English    Türkçe    فارسی   

2
100-124

  • آینه‏ی کلی ترا دیدم ابد ** دیدم اندر چشم تو من نقش خود 100
  • Seni ebedî olarak küllî bir ayna gördüm. Gözünden kendi suretimi müşahede ettim.
  • گفتم آخر خویش را من یافتم ** در دو چشمش راه روشن یافتم‏
  • Nihayet ben, beni buldum, iki gözünde aydın bir yol gördüm, dedim
  • گفت وهمم کان خیال تست هان ** ذات خود را از خیال خود بدان‏
  • Vehmin; kendine gel, o senin hayalindir. Kendini hayalinden ayırt et dedi.
  • نقش من از چشم تو آواز داد ** که منم تو تو منی در اتحاد
  • Suretim gözünden seslendi: Birlikte ben senim, sen de bensin.
  • کاندر این چشم منیر بی‏زوال ** از حقایق راه کی یابد خیال‏
  • Hayal bu zevali olmayan aydın gözdeki hakikatlerden nasıl yol bulur da girer?
  • در دو چشم غیر من تو نقش خود ** گر ببینی آن خیالی دان و رد 105
  • Suretini, benden başkasının gözlerinden görürsen onu hayal bil, onu reddet!
  • ز آن که سرمه‏ی نیستی در می‏کشد ** باده از تصویر شیطان می‏چشد
  • Çünkü benden başkası, gözüne yokluk sürmesi çekmekte hakikatte yok olan şeylerle gözünü sürmelemekte… Şarabı, Şeytanının tasvirinden tatmaktadır.
  • چشمشان خانه‏ی خیال است و عدم ** نیستها را هست بیند لاجرم‏
  • Onun gözü hayal ve yokluk evidir. Hulâsa o, yokları var görür.
  • چشم من چون سرمه دید از ذو الجلال ** خانه‏ی هستی است نه خانه‏ی خیال‏
  • Benim gözüme ululuk sahibi Allah’ın sürmesiyle sürmelenmiştir. Varlık evidir, hayal evi değil.
  • تا یکی مو باشد از تو پیش چشم ** در خیالت گوهری باشد چو یشم‏
  • Gözünde bir tek kıl olsa hayalinde gevher, yeşim taşı gibi görünür.
  • یشم را آن گه شناسی از گهر ** کز خیال خود کنی کلی عبر 110
  • Hayalinden tamamıyla geçersen o vakit yeşim taşını, gevherden ayırt edebilirsin.
  • یک حکایت بشنو ای گوهر شناس ** تا بدانی تو عیان را از قیاس‏
  • Ey gevher tanıyan kişi, bir hikâye dinle de meydanda ve apaçık olan şeyi kıyastan fark et.
  • هلال پنداشتن آن شخص خیال را در عهد عمر
  • Allah razı olsun, Ömer zamanında birisinin, hayalini hilâl sanması.
  • ماه روزه گشت در عهد عمر ** بر سر کوهی دویدند آن نفر
  • Ömer zamanında oruç ayı geldi. Birkaç kişi bir dağın tepesine koştu.
  • تا هلال روزه را گیرند فال ** آن یکی گفت ای عمر اینک هلال‏
  • Oruç ayının hilâlini görüp kutlulanmak, onu hayra yormak istiyorlardı. Birisi “ Ey Ömer, işte hilâl” dedi.
  • چون عمر بر آسمان مه را ندید ** گفت کاین مه از خیال تو دمید
  • Ömer gökyüzüne baktıysa da ayı göremedi. “ Bu ay senin hayalinden meydana geldi.
  • ور نه من بیناترم افلاک را ** چون نمی‏بینم هلال پاک را 115
  • Yoksa ben, gökleri senden daha iyi görürüm. Tertemiz hilâli nasıl olur da görmem?
  • گفت تر کن دست و بر ابرو بمال ** آن گهان تو بر نگر سوی هلال‏
  • Elini ısla da kaşını sıvazla. Ondan sonra hilâle bak!” dedi.
  • چون که او تر کرد ابرو مه ندید ** گفت ای شه نیست مه شد ناپدید
  • Adam elini ıslayıp kaşını sıvazlayınca ayı göremedi. “ Padişahım, ay yok görünmez oldu” dedi.
  • گفت آری موی ابرو شد کمان ** سوی تو افکند تیری از گمان‏
  • Ömer dedi ki: “Evet, kaşının kılı seni şüphelendirdi; yaydan sana bir ok attı”.
  • چون یکی مو کج شد او را راه زد ** تا به دعوی لاف دید ماه زد
  • Onun yolunu bir eğri kıl kesti, o yüzden ayı gördüm diye davaya kalkıştı.
  • موی کج چون پرده‏ی گردون بود ** چون همه اجزات کج شد چون بود 120
  • Bir eğri kıl gökyüzüne perde olursa bütün vücudun eğri olunca halin ne olur?
  • راست کن اجزات را از راستان ** سر مکش ای راست رو ز آن آستان‏
  • Her cüz’ünü doğrulara uyup doğrult. Ey doğru yola giden, o eşikten baş çekme!
  • هم ترازو را ترازو راست کرد ** هم ترازو را ترازو کاست کرد
  • Teraziyi, terazi doğrulttuğu gibi terazinin değerini azaltan da yine terazidir.
  • هر که با ناراستان هم سنگ شد ** در کمی افتاد و عقلش دنگ شد
  • Doğru olmayanlarla tartılan eksikliğe düşer, aklı şaşar kalır.
  • رو أشداء علی الکفار باش ** خاک بر دل داری اغیار پاش‏
  • Yürü, kâfirlere karşı şiddetli ol; ağyarın dostluğuna toprak saç!