English    Türkçe    فارسی   

2
1276-1300

  • یوسف حسنی و این عالم چو چاه ** وین رسن صبر است بر امر اله‏
  • Güzellik Yusuf’un, bu âlem kuyu gibidir. Bu ip de Allah emrine sabretmedir.
  • یوسفا آمد رسن در زن دو دست ** از رسن غافل مشو بی‏گه شده ست‏
  • Ey Yusuf, ip sarktı, iki elinle yapış. İpten gafil olma, vakit geçiyor.
  • حمد لله کین رسن آویختند ** فضل و رحمت را بهم آمیختند
  • Allah’a hamdolsun ki bu ipi sarkıttılar, fazıl ve rahmeti birbirine kattılar.
  • تا ببینی عالم جان جدید ** عالم بس آشکار ناپدید
  • Bu ipe yapış da yeni bir can âlemi apaşikar, fakat görünmez bir âlem göresin.
  • این جهان نیست چون هستان شده ** و آن جهان هست بس پنهان شده‏ 1280
  • Hakikatte yok olan şu cihan var gibi görünmekte, hakikatte var olan cihan da adamakıllı gizlenmede.
  • خاک بر باد است و بازی می‏کند ** کژنمایی پرده سازی می‏کند
  • Rüzgâr esti mi toz toprak görünür, uçup savrulur, rüzgâr görünmez. Toz toprak kendisini gösterir, rüzgâra perde olur.
  • اینکه بر کار است بی‏کار است و پوست ** و انکه پنهان است مغز و اصل اوست‏
  • Zahiren iş işleyen, hakikatte işsizdir, deriden ibarettir. Gizli olan içtir; asıl odur.
  • خاک همچون آلتی در دست باد ** باد را دان عالی و عالی نژاد
  • Toprak, rüzgârın elinde bir alete benzer. Asıl toprağı yüce ve tabiatı yüksek bil.
  • چشم خاکی را به خاک افتد نظر ** باد بین چشمی بود نوعی دگر
  • Toprağa mensup gözün bakışı da toprağa düşer. Rüzgârı gören göz başka bir çeşittir.
  • اسب داند اسب را کاو هست یار ** هم سواری داند احوال سوار 1285
  • Atı at bilir; at, atın eşitidir. Binicinin ahvalini de binici bilir.
  • چشم حس اسب است و نور حق سوار ** بی‏سواره اسب خود ناید به کار
  • Duygu gözü attır, binici Hak nuru. Binici olmadıkça at, zaten işe yaramaz ki.
  • پس ادب کن اسب را از خوی بد ** ور نه پیش شاه باشد اسب رد
  • Şu halde ata terbiye ver, kötü huyunu terk ettir. Yoksa padişah onu kabul etmez.
  • چشم اسب از چشم شه رهبر بود ** چشم او بی‏چشم شه مضطر بود
  • Atın gözüne yol gösteren, padişahın gözüdür. Padişahın gözü olmadıkça at, bir şey göremez.
  • چشم اسبان جز گیاه و جز چرا ** هر کجا خوانی بگوید نه چرا
  • Atların gözleri, ottan, otlaktan başka bir yerde değildir. Onları buralardan başka nereye çağırsan “ gelmem, niye geleyim” derler.
  • نور حق بر نور حس راکب شود ** آن گهی جان سوی حق راغب شود 1290
  • Allah nuru, duygu nuruna binmiştir de ondan sonra can, Allah’a rağbet etmiştir.
  • اسب بی‏راکب چه داند رسم راه ** شاه باید تا بداند شاه راه‏
  • Binici olmayan at yol gitmeyi ne bilir? Doğru ve ana caddeyi bilmek için padişah lâzım.
  • سوی حسی رو که نورش راکب است ** حس را آن نور نیکو صاحب است‏
  • Nuru, binici olan duyguya doğrul. O onur, duyguya ne güzel bir sahiptir.
  • نور حس را نور حق تزیین بود ** معنی نور علی‏ نور این بود
  • His nurunu bezeyen, Allah nurudur. Bu suretle “Nur üstüne nur” ayetinin manası zuhur eder.
  • نور حسی می‏کشد سوی ثری ** نور حقش می‏برد سوی علی‏
  • His nuru adamı yere çeker, Hak nuru Kevser ırmağına götürür.
  • ز انکه محسوسات دونتر عالمی است ** نور حق دریا و حس چون شبنمی است‏ 1295
  • Çünkü duygularla idrak edilen âlem, çok aşağılık bir âlemdir. Allah nuru bir denizdir, duygu ise bir çiğ tanesi gibi.
  • لیک پیدا نیست آن راکب بر او ** جز به آثار و به گفتار نکو
  • Fakat duyguya binmiş olan meydanda değildir, iyi eserlerinden, güzel sözlerinden başka bir şey görünmez.
  • نور حسی کاو غلیظ است و گران ** هست پنهان در سواد دیده‏گان‏
  • Duyguya mensup olan nur bile, kesif ve cismani olmakla beraber gözlerin karasında gizlidir.
  • چون که نور حس نمی‏بینی ز چشم ** چون ببینی نور آن دینی ز چشم‏
  • Öfkenden sen duygu nurunu bile görmüyorsun, dine mensup nuru nasıl görürsün?
  • نور حس با این غلیظی مختفی است ** چون خفی نبود ضیایی کان صفی است‏
  • Duygu nuru, bu kadar kesafetiyle beraber gizli olursa ap-arı olan bir ışık nasıl olur da gizli olmaz?
  • این جهان چون خس به دست باد غیب ** عاجزی پیش گرفت و داد غیب‏ 1300
  • Bu cihan, gayp rüzgârının elinde bir saman çöpüne benzer, tamamıyla âcizdir. Gayp âleminin dileği,