- 
		    در دلالت همچو آباند و درخت ** چون به ماهیت روی دورند سخت
 
		    - Delâlet hususunda mâna ile suret, su ile ağaç gibidir. Mahiyetlerine bakarsan birbirlerinden tamamı ile uzaktırlar.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    ترک ماهیات و خاصیات گو ** شرح کن احوال آن دو ماهرو
 
		    - Sen mahiyetleri de bırak, hasasları da. O iki rızık arayan karıkocanın ahvalini anlat.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
	      
	       
	      
		  
		  
	       
		  
		  - 
		  دل نهادن عرب بر التماس دل بر خویش و سوگند خوردن که در این تسلیم مرا حیلتی و امتحانی نیست
 
		  - O Arabın, karısının dileğine uyması ve “ Bu inkıyatta bir hilem var, ne de imtihan yoluyla yapıyorum “ diye yemin etmesi
 
	        
	      
	       
	      
	       
	      
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    مرد گفت اکنون گذشتم از خلاف ** حکم داری تیغ بر کش از غلاف
 
		    - Arap dedi ki: “Ayrılıktan vazgeçtim. Hüküm senin… Kılıcı kından çek, emret.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    هر چه گویی من ترا فرمانبرم ** در بد و نیک آمد آن ننگرم
 
		    - Ne dersen ben sana tâbiim; emrin, ister iyi olsun, ister kötü... ona bakmam.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   در وجود تو شوم من منعدم ** چون محبم حب یعمی و یصم   2645
 
		    - Senin uğruna feda olayım; çünkü seni seviyorum. Sevgi; insanı kör eder, sağır yapar.”
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گفت زن آهنگ برم میکنی ** یا به حیلت کشف سرم میکنی
 
		    - Kadın “Sahiden beni seviyor musun, yoksa hile ile sırrımı öğrenmek mi istiyorsun?” dedi.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گفت و الله عالم السر الخفی ** کافرید از خاک آدم را صفی
 
		    - Erkek dedi ki: “Gizli sırları bilen ve Âdem Safi’yi yaratan Tanrı hakkı için (Seni seviyorum).
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    در سه گز قالب که دادش وا نمود ** هر چه در الواح و در ارواح بود 
 
		    - Tanrı, Âdem’e üç arşın bir boy verdiği halde ruhlarda, levhlerde ne varsa hepsini gösterdi.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    تا ابد هر چه بود او پیش پیش ** درس کرد از علم الاسماء خویش
 
		    - Tanrı, ona ezelden ebede kadar ne varsa ve ne olacaksa, önceden ve “Allemelesmâ” sından ders verdi, öğretti.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   تا ملک بیخود شد از تدریس او ** قدس دیگر یافت از تقدیس او   2650
 
		    - Bu suretle melekler, onun ders vermesine hayran oldular, kendilerinden geçtiler. Onun takdisiyle başka bir mukaddesliğe eriştiler.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    آن گشادیشان کز آدم رو نمود ** در گشاد آسمانهاشان نبود
 
		    - Âdem’in yüzünden nail oldukları fütuhata, göklerde bile erişememişlerdir.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    در فراخی عرصهی آن پاک جان ** تنگ آمد عرصهی هفت آسمان
 
		    - Âdem’in o pak ruhunun fezasına nispetle yedi gök sahası bile dardı.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گفت پیغمبر که حق فرموده است ** من نگنجم هیچ در بالا و پست
 
		    - Peygamber dedi ki “Tanrı; 'Ben yücelere, aşağılara sığmam.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    در زمین و آسمان و عرش نیز ** من نگنجم این یقین دان ای عزیز
 
		    -  Yere, göğe, hatta arşa sığmam' buyurdu." Bunu, ey aziz, yakînen bil.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   در دل مومن بگنجم ای عجب ** گر مرا جویی در آن دلها طلب   2655
 
		    -  Fakat şaşılacak şeydir ki inanan kişinin kalbine sığarım. Beni ararsan inanan gönüllerde ara buyurdu” dedi.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گفت ادخل فی عبادی تلتقی ** جنة من رؤیتی یا متقی
 
		    - Tanrı dedi ki: “Ey haramdan, şüpheli şeylerden sakınan! Kullarımın arasına gir ki bu suretle beni görme cennetine erişesin.”
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    عرش با آن نور با پهنای خویش ** چون بدید آن را برفت از جای خویش
 
		    - Arş, bile o nuriyle, o genişliğiyle beraber Âdem’ görünce yerinden kalktı.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    خود بزرگی عرش باشد بس مدید ** لیک صورت کیست چون معنی رسید
 
		    - Arşın sonsuz bir büyüklüğü var, fakat mânaya karşı suret nedir ki?
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    هر ملک میگفت ما را پیش از این ** الفتی میبود بر گرد زمین
 
		    - Her melek diyordu ki: Bizim bundan önce yeryüzüyle üfletimiz vardı.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   تخم خدمت بر زمین میکاشتیم ** ز آن تعلق ما عجب میداشتیم   2660
 
		    - Hizmet ve ibadet tohumunu yere ekiyorduk. Yere olan bu meylimize, bu alâkamıza da şaşmaktaydık.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    کاین تعلق چیست با این خاکمان ** چون سرشت ما بده ست از آسمان
 
		    - Gökten yaratıldığımız halde yeryüzüne bu alâkamız nedir?
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    الف ما انوار با ظلمات چیست ** چون تواند نور با ظلمات زیست
 
		    - Biz nurlarız, karanlıklarla ülfetimiz neden? Nur zulmetlerle yaşayabilir mi?
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    آدما آن الف از بوی تو بود ** ز آن که جسمت را زمین بد تار و پود
 
		    - Ey Âdem! O ülfet, senin kokundanmış. Çünkü cisminin nesci yeryüzü.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    جسم خاکت را از اینجا بافتند ** نور پاکت را در اینجا یافتند
 
		    - Topraktan olan cismini yeryüzünde dokudular; pak nurunu burada buldular.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   این که جان ما ز روحت یافته ست ** پیش پیش از خاک آن میتافته ست   2665
 
		    - Şimdi canımızın ruhundan bulduğu ülfet, bundan önce cisminin yoğrulduğu topraktan parlıyordu.