English    Türkçe    فارسی   

6
918-967

  • باد سرگردان ببین اندر خروش  ** پیش امرش موج دریا بین بجوش 
  • Başı dönmüş rüzgârın dönüşünü seyret de onun emrine uymuş olan deniz dalgalarının coşup köpürüşünü gör.
  • آفتاب و ماه دو گاو خراس  ** گرد می‌گردند و می‌دارند پاس 
  • Güneşle ay, iki değirmen öküzüdür. Dönüp dururlar ve etrafı korurlar.
  • اختران هم خانه خانه می‌دوند  ** مرکب هر سعد و نحسی می‌شوند  920
  • Yıldızlar da konak konak koşarlar. Her kutlu ve kutsuz şeyin bineği olurlar.
  • اختران چرخ گر دورند هی  ** وین حواست کاهل‌اند و سست‌پی 
  • Felekteki yıldızlar, uzak olduklarından, duyguların da tembel ve gevşek olup iz izleyemediklerinden onların hakikatini bilemezsin.
  • اختران چشم و گوش و هوش ما  ** شب کجااند و به بیداری کجا 
  • Bizim göz, kulak ve akıl yıldızlarımız, gece nerededir, uyanıkken nerede?
  • گاه در سعد و وصال و دلخوشی  ** گاه در نحس فراق و بیهشی 
  • Gâh kutlulukla, vuslatta, gönülleri hoş. Gâh kutsuzlukla, ayrılıkta kendilerinden geçmişlerdir.
  • ماه گردون چون درین گردیدنست  ** گاه تاریک و زمانی روشنست 
  • Felekteki ay, böyle dönüp durdukça bazen kapkaranlıktır bir zamanda apaydınlık.
  • گه بهار و صیف هم‌چون شهد و شیر  ** گه سیاستگاه برف و زمهریر  925
  • Gâh balla süt gibi bahar ve yaz olur, gâh, bir ölüm yerine benzeyen kış, zemheri gelir çatar, karlar yağar.
  • چونک کلیات پیش او چو گوست  ** سخره و سجده کن چوگان اوست 
  • Külli olan şeyler bile onun önünde top gibi yuvarlanıp durur, çevgânına tâbi olur, secde eder.
  • تو که یک جزوی دلا زین صدهزار  ** چون نباشی پیش حکمش بی‌قرار 
  • Sen ey gönül, bu yüz binlerce varlık içinden bir cüzüsün, nasıl olur da onun hükmüne karşı kararsız bir hale gelmezsin?
  • چون ستوری باش در حکم امیر  ** گه در آخر حبس گاهی در مسیر 
  • Beyin emrindeki ata dön, at gâh ahırda mahpustur, gâh gezer dolaşır.
  • چونک بر میخت ببندد بسته باش  ** چونک بگشاید برو بر جسته باش 
  • Seni de bir mıha bağladı mı sabret, çözdü mü yürü sıçra.
  • آفتاب اندر فلک کژ می‌جهد  ** در سیه‌روزی خسوفش می‌دهد  930
  • Güneş gökyüzünde eğri büğrü gitti mi yüzü kararır, Allah onu bir tutulmaya uğratır.
  • کز ذنب پرهیز کن هین هوش‌دار  ** تا نگردی تو سیه‌رو دیگ‌وار 
  • Sen de aklını başına devşir de tutulma yerine düşmemeye savaş, bu suretle de tencere gibi yüzü kara bir hale gelme.
  • ابر را هم تازیانه‌ی آتشین  ** می‌زنندش کانچنان رو نه چنین 
  • Buluta da öyle yürüme, böyle yürü diye ateşten kırbaç vururlar.
  • بر فلان وادی ببار این سو مبار  ** گوشمالش می‌دهد که گوش دار 
  • Filân ovaya yağmur yağdır, buraya değil, kulağını aç diye kulağını bururlar.
  • عقل تو از آفتابی بیش نیست  ** اندر آن فکری که نهی آمد مه‌ایست 
  • Senin aklın, güneşten artık değildir ya. Nehyedilen fikirde kakılıp kalma.
  • کژ منه ای عقل تو هم گام خویش  ** تا نیاید آن خسوف رو به پیش  935
  • Ey akıl, sen de dizginini eğriltme de tutulup nursuz bir hale gelmeyesin.
  • چون گنه کمتر بود نیم آفتاب  ** منکسف بینی و نیمی نورتاب 
  • Güneşin suçu az oldu mu az tutulur, yarısını tutulmuş görürsün, yarısını nurlu.
  • که به قدر جرم می‌گیرم ترا  ** این بود تقریر در داد و جزا 
  • Allah, bu suretle seni suçun ne kadarsa o kadar tutarım. Suça verilen ceza suç miktarıncadır.
  • خواه نیک و خواه بد فاش و ستیر  ** بر همه اشیا سمیعیم و بصیر 
  • İster iyi olsun ister kötü... İster âşikar olsun, ister gizli... Biz her şeyi duyarız, her şeyi görürüz der.
  • زین گذر کن ای پدر نوروز شد  ** خلق از خلاق خوش پدفوز شد 
  • Babacığım, bundan geç, nevruz oldu, halk, Allah lütfuna ulaştı, herkesin ağzına tat geldi.
  • باز آمد آب جان در جوی ما  ** باز آمد شاه ما در کوی ما  940
  • Yine ırmağımıza can suyu geldi. Yine padişahımız köyümüze kondu.
  • می‌خرامد بخت و دامن می‌کشد  ** نوبت توبه شکستن می‌زند 
  • Baht, salınıp gezmede, eteğini sürmede, tövbeyi bozma zamanı geldi diye naralar atmadadır.
  • توبه را بار دگر سیلاب برد  ** فرصت آمد پاسبان را خواب برد 
  • Yine sel geldi, tövbeyi silip süpürdü. Bekçi uykuya daldı, fırsat vakti gelip çattı.
  • هر خماری مست گشت و باده خورد  ** رخت را امشب گرو خواهیم کرد 
  • Her mahmur, şarap içti, sarhoş oldu. Bu gece varımızı, yoğumuzu rehine koyacağız.
  • زان شراب لعل جان جان‌فزا  ** لعل اندر لعل اندر لعل ما 
  • O canlara canlar katan lâl şarapla, lâl içinde lâl olduk, lâl içinde lâl kesildik.
  • باز خرم گشت مجلس دلفروز  ** خیز دفع چشم بد اسپند سوز  945
  • Yine meclis şenlendi, gönülleri parlattı. Kalk, kem göz değmesin diye mangala çörekotu at.
  • نعره‌ی مستان خوش می‌آیدم  ** تا ابد جانا چنین می‌بایدم 
  • Güzel sarhoşların naralarını duyuyorum. Canım, ta sonuna kadar böyle olmayalım işte.
  • نک هلالی با بلالی یار شد  ** زخم خار او را گل و گلزار شد 
  • İşte bir Hilâl bir Bilâl’e dost oldu. Diken yarası, ona gül ve gülnar kesildi.
  • گر ز زخم خار تن غربال شد  ** جان و جسمم گلشن اقبال شد 
  • Beden, diken yarası ile kalbura döndü ama canım, bedenim, devlet gülistanı oldu.
  • تن به پیش زخم خار آن جهود  ** جان من مست و خراب آن و دود 
  • Beden, o kâfirin dikeninin zahmı önünde ama canım, Allah’nın sarhoşu!
  • بوی جانی سوی جانم می‌رسد  ** بوی یار مهربانم می‌رسد  950
  • Canıma bir can kokusudur gelmede, merhametli sevgilimin kokusu erişmede.
  • از سوی معراج آمد مصطفی  ** بر بلالش حبذا لی حبذا 
  • Mustafa, Miraçtan geldi, Bilâl’ine ne mutlu ne mutlu!
  • چونک صدیق از بلال دم‌درست  ** این شنید از توبه‌ی او دست شست 
  • Sıddıyk, doğru özlü, doğru sözlü Bilâl’den bu sözleri duyunca tövbesinden el yudu.
  • باز گردانیدن صدیق رضی الله عنه واقعه‌ی بلال را رضی الله عنه و ظلم جهودان را بر وی و احد احد گفتن او و افزون شدن کینه‌ی جهودان و قصه کردن آن قضیه پیش مصطفی علیه‌السلام و مشورت در خریدن او 
  • Allah razı olsun,Sıddıyk’ın bu vakayı Mustafa aleyhiselâm’a söylemesi, Bilâl’e, kâfirlerin yaptıkları zulümleri ve onun “Ahad ,Ahad” demesi yüzünden daha fazla zulmettiklerini anlatması,onu almak için birbirleriyle danışmaları
  • بعد از آن صدیق پیش مصطفی  ** گفت حال آن بلال با وفا 
  • Sıddıyk bunun üzerine Mustafa’nın yanına gelip vefalı Bilâl’in halini anlattı.
  • کان فلک‌پیمای میمون‌بال چست  ** این زمان در عشق و اندر دام تست 
  • Dedi ki: O felekleri ölçen çevik ve kutlu kanatlı Bilâl, şimdi senin aşkına düşmüş, senin tuzağına tutulmuştur.
  • باز سلطانست زان جغدان برنج  ** در حدث مدفون شدست آن زفت‌گنج  955
  • Padişahın doğanıyken o kuzgunlardan zahmetlere uğramada. O ağır define, pislik içine gömülmüş.
  • جغدها بر باز استم می‌کنند  ** پر و بالش بی‌گناهی می‌کنند 
  • Baykuşlar, doğana sitem etmedeler. Suçsuz olduğu halde kanatlarını yolmadalar.
  • جرم او اینست کو بازست و بس  ** غیر خوبی جرم یوسف چیست پس 
  • Suçu ancak doğan oluşu. Yusuf’un güzellikten başka ne suçu var ki?
  • جغد را ویرانه باشد زاد و بود  ** هستشان بر باز زان زخم جهود 
  • Baykuşun yeri yurdu yıkık yerlerdir. Onun için doğana kâfirce kızmadalar.
  • که چرا می یاد آری زان دیار  ** یا ز قصر و ساعد آن شهریار 
  • Neden o diyarı hatırlıyorsun? Neden padişahın köşkünü, bileğini anıyorsun?
  • در ده جغدان فضولی می‌کنی  ** فتنه و تشویش در می‌افکنی  960
  • Baykuşların köyünde gevezelik ediyor, buraya bir kargaşalıktır salıyorsun.
  • مسکن ما را که شد رشک اثیر  ** تو خرابه خوانی و نام حقیر 
  • Feleğin üstündeki esir bile, yuvamıza haset ederken sen oraya yıkık yer diyor, orayı hor görüyorsun.
  • شید آوردی که تا جغدان ما  ** مر ترا سازند شاه و پیشوا 
  • Deli oldun galiba ki baykuşların seni padişah ve başbuğ yapmaları hevesine kapıldın.
  • وهم و سودایی دریشان می‌تنی  ** نام این فردوس ویران می‌کنی 
  • Vehme, sevdaya kapılıp dönmede, dolaşmada, bu cennete virane adını takmadasın.
  • بر سرت چندان زنیم ای بد صفات  ** که بگویی ترک شید و ترهات 
  • Kötü huylu herif, bu delilik, bu saçma fikirler, kafadan çıkıncaya kadar kafana vuracağız senin.
  • پیش مشرق چارمیخش می‌کنند  ** تن برهنه شاخ خارش می‌زنند  965
  • Bu sözlerle onu doğuya karşı çarmıha geriyorlar, elbiselerini soyup çıplak vücudunu diken dallarıyla dövüyorlar.
  • از تنش صد جای خون بر می‌جهد  ** او احد می‌گوید و سر می‌نهد 
  • Bedeninden yüzlerce kan ırmağı fışkırmada. Öyle olduğu halde “Ahad” diyerek baş koymada.
  • پندها دادم که پنهان دار دین  ** سر بپوشان از جهودان لعین 
  • Dinini gizle, melûn kâfirlerden sırrını sakla diye öğütler verdim.