English    Türkçe    فارسی   

2
1689-1713

  • بر مثال برگ می‏لرزی که وای ** گر رود روز و نشان ناید به جای‏
  • Eyvah, gün geçer de o alâmetler zuhur etmezse diye yaprak gibi titrersin.
  • می‏دوی در کوی و بازار و سرا ** چون کسی کاو گم کند گوساله را 1690
  • Mahallelerde, pazarlarda buzağısını kaybetmiş adam gibi koşarsın.
  • خواجه خیر است این دوادو چیستت ** گم شده اینجا که داری کیستت‏
  • Birisi “ Baba, hayrola, ne koşup duruyorsun? Burada bir şey mi kaybettin, kaybettiğin ne? ” dese,
  • گویی‏اش خیر است لیکن خیر من ** کس نشاید که بداند غیر من‏
  • “Hayırdır ama bana. Benden başka kimsenin bilmesi caiz değil.
  • گر بگویم نک نشانم فوت شد ** چون نشان شد فوت وقت موت شد
  • Söylersem bana gösterilen nişaneler kaybolur. Onlar kayboldu mu ben, öldüm gitti” dersin.
  • بنگری در روی هر مرد سوار ** گویدت منگر مرا دیوانه‏وار
  • Her atlının yüzüne dikkatle bakarsın. Baktığın adam, sana “ Bana deli gibi bakma be” der.
  • گویی‏اش من صاحبی گم کرده‏ام ** رو به جستجوی او آورده‏ام‏ 1695
  • Ben, bir sahip kaybettim. Onu aramaya yüz tuttum.
  • دولتت پاینده بادا ای سوار ** رحم کن بر عاشقان معذور دار
  • Ey atlı, devletin daimî olsun. Âşıklara acı, onları mazur tut” dersin.
  • چون طلب کردی به جد آمد نظر ** جد خطا نکند چنین آمد خبر
  • Mademki gayretle aradın dikkatle baktın, bu işe adamakıllı sarıldın. Elbette bulursun. Bir işe ciddi bir suretle sarılan yanılmaz demişler.
  • ناگهان آمد سواری نیک بخت ** پس گرفت اندر کنارت سخت سخت‏
  • Ey iyi bahtlı, ansızın atlı gelir, seni sımsıkı kucaklar.
  • تو شدی بی‏هوش و افتادی به طاق ** بی‏خبر گفت اینت سالوس و نفاق‏
  • Sen kendinden geçer, dostlarından ayrılırsın. Bu işten haberi olmayan da “ İşte sana riyakâr, işte sana münafık!” der.
  • او چه می‏بیند در او این شور چیست ** او نداند کان نشان وصل کیست‏ 1700
  • Ne bilsin o, kendisinden geçen kişinin coşkunluğu nedir? Bu kimin vuslatı, nişanesi? Bilmez ki.
  • این نشان در حق او باشد که دید ** آن دگر را کی نشان آید پدید
  • Bu nişane, gören kişinin hakkındadır. Başkasına bu nişane nereden zuhur edecek?
  • هر زمان کز وی نشانی می‏رسید ** شخص را جانی به جانی می‏رسید
  • Âşığa her an, ondan bir nişane görünmekte, canına can katılmaktadır.
  • ماهی بی‏چاره را پیش آمد آب ** این نشانها تلک آیات الکتاب‏
  • Sanki çaresiz kalmış balığın önüne su gelmiş. Bu nişaneler, o kitabın delilleridir.
  • پس نشانیها که اندر انبیاست ** خاص آن جان را بود کاو آشناست‏
  • Peygamberlerde olan nişaneler de aşina olan cana mahsustur.
  • این سخن ناقص بماند و بی‏قرار ** دل ندارم بی‏دلم معذور دار 1705
  • Bu söz noksan kaldı, bir karara bağlanmadı. Gönlüme malik değilim ki mazur gör.!
  • ذره‏ها را کی تواند کس شمرد ** خاصه آن کاو عشق عقل او ببرد
  • Zerreleri kim sayabilir ki? Hele saymaya kalkışan, aklını aşka kaptırmış bir adam olursa!
  • می‏شمارم برگهای باغ را ** می‏شمارم بانگ کبک و زاغ را
  • Bağdaki yaprakları, keklik ve karganın ötüşlerini sayabilir miyim?
  • در شمار اندر نیاید لیک من ** می‏شمارم بهر رشد ممتحن‏
  • Bunlar sayıya gelmez ama ben, sınanmış adamı ir şad etmek için sayıyorum.
  • نحس کیوان یا که سعد مشتری ** ناید اندر حصر گر چه بشمری‏
  • Zuhal yıldızının nuhusetiyle Müşterinin saadeti, saymaya kalkışan da sayıya sığmaz.
  • لیک هم بعضی از این هر دو اثر ** شرح باید کرد یعنی نفع و ضر 1710
  • Fakat böyle olduğu halde bu ikisinin bazı tesirini, yani zarar ve faydalarını anlatmak yine lâzımdır.
  • تا شود معلوم آثار قضا ** شمه ای مر اهل سعد و نحس را
  • Bu suretle kaza ve kaderin eserlerinden cüzi bir miktarı saadet ve nuhuset ehlince anlaşılmış olur.
  • طالع آن کس که باشد مشتری ** شاد گردد از نشاط و سروری‏
  • Talihi Müşteri olan kişi, neşesinden, ululuğundan sevinir;
  • و انکه را طالع زحل از هر شرور ** احتیاطش لازم آید در امور
  • Talihi Zuhal olan da şer işlere düşmemek için yaptığı şeyler de ihtiyat etmek lüzumunu anlar.