English    Türkçe    فارسی   

6
4734-4783

  • دامنی پر خاک ما چون طفلکان  ** در نظرمان خاک هم‌چون زر کان 
  • Eteğimizi çocuklar gibi toprakla doldururuz. Bizim gözümüzle o toprak, madenden çıkmış altın görünür.
  • طفل را با بالغان نبود مجال  ** طفل را حق کی نشاند با رجال  4735
  • Çocuğun, yetişmiş erlere karşı bir mecali yoktur. Tanrı çocuğu erkeklerle bir araya koymaz, bir derecede tutmaz ki.
  • میوه گر کهنه شود تا هست خام  ** پخته نبود غوره گویندش به نام 
  • Meyva, eski olsa bile ham buludukça, olmadıkça ona koruk derler.
  • گر شود صدساله آن خام ترش  ** طفل و غوره‌ست او بر هر تیزهش 
  • O ham ve ekşi meyva, yüz yıllık bile olsa fikri çevik ve keskin kişiye nazaran yine çocuktur, yine koruktur.
  • گرچه باشد مو و ریش او سپید  ** هم در آن طفلی خوفست و امید 
  • Saçı, sakalı ağarsa bile yine korku ve ümit çocukluğundan kurtulmamıştır.
  • که رسم یا نارسیده مانده‌ام  ** ای عجب با من کند کرم آن کرم 
  • Der ki: Acaba olgunlaşır mıyım, yoksa böyle olgunlaşmadan ham mı kalırım? Acaba Tanrı' nın keremi, beni kızdırır, olgun bir hale getirir mi?
  • با چنین ناقابلی و دوریی  ** بخشد این غوره‌ی مرا انگوریی  4740
  • Yoksa böyle kabiliyetsiz bir halde, bu uzaklık âleminde mi kalırım? Yahut da Tanrı bu koruğu üzüm haline getirir mi?
  • نیستم اومیدوار از هیچ سو  ** وان کرم می‌گویدم لا تیاسوا 
  • Hiçbir yandan ümidim yok. Yalnız o kerem sahibi "Meyus olmayın" der.
  • دایما خاقان ما کردست طو  ** گوشمان را می‌کشد لا تقنطوا 
  • Hakanımız, bize daima toy vermede, "Ümidinizi kesmeyin" diye kulağımızı çekmededir.
  • گرچه ما زین ناامیدی در گویم  ** چون صلا زد دست اندازان رویم 
  • Gerçi biz ümitsizlik yüzünden çukurdayız. Fakat o çağırdı mı elimizi, kolumuzu sallaya sallaya gideriz.
  • دست اندازیم چون اسپان سیس  ** در دویدن سوی مرعای انیس 
  • Ruhumuza huzur verecek olan otlağa koşarken tez, edepli ve terbiyeli atlar gibi yürürüz.
  • گام اندازیم و آن‌جا گام نی  ** جام پردازیم و آن‌جا جام نی  4745
  • Oraya adım atarız ama orada yürünmez, adım atılmaz ki. Orada kadeh düzeriz ama orada kadeh yoktur.
  • زانک آن‌جا جمله اشیا جانیست  ** معنی اندر معنی اندر معنیست 
  • Çünkü orada bütün eşya can âlemine mahsustur. Hepsi de mâna âleminde, mâna içinde mânadır.
  • هست صورت سایه معنی آفتاب  ** نور بی‌سایه بود اندر خراب 
  • Suret gölgedir, mâna güneş. Gölgesiz ışık, yıkık yerlerdedir.
  • چونک آنجا خشت بر خشتی نماند  ** نور مه را سایه‌ی زشتی نماند 
  • Çünkü orada tuğla üstünde tuğla kalmaz. Ayın ışığına çirkin bir gölge yoktur.
  • خشت اگر زرین بود بر کندنیست  ** چون بهای خشت وحی و روشنیست 
  • Tuğla ve kerpiç, altından bile olsa sökülüp çıkarılmalıdır. Çünkü onun yerine aydınlık ve vahiy gelir.
  • کوه بهر دفع سایه مندکست  ** پاره گشتن بهر این نور اندکست  4750
  • Dağ, bu gölgeyi gidermek için paramparça olur. Fakat dağın paramparça olması bile bu nur için ehemmiyetsiz bir şeydir.
  • بر برون که چو زد نور صمد  ** پاره شد تا در درونش هم زند 
  • Hiçbir şeye muhtaç olmayan Tanrı nuru, dağın dışına vurunca o nur, içine de vursun diye parçalandı.
  • گرسنه چون بر کفش زد قرص نان  ** وا شکافد از هوس چشم و دهان 
  • Aç adamın eline bir somun girdi mi hevesinden gözünü de açar, ağzını da.
  • صد هزاران پاره گشتن ارزد این  ** از میان چرخ برخیز ای زمین 
  • Bu hal, yüz binlerce defa paramparça olmaya değer. Ey yeryüzü, gökyüzüne karşı durma, kalk aradan!
  • تا که نور چرخ گردد سایه‌سوز  ** شب ز سایه‌ی تست ای یاغی روز 
  • Kalk da göğün nuru, gölgeleri yaksın. Ey gündüzün düşmanı, gece, senin gölgenden meydana gelmede.
  • این زمین چون گاهواره‌ی طفلکان  ** بالغان را تنگ می‌دارد مکان  4755
  • Bu yeryüzü, çocukların beşiğine benzer. Fakat erişmiş erler için daracık bir yerdir.
  • بهر طفلان حق زمین را مهد خواند  ** شیر در گهواره بر طفلان فشاند 
  • Tanrı, çocuklar için yeryüzüne beşik dedi. Beşik içindeki çocuklara da süt saçtı.
  • خانه تنگ آمد ازین گهواره‌ها  ** طفلکان را زود بالغ کن شها 
  • Bu beşikler yüzünden ev daraldı, Padişahım. Bu çocukları çabuk ergenlik çağına eriştir.
  • ای گواره خانه را ضیق مدار  ** تا تواند کرد بالغ انتشار 
  • Ey beşik, evi daraltma da ergenler, yayılabilsinler.
  • وسوسه‌ای کی پادشاه‌زاده را پیدا شد از سبب استغنایی و کشفی کی از شاه دل او را حاصل شده بود و قصد ناشکری و سرکشی می‌کرد شاه را از راه الهام و سر شاه را خبر شد دلش درد کرد روح او را زخمی زد چنانک صورت شاه را خبر نبود الی آخره 
  • Padişahın himmetiyle şehzadenin gönlünde bir keşif ve istiğna peydahlandı. Bu yüzden de vesveselenip şükür etmeden çekindi, serkeşliğe başladı. Padişah, ilham ve sır yoluyla bunu anladı. Canı sıkıldı. Ruhu, suretinin haberi olmaksızın şehzadeye bir zahim vurdu.
  • چون مسلم گشت بی‌بیع و شری  ** از درون شاه در جانش جری 
  • Şehzadenin canına, padişahın ruhundan alım satım olmaksızın bir feyiz geldi.
  • قوت می‌خوردی ز نور جان شاه  ** ماه جانش هم‌چو از خورشید ماه  4760
  • Aya benzeyen canı, ay nasıl güneşten nur alıyorsa padişahın nurîyle nurlanmakta, onun canından gıdalanmaktaydı.
  • راتبه‌ی جانی ز شاه بی‌ندید  ** دم به دم در جان مستش می‌رسید 
  • Anbean sarhoş ruhuna, o misli, menendi olmayan padişahın ruhundan can gıdası gelmedeydi.
  • آن نه که ترسا و مشرک می‌خورند  ** زان غذایی که ملایک می‌خورند 
  • Fakat hıristiyanların, müşriklerin yedikleri gıda değil, meleklerin yedikleri gıda.
  • اندرون خویش استغنا بدید  ** گشت طغیانی ز استغنا پدید 
  • Bu yüzden şehzadenin gönlünde bir istiğna belirdi, bu istiğnadan da bir azgınlık peydahlandı.
  • که نه من هم شاه و هم شه‌زاده‌ام  ** چون عنان خود بدین شه داده‌ام 
  • Dedi ki: Ben de padişah ve şehzade değil miyim? Nasıl oldu da yularımı bu padişaha verdim?
  • چون مرا ماهی بر آمد با لمع  ** من چرا باشم غباری را تبع  4765
  • Bana parıldayıp duran bir ay doğdu artık.. Neden toza, toprağa tâbi olayım?
  • آب در جوی منست و وقت ناز  ** ناز غیر از چه کشم من بی‌نیاز 
  • Su, arkımda akmada, naz vakti. Kimseye niyazım yok, artık neden başkasının nazını çekeyim?
  • سر چرا بندم چو درد سر نماند  ** وقت روی زرد و چشم تر نماند 
  • Başımın ağrısı kalmadı. Neden başımı bağlıyayım? Yüzümün sarardığı, gözümün yaşardığı çağ geçti.
  • چون شکرلب گشته‌ام عارض قمر  ** باز باید کرد دکان دگر 
  • Yüzüm ay gibi parladı, dudaklarım şekere döndü. Artık yeni ve başka bir dükkân açmam gerek.
  • زین منی چون نفس زاییدن گرفت  ** صد هزاران ژاژ خاییدن گرفت 
  • Bu benlikle nefsi gelişti, vesveseler doğmaya başladı. Yüz binlerce abes şeyler gevelemeye başladı.
  • صد بیابان زان سوی حرص و حسد  ** تا بدان‌جا چشم بد هم می‌رسد  4770
  • O makamdan hırs ve hasedin bulunduğu yere kadar yüzlerce çöl, yüzlerce ova vardır. Fakat kem göz, ta oraya gelip çatmadaydı.
  • بحر شه که مرجع هر آب اوست  ** چون نداند آنچ اندر سیل و جوست 
  • Her suyun dönüp gittiği yer olan padişahın denizi, nasıl olur da selde, ırmakta bulunanı bilmez?
  • شاه را دل درد کرد از فکر او  ** ناسپاسی عطای بکر او 
  • Onun el dokunmamış fikrinde doğmuş olan küfran yüzünden padişahın gönlü dertlendi.
  • گفت آخر ای خس واهی‌ادب  ** این سزای داد من بود ای عجب 
  • Dedi ki: Ey edepsiz aşağılık adam! Şaşılacak şey, benim yaptığım iyiliklere karşı lâyığım bu muydu?
  • من چه کردم با تو زین گنج نفیس  ** تو چه کردی با من از خوی خسیس 
  • Ben sana bunca nefis hazineler verdim. Aşağılık huyunla sen, bana neler yaptın?
  • من ترا ماهی نهادم در کنار  ** که غروبش نیست تا روز شمار  4775
  • Ben senin kucağına öyle bir ay verdim ki kıyamet gününe kadar gurubu yoktur.
  • در جزای آن عطای نور پاک  ** تو زدی در دیده‌ی من خار و خاک 
  • Sen o parlak nura karşılık benim yüzüme toz toprak serptin, diken hatırdın ha.
  • من ترا بر چرخ گشته نردبان  ** تو شده در حرب من تیر و کمان 
  • Ben göğe çıkman için sana merdiven kurdum. Sen benimle savaşmak için oka, yaya sarıldın.
  • درد غیرت آمد اندر شه پدید  ** عکس درد شاه اندر وی رسید 
  • Padişahta bir gayret derdidir peydahlandı. Padişahın derdinin aksi, ona vurdu.
  • مرغ دولت در عتابش بر طپید  ** پرده‌ی آن گوشه گشته بر درید 
  • Dargınlığı yüzünden devlet kuşu çırpınmaya başladı. O rahat bucağında oturan şehzadenin perdesini yırttı.
  • چون درون خود بدید آن خوش‌پسر  ** از سیه‌کاری خود گرد و اثر  4780
  • O güzelim şehzade, yaptığı kötülüğün eserini derhal içinde duydu.
  • از وظیفه‌ی لطف و نعمت کم شده  ** خانه‌ی شادی او پر غم شده 
  • O lütuf ve nimet vazifesi azaldı. Neşe yurdu gamla doldu.
  • با خود آمد او ز مستی عقار  ** زان گنه گشته سرش خانه‌ی خمار 
  • O şaraptan meydana gelen sarhoşluğu geçti, kendine geldi. O suç yüzünden başı, sarhoşluktao meydana gelen sersemliğe yurt kesildi.
  • خورده گندم حله زو بیرون شده  ** خلد بر وی بادیه و هامون شده 
  • Buğday yedi, cennet elbiselerinden soyundu. Cennet, ona bir çöl oldu.