Hattâ kabul etmez, yahut bir kısmını almak istemezse bile siz o defineden bir şey almayın. Dilediğini, dilediği kadar alsın. Çünkü ben o defineden benim ve akrabamın bir habbe dahi almayacağına dair Tanrıya nezirlerde bulundum.” dediğini haber vermesi
  • بشنو اکنون داد مهمان جدید  ** من همی دیدم که او خواهد رسید 
  • Şimdi benden, o yeni konuğa edeceğin ihsanları duy. Onun gelip çatacağını görüp duruyordun.
  • من شنوده بودم از وامش خبر  ** بسته بهر او دو سه پاره گهر 
  • Onun borcundan haberim vardı. Onun için iki üç mücevher hazırlamıştım.
  • که وفای وام او هستند و بیش  ** تا که ضیفم را نگردد سینه ریش  3535
  • Onların değeri, borcuna yeter de artar bile. Konuğum, dertlenmesin diye bu işe girişmiştim.
  • وام دارد از ذهب او نه هزار  ** وام را از بعض این گو بر گزار 
  • Onun dokuz bin altın borcu var. Ona de ki: Borcunu bunların bir kısmıyla öde.
  • فضله ماند زین بسی گو خرج کن  ** در دعایی گو مرا هم درج کن 
  • Bir hayli para artar, onları harca, beni de duadan unutma.
  • خواستم تا آن به دست خود دهم  ** در فلان دفتر نوشتست این قسم 
  • Onu kendi elimle vermeyi isterdim. Filân deftere de bunu yazmışımdır.
  • خود اجل مهلت ندادم تا که من  ** خفیه بسپارم بدو در عدن 
  • Fakat ecel mühlet vermedi ki ona Aden incilerini gizlice vereyim.