English    Türkçe    فارسی   

1
193-217

  • ای شده اندر سفر با صد رضا ** خود به پای خویش تا سوء القضا
  • Ey yüzlerce razılıkla sefere düşen ve bizzat kendi ayağı ile kötü bir kazaya giden!
  • در خیالش ملک و عز و مهتری ** گفت عزرائیل رو آری بری‌‌
  • Hayalinde mülk, şeref ve ululuk. Fakat Azrail “Git, evet, muradına erişirsin” demekte!
  • چون رسید از راه آن مرد غریب ** اندر آوردش به پیش شه طبیب‌‌ 195
  • O garip kişi yoldan gelince, hekim, onu padişahın huzuruna götürdü;
  • سوی شاهنشاه بردندش به ناز ** تا بسوزد بر سر شمع طراز
  • Güzellik mumunun başı ucunda yakılması için onu, padişahın yanına izzet ve ikramla iletti.
  • شاه دید او را بسی تعظیم کرد ** مخزن زر را بدو تسلیم کرد
  • Padişah, onu görünce pek ağırladı, altın hazinesini ona teslim etti.
  • پس حکیمش گفت کای سلطان مه ** آن کنیزک را بدین خواجه بده‌‌
  • Sonra hekim dedi ki: “Ey büyük sultan o cariyeciği bu tacire ver
  • تا کنیزک در وصالش خوش شود ** آب وصلش دفع آن آتش شود
  • Ki visali ile iyileşsin, visalinin suyu o ateşi gidersin.”
  • شه بدو بخشید آن مه روی را ** جفت کرد آن هر دو صحبت جوی را 200
  • Padişah, o ay yüzlüyü kuyumcuya bahşetti, o iki sohbet müştakını birbirine çift etti.
  • مدت شش ماه می‌‌راندند کام ** تا به صحت آمد آن دختر تمام‌‌
  • Altı ay kadar murat alıp murat verdiler. Bu suretle o kız da tamamen iyileşti.
  • بعد از آن از بهر او شربت بساخت ** تا بخورد و پیش دختر می‌‌گداخت‌‌
  • Ondan sonra hekim, kuyumcuya bir şerbet yaptı, kuyumcu içti, kızın karşısında erimeye başladı.
  • چون ز رنجوری جمال او نماند ** جان دختر در وبال او نماند
  • Hastalık yüzünden kuyumcunun güzelliği kalmayınca kızın canı, onun derdinden azat oldu, ondan vazgeçti.
  • چون که زشت و ناخوش و رخ زرد شد ** اندک اندک در دل او سرد شد
  • Kuyumcu, çirkinleşip hastalanınca, yüzü sararıp solunca kızın gönlü de yavaş yavaş ondan soğudu.
  • عشقهایی کز پی رنگی بود ** عشق نبود عاقبت ننگی بود 205
  • Ancak zahirî güzelliğe ait bulunan aşklar aşk değildir. Onlar nihayet bir âr olur.
  • کاش کان هم ننگ بودی یک سری ** تا نرفتی بر وی آن بد داوری‌‌
  • Keşke kuyumcu baştanbaşa ayıp ve âr olsaydı, tamamıyla çirkin bulunsaydı da başına bu kötü hal gelmeseydi!
  • خون دوید از چشم همچون جوی او ** دشمن جان وی آمد روی او
  • Kuyumcunun gözünden ırmak gibi kanlar aktı, yüzü canına düşman kesildi.
  • دشمن طاوس آمد پر او ** ای بسی شه را بکشته فر او
  • Tavus kuşunun kanadı, kendisine düşmandır. Nice padişahlar vardır ki kuvvet ve azametleri helâklerine sebep olmuştur.
  • گفت من آن آهوم کز ناف من ** ریخت این صیاد خون صاف من‌‌
  • Kuyumcu, ”Ben o ahuyum ki göbeğimin miskinden dolayı bu avcı, benim saf kanımı dökmüştür.
  • ای من آن روباه صحرا کز کمین ** سر بریدندش برای پوستین‌‌ 210
  • Ah, ben o sahra tilkisiyim ki postum için beni tuzağa düşürüp tuttular, başımı kestiler.
  • ای من آن پیلی که زخم پیل بان ** ریخت خونم از برای استخوان‌‌
  • Ah, ben o filim ki dişimi elde etmek için filci benim kanımı döktü.
  • آن که کشتستم پی مادون من ** می‌‌نداند که نخسبد خون من‌‌
  • Beni, benden aşağı birisi için öldüren, kanımı döken; bilmiyor ki benim kanım uyumaz!
  • بر من است امروز و فردا بر وی است ** خون چون من کس چنین ضایع کی است‌‌
  • Bugün bana ise yarın onadır. Böyle benim gibi bir adamın kanı nasıl zayi olur?
  • گر چه دیوار افکند سایه‌‌ی دراز ** باز گردد سوی او آن سایه باز
  • Duvar gerçi (günün ilk kısmında yere) uzun bir gölge düşürür; fakat o gölge, gölgeyi meydana getirene avdet eder.
  • این جهان کوه است و فعل ما ندا ** سوی ما آید نداها را صدا 215
  • Bu cihan dağdır, bizim yaptıklarımız ses. Seslerin aksi yine bizim semtimize gelir” dedi.
  • این بگفت و رفت در دم زیر خاک ** آن کنیزک شد ز عشق و رنج پاک‌‌
  • Kuyumcu, bu sözleri söyledi ve hemen toprak altına gitti. O cariyecik de aşktan ve hastalıktan arındı, tertemiz oldu.
  • ز انکه عشق مردگان پاینده نیست ** ز انکه مرده سوی ما آینده نیست‌‌
  • Çünkü ölülerin aşkı ebedî değildir, çünkü ölü, tekrar bize gelmez.