English    Türkçe    فارسی   

2
1630-1654

  • گویم ای خورشید مقرون شو به ماه ** هر دو را سازم چو دو ابر سیاه‏ 1630
  • Güneşe “Ey güneş, ayla birleş” der, ikisini de iki kara bulut haline getiririm.
  • چشمه‏ی خورشید را سازیم خشک ** چشمه‏ی خون را به فن سازیم مشک‏
  • Güneş çeşmesini kurutur, kan çeşmesini, sanatımla misk haline getiririm”
  • آفتاب و مه چو دو گاو سیاه ** یوغ بر گردن ببنددشان اله‏
  • Allah, güneşle ayın boyunlarına boyunduruk vurur, onları iki kara öküz gibi bağlayıverir.
  • انکار فلسفی بر قرائت إن أصبح ماؤکم غورا
  • Filozofun “İn asbaha mâüküm gavra”yı inkâr etmesi
  • مقریی می‏خواند از روی کتاب ** ماؤکم غورا ز چشمه بندم آب‏
  • Kuran okuyan biri, Kuran’dan “Mâüküm gavra” yani “Suyu kaynağından keser,
  • آب را در غورها پنهان کنم ** چشمه‏ها را خشک و خشکستان کنم‏
  • Yerin derinliklerinde gizler, kaynakları kurutur, kupkuru bir hale getirirsem,
  • آب را در چشمه کی آرد دگر ** جز من بی‏مثل با فضل و خطر 1635
  • Benim gibi ihsanda, ululukta misalsiz olan tek Allahtan başka kim vardır ki suyu tekrar kaynağına getirebilsin?” ayetini okuyordu.
  • فلسفی منطقی مستهان ** می‏گذشت از سوی مکتب آن زمان‏
  • Bir hor, hakir felsefeci, bir aşağılık mantıkçı, mektep yanından geçerken,
  • چون که بشنید آیت او از ناپسند ** گفت آریم آب را ما با کلند
  • Bu ayeti duyup hoşuna gitmedi. Dedi ki: “ Suyu külünkle biz çıkarırız.
  • ما بزخم بیل و تیزی تبر ** آب را آریم از پستی ز بر
  • Belin, kazmanın darbesiyle ta yerin dibinden kaynatırız”
  • شب بخفت و دید او یک شیر مرد ** زد طپانچه هر دو چشمش کور کرد
  • Gece uyudu, rüyada aslan gibi bir adam gördü. O adam felsefeciye bir tokat vurdu. İki gözünü de kör etti.
  • گفت زین دو چشمه‏ی چشم ای شقی ** با تبر نوری بر آر ار صادقی‏ 1640
  • Dedi ki: “Ey kötü kişi, eğer doğrucuysan, gözün doğruysa bu iki göz kaynağını da, haydi kazma ile nurlandır”
  • روز بر جست و دو چشم کور دید ** نور فایض از دو چشمش ناپدید
  • Gündüzün felsefeci sıçrayıp uykudan kalktı. Gördü ki iki gözü de kör olmuş, iki gözünün nuru da sönmüş!
  • گر بنالیدی و مستغفر شدی ** نور رفته از کرم ظاهر شدی‏
  • Eğer ağlayıp inleseydi, eğer tövbe ve istiğfar etseydi mahvolan nur, Allah keremiyle yine zuhur ederdi.
  • لیک استغفار هم در دست نیست ** ذوق توبه نقل هر سر مست نیست‏
  • Fakat istiğfar etmek de elde değildir. Tövbe zevki, her sarhoşun mezesi olmaz.
  • زشتی اعمال و شومی جحود ** راه توبه بر دل او بسته بود
  • Yapılan işlerin çirkinliği, küfür ve inkârın şomluğu, onun gönlüne tövbe gelmesine mani oluyordu, tövbe yolunu bağlamıştı.
  • دل به سختی همچو روی سنگ گشت ** چون شکافد توبه آن را بهر کشت‏ 1645
  • Gönlü, katılıkta taşa dönmüştü. Tövbe onu ekin ekmek için nasıl yarabilir?
  • چون شعیبی کو که تا او را دعا ** بهر کشتن خاک سازد کوه را
  • Nerede Şuayb gibi biri ki duasıyla dağı, ekin ekmek üzere toprak haline getirsin.
  • از نیاز و اعتقاد آن خلیل ** گشت ممکن امر صعب و مستحیل‏
  • Halil’in niyazı ve inanışı yüzünden güç ve olmayacak iş mümkün oldu.
  • یا به دریوزه‏ی مقوقس از رسول ** سنگ‏لاخی مزرعی شد با اصول‏
  • Yahut Mukavkıs’ın Peygamberden dilemesi üzerine taşlık yer, gayret güzel bir tarla haline geldi.
  • همچنین بر عکس آن انکار مرد ** مس کند زر را و صلحی را نبرد
  • Bunlar gibi o kötü adamın inkârı da aksine olarak altını bakır haline getirir, sulhu savaş yapar.
  • کهربای مسخ آمد این دغا ** خاک قابل را کند سنگ و حصا 1650
  • Bu kötü kişi, çarpma kehribarıdır. Kabiliyetli toprağı bile taş topaç yapar.
  • هر دلی را سجده هم دستور نیست ** مزد رحمت قسم هر مزدور نیست‏
  • Her gönle secde için izin yok, her ücretlinin ücreti rahmet değil.
  • هین بپشت آن مکن جرم و گناه ** که کنم توبه در آیم در پناه‏
  • Kendine gel de “ Tövbe eder, Allah’a sığınırım” diye cürümde bulunma, günah etme.
  • می‏بباید تاب و آبی توبه را ** شرط شد برق و سحابی توبه را
  • Tövbeye de bir parlaklık gerek. Tövbeye de bir şimşek bir bulut şart.
  • آتش و آبی بباید میوه را ** واجب آید ابر و برق این شیوه را
  • Meyvenin olması için hararet ve su lâzımdır. Bunun için de bulut ve şimşek icap eder.