English    Türkçe    فارسی   

6
4250-4299

  • گفت شب بیرون روم من نرم نرم  ** تا ز ظلمت نایدم در کدیه شرم  4250
  • Dedi ki: Geceleyin yavaş, yavaş çıkarım: karanlıktan görünmem de o suretle dilenirim.
  • هم‌چو شبکوکی کنم شب ذکر و بانگ  ** تا رسد از بامهاام نیم دانگ 
  • Gece kuşu gibi geceleri Tanrı’yı zikrederim, elbette bir kapıdan yarım dirhem bir şey elde ederim.
  • اندرین اندیشه بیرون شد بکوی  ** واندرین فکرت همی شد سو به سوی 
  • Bu düşünceyle dışarı çıkıp mahallelere düştü; bu düşünceyle taraf, taraf gezmeye başladı.
  • یک زمان مانع همی‌شد شرم و جاه  ** یک زمانی جوع می‌گفتش بخواه 
  • Bir zaman utangaçlığı, mevkii mani oluyor, bir zaman da açlık, kendisine hadi, iste diyordu.
  • پای پیش و پای پس تا ثلث شب  ** که بخواهم یا بخسپم خشک‌لب 
  • Gecenin üçte biri geçinceye kadar isteyeyim mi, yoksa dudaklarım kuru bir halde uyuyayım mı, diye bir ayağını ileri atmada bir ayağını geriye çekmedeydi.
  • رسیدن آن شخص به مصر و شب بیرون آمدن به کوی از بهر شبکوکی و گدایی و گرفتن عسس او را و مراد اوحاصل شدن از عسس بعد از خوردن زخم بسیار و عسی ان تکرهوا شیا و هو خیر لکم و قوله تعالی سیجعل الله بعد عسر یسرا و قوله علیه‌السلام اشتدی ازمة تنفرجی و جمیع القرآن و الکتب المنزلة فی تقریر هذا 
  • Adam Mısır’a vardı, geceleyin dilenmek üzere sokağa çıktı. Bekçi, adamı tuttu. Adam, bekçiden bir hayli dayak yedikten sonra muradına nail oldu. “Öyle şeyler vardır ki onları hoş görmezsiniz ama size hayırlıdır.” Ulu Tanrı, “Tanrı güçlükten sonra insana kolaylık ihsan eder” ve “Şüphe yok ki güçlükle beraber bir de kolaylık vardır” buyurmuştur. Peygamber aleyhisselam da “Ey eziyet ve zahmet, şiddetlen, açılırsın” demiştir. Bütün Kur’an ve gökten inen kitaplar, bunu anlatır.
  • ناگهانی خود عسس او را گرفت  ** مشت و چوبش زد ز صفرا تا شکفت  4255
  • Ansızın o adamı sokakta bekçi yakaladı. Dayanamadı, bir hayli yumrukladı, sopayla dövdü.
  • اتفاقا اندر آن شب‌های تار  ** دیده بد مردم ز شب‌دزدان ضرار 
  • O karanlık gecelerde halk, hırsızlardan çok zarar görmüştü.
  • بود شب‌های مخوف و منتحس  ** پس به جد می‌جست دزدان را عسس 
  • Bekçi, o korkunç ve menhus gecelerde hırsızları iyiden iyiye araştırmadaydı.
  • تا خلیفه گفت که ببرید دست  ** هر که شب گردد وگر خویش منست 
  • Halife, geceleyin kimi sokaklarda dolaşıyor görürseniz benim adamlarından, akrabalarımdan bile olsa yakalayıp elini kesin demişti.
  • بر عسس کرده ملک تهدید و بیم  ** که چرا باشید بر دزدان رحیم 
  • Padişah, bekçiyi iyice tehdit etmiş, neden demişti, hırsızlara böyle merhamet etmektesiniz?
  • عشوه‌شان را از چه رو باور کنید  ** یا چرا زیشان قبول زر کنید  4260
  • Neden onların yalanlarına kanıyorsunuz, yahut neden onlardan rüşvet alıyorsunuz?
  • رحم بر دزدان و هر منحوس‌دست  ** بر ضعیفان ضربت و بی‌رحمیست 
  • Hırsızlara ve her menhus adama acımak, zayıfları vurmak ve onlara merhamet etmektir.
  • هین ز رنج خاص مسکل ز انتقام  ** رنج او کم بین ببین تو رنج عام 
  • Kendine gel de bu sıkıntı yüzünden öc almadan vazgeçme. O sıkıntıya, o eziyete pek bakma da umumi sıkıntıyı, umumi eziyeti gör.
  • اصبع ملدوغ بر در دفع شر  ** در تعدی و هلاک تن نگر 
  • Şerri defetmek için ısırılan parmağı kes at. Bedeninin helak olacağına, zulme uğrayacağına bak.
  • اتفاقا اندر آن ایام دزد  ** گشته بود انبوه پخته و خام دزد 
  • Tesadüf bu ya; o günlerde hırsızlar pek çoğalmıştı. Pişkin, ham bir çok hırsız belirmişti.
  • در چنین وقتش بدید و سخت زد  ** چوب‌ها و زخمهای بی‌عدد  4265
  • İşte bekçi, o adamı böyle bir zamanda yakalamış sayısız kötek atmış, sopayla iyice dövmüştü.
  • نعره و فریاد زان درویش خاست  ** که مزن تا من بگویم حال راست 
  • O yoksul dövme doğruyu söyleyeceğim diye bar bar bağırmaya başlamıştı.
  • گفت اینک دادمت مهلت بگو  ** تا به شب چون آمدی بیرون به کو 
  • Bekçi dedi ki: Peki mühlet verdim, söyle. Neden geceleyin sokağa çıktın?
  • تو نه‌ای زینجا غریب و منکری  ** راستی گو تا بچه مکر اندری 
  • Sen buralı değilsin, yabancısın, belli. Doğru söyle, ne hileye çattın bakalım?
  • اهل دیوان بر عسس طعنه زدند  ** که چرا دزدان کنون انبه شدند 
  • Divan ehli, bekçiyi kınamışlar, neden hırsızlar bu zaman çoğaldılar?
  • انبهی از تست و از امثال تست  ** وا نما یاران زشتت را نخست  4270
  • Bu çokluk senin ve senin gibilerin yüzünden. Önce çirkin ve pis arkadaşlarını göster.
  • ورنه کین جمله را از تو کشم  ** تا شود آمن زر هر محتشم 
  • Yoksa hepsinin öcünü senden alırız. Bu suretle her mal sahibinin altını da emin olsun demişlerdi.
  • گفت او از بعد سوگندان پر  ** که نیم من خانه‌سوز و کیسه‌بر 
  • Adam ağız dolusu yeminlerden sonra ben ne ev yakan birisiyim, ne yankesici.
  • من نه مرد دزدی و بیدادیم  ** من غریب مصرم و بغدادیم 
  • Ben ne hırsızım, ne zalim. Ben Mısır’da garip bir Bağdatlıyım dedi.
  • بیان این خبر کی الکذب ریبة والصدق طمانینة 
  • ”Yalan insana şüphe verir, doğruysa inanç” hadisi
  • قصه‌ی آن خواب و گنج زر بگفت  ** پس ز صدق او دل آن کس شکفت 
  • Rüyasını, rüyada hatifin kendisine bir define haber verdiğini söyledi. Bekçinin gönlü rahatlaştı, adamın doğru söylediğini anladı.
  • بوی صدقش آمد از سوگند او  ** سوز او پیدا شد و اسپند او  4275
  • Yemininden doğruluk kokusu gelmekteydi. Sözünden, içinin çörekotu gibi yandığı anlaşılıyordu.
  • دل بیارامد به گفتار صواب  ** آنچنان که تشنه آرامد به آب 
  • Gönül doğru sözden huzur ve sükun bulur, susuzun suyla hararetini teskin etmesi gibi.
  • جز دل محجوب کو را علتیست  ** از نبیش تا غبی تمییز نیست 
  • Ancak bir illete tutulmuş olan mahcup gönül, doğruyu anlamaz. O, peygamberlerle ahmak bir adamı bile ayırdedemez.
  • ورنه آن پیغام کز موضع بود  ** بر زند بر مه شکافیده شود 
  • Yoksa mahallinden kopup gelen o haber, aya bile gelse onu ikiye böler.
  • مه شکافد وان دل محجوب نی  ** زانک مردودست او محبوب نی 
  • Ay ikiye bölünür de o hicap altında kalmış gönül bölünmez. Çünkü o, sevgili değildir, onu Tanrı reddetmiştir.
  • چشمه شد چشم عسس ز اشک مبل  ** نی ز گفت خشک بل از بوی دل  4280
  • Bekçinin gözleri yaşardı, bir kaynak oldu adeta. Fakat kuru sözden değil, gönül korkusundan.
  • یک سخن از دوزخ آید سوی لب  ** یک سخن از شهر جان در کوی لب 
  • Bir söz cehennemden kopar, adamın dudağına kadar gelir. Bir söz de can şehrinden kopar, dudağa gelir.
  • بحر جان‌افزا و بحر پر حرج  ** در میان هر دو بحر این لب مرج 
  • Bu dudak, cana canlar katan denizle, eziyetler, zahmetler denizi arasında bir berzahtır.
  • چون یپنلو در میان شهرها  ** از نواحی آید آن‌جا بهرها 
  • Şehirlerdeki köylü pazarına benzer adeta. Etraftan alışveriş için hep oraya gelirler.
  • کاله‌ی معیوب قلب کیسه‌بر  ** کاله‌ی پر سود مستشرف چو در 
  • Kusurlu kumaşla, adamın kesesini berbadeden kalp akça ve inci gibi değerli ve pahalı kumaş, hep oradadır.
  • زین یپنلو هر که بازرگان‌ترست  ** بر سره و بر قلب‌ها دیده‌ورست  4285
  • Bu köylü pazarından kim, daha ziyade ticaretten anlar, geçer akçayla kalp akçayı görür, tanırsa kar eder.
  • شد یپنلو مر ورا دار الرباح  ** وآن گر را از عمی دار الجناح 
  • Köylü pazarı, bu çeşit adama kar yeri olur. Başkasına da körlüğü yüzünden suç ve zarar yeridir.
  • هر یکی ز اجزای عالم یک به یک  ** بر غبی بندست و بر استاد فک 
  • Alem cüzülerinden her biri, teker teker aptala düğümdür, ustaya düğüm açmak.
  • بر یکی قندست و بر دیگر چو زهر  ** بر یکی لطفست و بر دیگر چو قهر 
  • Birine şekerdir, öbürüne zehir. Birine lütuftur, öbürüne kahır.
  • هر جمادی با نبی افسانه‌گو  ** کعبه با حاجی گواه و نطق‌خو 
  • Her cansız şey, peygambere hikayeler söyler. Kabe, hacıya tanıklık eder, söz söyler.
  • بر مصلی مسجد آمد هم گواه  ** کو همی‌آمد به من از دور راه  4290
  • Mescit de namaz kılana tanıklık verir, ta uzak yollardan bana gelirdi der.
  • با خلیل آتش گل و ریحان و ورد  ** باز بر نمرودیان مرگست و درد 
  • Ateş, Halil’e gül ve reyhan kesilir, Nemrud ’a uyanlaraysa ölümdür derttir.
  • بارها گفتیم این را ای حسن  ** می‌نگردم از بیانش سیر من 
  • A güzelim, bunu defalarca söyledim, fakat söylemeye doyamıyorum ki.
  • بارها خوردی تو نان دفع ذبول  ** این همان نانست چون نبوی ملول 
  • Solup sararmamak için defalarca ekmek yedin; işte bu hep ekmek… Nasıl olur da usanmazsın?
  • در تو جوعی می‌رسد تو ز اعتلال  ** که همی‌سوزد ازو تخمه و ملال 
  • Mizacındaki itidal yüzünden yine acıkırsın. Bu açlıkla da senin hazımsızlığın yanar gider.
  • هرکه را درد مجاعت نقد شد  ** نو شدن با جزو جزوش عقد شد  4295
  • Kimde açlık derdi varsa bedeninin her cüzü, diğer cüzüyle bağdaşır yenileşir.
  • لذت از جوعست نه از نقل نو  ** با مجاعت از شکر به نان جو 
  • Lezzet açlıktan gelir, yeni bir yemekten değil. Açlıkla yenen arpa ekmeği, şekerden lezzetlidir.
  • پس ز بی‌جوعیست وز تخمه‌ی تمام  ** آن ملالت نه ز تکرار کلام 
  • O usangaçlık da sözün tekrarından değildir, aç olmadan ve hazımsızlıktandır.
  • چون ز دکان و مکاس و قیل و قال  ** در فریب مردمت ناید ملال 
  • Dükkandan, baç, ve haraç almadan, dedikodudan halkı aldatmadan usanmazsın.
  • چون ز غیبت و اکل لحم مردمان  ** شصت سالت سیریی نامد از آن 
  • Altmış yıl gıybette bulunsan, insanların etini yesen yine doymazsın.