English    Türkçe    فارسی   

6
4075-4124

  • عقل باشد مرد را بال و پری  ** چون ندارد عقل عقل رهبری  4075
  • İnsana kol kanat akıldır. Adamın aklı olmazsa kendisine başka bir aklı kılavuz etmesi gerektir.
  • یا مظفر یا مظفرجوی باش  ** یا نظرور یا نظرورجوی باش 
  • Ya üstün ol, ya üstünlüğü ara. Ya görüş sahibi ol, yahut bir görüş sahibi ara.
  • بی ز مفتاح خرد این قرع باب  ** از هوا باشد نه از روی صواب 
  • Akıl anahtarı olmaksızın bu kapıyı açmaya kalkışmak beyhudedir, doğru değildir. Açılmaz.
  • عالمی در دام می‌بین از هوا  ** وز جراحت‌های هم‌رنگ دوا 
  • Heva ve heves yüzünden bütün bir alemi tuzağa tutulmuş gör. İlaç rengindeki yaralara karmış bil.
  • مار استادست بر سینه چو مرگ  ** در دهانش بهر صید اشگرف برگ 
  • Yılan, ölüm gibi göğsünün üstüne dayanıp ayağa kalkmış, ağzına da kuş avlamak için büyük bir yaprak almıştır.
  • در حشایش چون حشیشی او بپاست  ** مرغ پندارد که او شاخ گیاست  4080
  • Otlar arasında o da bir ot gibi boy vermiştir. Kuş, onu bir dal sanır.
  • چون نشیند بهر خور بر روی برگ  ** در فتد اندر دهان مار و مرگ 
  • Yemek için yaprağın üstüne oturdu mu yılanın ve ölümün ağzına düşer.
  • کرده تمساحی دهان خویش باز  ** گرد دندانهاش کرمان دراز 
  • Bir timsah, ağzını açar. Dişlerinin çevresinde uzun, uzun kurtlar vardır.
  • از بقیه‌ی خور که در دندانش ماند  ** کرم‌ها رویید و بر دندان نشاند 
  • Yediğinin artığından dişlerinin arasında kalanlar kurtlanır, dişlerinin çevresinde kurtlar peydahlanır.
  • مرغکان بینند کرم و قوت را  ** مرج پندارند آن تابوت را 
  • Kuşcağızlar, kurtları, o rızkı görüp o tabutu otlak sanırlar.
  • چون دهان پر شد ز مرغ او ناگهان  ** در کشدشان و فرو بندد دهان  4085
  • Ağzı, ansızın kuşlarla doldu mu derhal nefesini çeker, ağzını kapar.
  • این جهان پر ز نقل و پر ز نان  ** چون دهان باز آن تمساح دان 
  • Bu ekmeklerle, azıklarla dolu olan alemi, o timsahın açılmış ağzı bil.
  • بهر کرم و طعمه ای روزی‌تراش  ** از فن تمساح دهر آمن مباش 
  • Ey rızık kazanan! Kurt ve yeyim derdine düşüp zaman timsahının hilesinden emin olma.
  • روبه افتد پهن اندر زیر خاک  ** بر سر خاکش حبوب مکرناک 
  • Tilki, toprağın altına yayılır, toprağın üstünde de hileli tohumlar vardır.
  • تا بیاید زاغ غافل سوی آن  ** پای او گیرد به مکر آن مکردان 
  • Nihayet bir karga gaflette bulunur, oraya gelir konar. O hilebaz da derhal onun ayağını yakalayıverir.
  • صدهزاران مکر در حیوان چو هست  ** چون بود مکر بشر کو مهترست  4090
  • Hayvanlar da yüz binlerce hile varken artık hayvanlardan daha üstün olanda ne hileler bulunur?
  • مصحفی در کف چو زین‌العابدین  ** خنجری پر قهر اندر آستین 
  • Zeynel-abidin gibi elinde bir Kuran, fakat yeninde kahredici bir hançer!
  • گویدت خندان کای مولای من  ** در دل او بابلی پر سحر و فن 
  • Sana gelerek efendim der. Fakat gönlünde büyülerle, hilelerle dolu bir Babil var.
  • زهر قاتل صورتش شهدست و شیر  ** هین مرو بی‌صحبت پیر خبیر 
  • Öldürücü zehirin görünüşü baldır, süttür. Kendine gel de haberdar bir pirin sohbeti olmadıkça yürüme.
  • جمله لذات هوا مکرست و زرق  ** سوز و تاریکیست گرد نور برق 
  • Heva ve heves lezzetlerinin hepsi hiledir, riyadır. Her lezzet , etrafı karanlıklarla çevrilmiş şimşek ışığına benzer.
  • برق نور کوته و کذب و مجاز  ** گرد او ظلمات و راه تو دراز  4095
  • Derhal gelip geçen şimşek nuru, yalan ve geçici bir şeydir. Çevresinde karanlıklar var, yolunsa uzaktır senin.
  • نه به نورش نامه توانی خواندن  ** نه به منزل اسپ دانی راندن 
  • Onun ışığıyla ne bir kitap okuyabilirsin, ne bir konağa at sürebilirsin.
  • لیک جرم آنک باشی رهن برق  ** از تو رو اندر کشد انوار شرق 
  • Yalnız şimşek ışığına kapıldığının suçu olarak doğu nurları senden yüz çevirir.
  • می‌کشاند مکر برقت بی‌دلیل  ** در مفازه‌ی مظلمی شب میل میل 
  • Kılavuz olmadıkça şimşek ışığı, seni geceleyin mil, mil karanlık bir çukura çeker.
  • بر که افتی گاه و در جوی اوفتی  ** گه بدین سو گه بدان سوی اوفتی 
  • Gah, dağa düşersin, gah dereye. Gah bu yana düşersin, gah o yana.
  • خود نبینی تو دلیل ای جاه‌جو  ** ور ببینی رو بگردانی ازو  4100
  • Ey mevki arayan, zaten sen kılavuzu görmezsin. Hatta görsen bile ondan yüz çevirirsin.
  • که سفر کردم درین ره شصت میل  ** مر مرا گمراه گوید این دلیل 
  • Ben bu yolda altmış mil yol yürüdüğüm halde bu kılavuz, hala bana sapık diyor.
  • گر نهم من گوش سوی این شگفت  ** ز امر او راهم ز سر باید گرفت 
  • Bu şaşılacak adamın sözüne kulak asarsam yola yeni baştan başlamam lazım.
  • من درین ره عمر خود کردم گرو  ** هرچه بادا باد ای خواجه برو 
  • Halbuki ben bu yolda ömrümü harcettim. Ne olursa olsun artık, git oradan dersin.
  • راه کردی لیک در ظن چو برق  ** عشر آن ره کن پی وحی چو شرق 
  • Evet, yol yürüdüm ama şimşeğe benzeyen zannınca. O aştığın yolun onda birini doğuya benzeyen vahyin izine uy da yürü.
  • ظن لایغنی من الحق خوانده‌ای  ** وز چنان برقی ز شرقی مانده‌ای  4105
  • “Zan, doğruyu bilmez” ayetini okuduğun halde öyle bir şimşeğe uydun da doğudan kaldın ha.
  • هی در آ در کشتی ما ای نژند  ** یا تو آن کشتی برین کشتی ببند 
  • A köhne adam, ya bizim gemimize gir, yahut o gemiyi bizim gemiye bağla.
  • گوید او چون ترک گیرم گیر و دار  ** چون روم من در طفیلت کوروار 
  • Fakat bu söz söylenince duyan der ki: Bu ululuğu nasıl bırakayım, kör gibi sana uyup nasıl gideyim?
  • کور با رهبر به از تنها یقین  ** زان یکی ننگست و صد ننگست ازین 
  • Körün kılavuzla gitmesi elbette daha iyidir. Çünkü bundan insana bir ayıp gelirse, öbüründen yüz ayıp gelir.
  • می‌گریزی از پشه در کزدمی  ** می‌گریزی در یمی تو از نمی 
  • Pireden adeta akrebe kaçmada, bir ıslaklıktan kaçıp denize dalmadasın sen.
  • می‌گریزی از جفاهای پدر  ** در میان لوطیان و شور و شر  4110
  • Babanın cefalarından kaçıp oğlancıların, kötülüklerin, pisliklerin arasına kaçıyorsun.
  • می‌گریزی هم‌چو یوسف ز اندهی  ** تا ز نرتع نلعب افتی در چهی 
  • Yusuf gibi bir iç sıkıntısı yüzünden gezelim, oynayalım deyip gidiyor, bir kuyuya düşüyorsun.
  • در چه افتی زین تفرج هم‌چو او  ** مر ترا لیک آن عنایت یار کو 
  • Bu gezinti yüzünden onun gibi kuyuya düşüyorsun ama nerede onun gibi sana da yar olacak Tanrı inayeti?
  • گر نبودی آن به دستوری پدر  ** برنیاوردی ز چه تا حشر سر 
  • Yusuf, o gezintiye babasından izin almadan gitseydi mahşere kadar kuyudan çıkamazdı.
  • آن پدر بهر دل او اذن داد  ** گفت چون اینست میلت خیر باد 
  • Babası, gönlü olsun diye ona izin verdi. Dedi ki: Mademki gönlün gezmeye akmada. Hadi hayra karşı.
  • هر ضریری کز مسیحی سر کشد  ** او جهودانه بماند از رشد  4115
  • Hangi kör olursa olsun bir Mesih’ten baş çekerse o çıfıtçasına doğru yoldan kalır.
  • قابل ضو بود اگر چه کور بود  ** شد ازین اعراض او کور و کبود 
  • Görse de gözünün ışıklanması mümkündür. Fakat bu çekinmesi yüzünden büsbütün körleşip kaldı.
  • گویدش عیسی بزن در من دو دست  ** ای عمی کحل عزیزی با منست 
  • İsa ona, gel der, bana sarıl. Ey kör, o yüce sürme bendedir.
  • از من ار کوری بیابی روشنی  ** بر قمیص یوسف جان بر زنی 
  • Körsen bile benim mucizemle aydınlığa ulaşır, can Yusuf’unun gömleğine nail olursun.
  • کار و باری کت رسد بعد شکست  ** اندر آن اقبال و منهاج رهست 
  • Sana o sınıklıktan sonra gelen ululukta devlet vardır. O devlet sana yol gösterir.
  • کار و باری که ندارد پا و سر  ** ترک کن هی پیر خر ای پیر خر  4120
  • Eli ayağı olmayan devleti terk et a kart eşek, terk et!
  • غیر پیر استاد و سرلشکر مباد  ** پیر گردون نی ولی پیر رشاد 
  • Pirden başka üstat ve başbuğ olmasın. Fakat yaş bakımından pir değil, doğru yol piri.
  • در زمان چون پیر را شد زیردست  ** روشنایی دید آن ظلمت‌پرست 
  • Karanlığa tapan, pirin emri altına girdi mi aydınlığı görür.
  • شرط تسلیم است نه کار دراز  ** سود نبود در ضلالت ترک‌تاز 
  • Şart, teslim olmaktan ibarettir, uzun işe girişmek değil. Sapıklıkta koşup yelmenin faydası yoktur.
  • من نجویم زین سپس راه اثیر  ** پیر جویم پیر جویم پیر پیر 
  • Ben bundan böyle esir yolunu aramam. Pir ararım, pir ararım, pir!