English    Türkçe    فارسی   

3
1851-1860

  • گفت این نیکو لباسست ای فتی ** درمصاف و جنگ دفع زخم را
  • “Civanım, bu, savaşta yaralanmamak için güzel bir elbisedir” dedi.
  • گفت لقمان صبر هم نیکو دمیست ** که پناه و دافع هر جا غمیست
  • Lokman dedi ki. “Sabır da güzel bir iş. Her dertte ona sığınmak gerek, her gamı o giderir.”
  • صبر را با حق قرین کرد ای فلان ** آخر والعصر را آگه بخوان
  • A kişi “Vel asri” suresinin sonunu dikkatlice oku da bak. Allah o surede sabrı hakla beraber andı, sabrı hakka eş etti.
  • صد هزاران کیمیا حق آفرید ** کیمیایی همچو صبر آدم ندید
  • Allah, yüz binlerce kimya yarattı ama insan, sabır gibi bir kimya görmedi.
  • بقیه‌ی حکایت نابینا و مصحف
  • Körün Mushaf okuması hikâyesinin sonu
  • مرد مهمان صبرکرد و ناگهان ** کشف گشتش حال مشکل در زمان 1855
  • Konuk da sabretti. Ansızın müşkül halloldu, anlamak istediğini anladı.
  • نیم‌شب آواز قرآن را شنید ** جست از خواب آن عجایب را بدید
  • Gece yarısı Kur’an sesini duydu. Uykusundan sıçradı, şu acayip şeyi gördü:
  • که ز مصحف کور می‌خواندی درست ** گشت بی‌صبر و ازو آن حال جست
  • Kör, mushaftan Kur’an okumaktaydı. Hem de doğru olarak okuyordu. Sabırsızlandı, bu hali sordu, dedi ki:
  • گفت آیا ای عجب با چشم کور ** چون همی‌خوانی همی‌بینی سطور
  • “Gözün kör olduğu halde şaştım doğrusu, bu satırları nasıl okuyabiliyorsun sen?
  • آنچ می‌خوانی بر آن افتاده‌ای ** دست را بر حرف آن بنهاده‌ای
  • Okuduğun satıra bakmakta, elini okuduğun harflerin üstünde gezdirmektesin.
  • اصبعت در سیر پیدا می‌کند ** که نظر بر حرف داری مستند 1860
  • Parmağını satırlar üstünde gezdirişinden anlaşılıyor, mutlaka harfleri görüyorsun.”