English    Türkçe    فارسی   

2
1877-1901

  • گفت پیغمبر عداوت از خرد ** بهتر از مهری که از جاهل رسد
  • Peygamber, “ Akıllının düşmanlığı, cahilin sevgisinden yeğdir” dedi.
  • رنجانیدن امیری خفته‏ای را که مار در دهانش رفته بود
  • Bir emîrin, ağzına yılan kaçan birisini incitmesi
  • عاقلی بر اسب می‏آمد سوار ** در دهان خفته‏ای می‏رفت مار
  • Akılı birisi, atına binmiş geliyordu. Uyumakta olan birisinin ağzına da bir yılan kaçmak üzereydi.
  • آن سوار آن را بدید و می‏شتافت ** تا رماند مار را فرصت نیافت‏
  • Atlı onu görüp adamcağızı kurtarmak, yılanı ürkütüp kaçırmak için koşmaya başladı. fakat fırsat bulamadı.
  • چون که از عقلش فراوان بد مدد ** چند دبوسی قوی بر خفته زد 1880
  • Aklı, kendisine yardım ettiğinden, pek akılı kişi olduğundan o uyumakta olan adama şiddetlice birkaç topuz vurdu.
  • برد او را زخم آن دبوس سخت ** زو گریزان تا به زیر یک درخت‏
  • O şiddetlice vurulan topuzun acısı, adamı bir ağaç altına kadar kaçırdı.
  • سیب پوسیده بسی بد ریخته ** گفت از این خور ای به درد آویخته‏
  • Oraya bir hayli çürük elma dökülmüştü. Adama “ Ey dertli kişi, bunları ye” dedi.
  • سیب چندان مر و را در خورد داد ** کز دهانش باز بیرون می‏فتاد
  • EKSIK
  • بانگ می‏زد کای امیر آخر چرا ** قصد من کردی تو نادیده جفا
  • “Beyim, ben sana ne yaptım, bana ne kastın var?
  • گر ترا ز اصل است با جانم ستیز ** تیغ زن یک بارگی خونم بریز 1885
  • Eğer bana hakikaten bir kastın varsa vur kılıcı, birden kanını dök!
  • شوم ساعت که شدم بر تو پدید ** ای خنک آن را که روی تو ندید
  • Sana çattığım saat ne menhus saatmiş. Ne mutlu senin yüzünü görmeyene!
  • بی‏جنایت بی‏گنه بی‏بیش و کم ** ملحدان جایز ندارند این ستم‏
  • Dinsizler bile kimseye suçsuz, günahsız, az çok bir şey yapmadan böyle sitem etmezler, bu sitemi caiz saymazlar” diyordu.
  • می‏جهد خون از دهانم با سخن ** ای خدا آخر مکافاتش تو کن‏
  • Söz söylerken ağzından kan geliyordu “ Yarabbi cezasını sen ver!” diye bağırmakta,
  • هر زمان می‏گفت او نفرین نو ** اوش می‏زد کاندر این صحرا بدو
  • Her an ona kötü söylemekte, lânet etmekteydi. Atlı ise “ bu ovada koş” diye onu dövüyordu.
  • زخم دبوس و سوار همچو باد ** می‏دوید و باز در رو می‏فتاد 1890
  • Adam, topuz acısıyla atlının korkusundan yel gibi koşmağa başladı. Hem koşuyor, hem yüzüstü düşüyordu.
  • ممتلی و خوابناک و سست بد ** پا و رویش صد هزاران زخم شد
  • Karnı toktu, uykulu ve gevşemiş bir haldeydi. Ayağında, yüzünde yüz binlerce yara vardı.
  • تا شبانگه می‏کشید و می‏گشاد ** تا ز صفرا قی شدن بر وی فتاد
  • Atlı o adamı akşam çağına kadar çekiştirip durdu. Nihayet, adamın safrası kabardı, kusmağa başladı.
  • زو بر آمد خورده‏ها زشت و نکو ** مار با آن خورده بیرون جست از او
  • İyi, kötü yediklerini kustu. Bu kusma esnasında yılan da içinden dışarı çıktı.
  • چون بدید از خود برون آن مار را ** سجده آورد آن نکو کردار را
  • O yılanı görünce kendisine iyilik eden atlıya secde etti.
  • سهم آن مار سیاه زشت زفت ** چون بدید آن دردها از وی برفت‏ 1895
  • O kapkara çirkin ve heybetli yılanı görünce bütün dertlerini unuttu.
  • گفت خود تو جبرییل رحمتی ** یا خدایی که ولی نعمتی‏
  • Dedi ki: “ Sen, bir rahmet Cebrailisin yahut da velinimet Allah’sın
  • ای مبارک ساعتی که دیدی‏ام ** مرده بودم جان نو بخشیدی‏ام‏
  • Ne kutlu saatmiş ki beni gördün. Ölüydüm, bana yeni bir can bağışladın.
  • تو مرا جویان مثال مادران ** من گریزان از تو مانند خران‏
  • Sen, beni analar gibi aramaktayken, ben eşekler gibi senden kaçıyordum.
  • خر گریزد از خداوند از خری ** صاحبش در پی ز نیکو گوهری‏
  • Eşek, sahibinden eşekliği yüzünden kaçar. Hâlbuki sahibi, iyiliğinden dolayı onun peşine düşer.
  • نه از پی سود و زیان می‏جویدش ** لیک تا در گرگش ندرد یا ددش‏ 1900
  • Onu, bir fayda elde etmek, bir ziyandan kurtulmak için aramaz. Kurt, yahut yırtıcı bir canavar paralamasın diye arar.
  • ای خنک آن را که بیند روی تو ** یا در افتد ناگهان در کوی تو
  • Ne mutlu yüzünü görene yahut ansızın senin bulunduğun yere ulaşana!