English    Türkçe    فارسی   

2
2738-2762

  • چون شود از رنج و علت دل سلیم ** طعم کذب و راست را باشد علیم‏
  • Fakat gönül ağrıdan illetten salim olursa, yalanla doğrunun lezzetini adamakıllı bilir, anlar.
  • حرص آدم چون سوی گندم فزود ** از دل آدم سلیمی را ربود
  • Âdem’in buğdaya hırsı artınca bu hırs, gönlünden sıhhati, selâmeti kapıp götürdü.
  • پس دروغ و عشوه‏ات را گوش کرد ** غره گشت و زهر قاتل نوش کرد 2740
  • Senin yalanına, işvene kulak astı, aldanıp öldürücü zehri içti.
  • کژدم از گندم ندانست آن نفس ** می‏پرد تمییز از مست هوس‏
  • O anda akrebi buğdaydayken ayırt edemedi. Hevesle mest olan kişinin temyizi uçup gider.
  • خلق مست آرزویند و هوا ** ز آن پذیرایند دستان ترا
  • Halk, arzu ve heva sarhoşudur. Onu için senin yalanını dinler.
  • هر که خود را از هوا خود باز کرد ** چشم خود را آشنای راز کرد
  • Fakat hevadan vazgeçen, gözünü sırlara âşina etmiştir.
  • شکایت قاضی از آفت قضا و جواب گفتن نایب او را
  • Kadı’nın kadılıktan şikâyeti, naibinin ona verdiği cevap
  • قاضیی بنشاندند او می‏گریست ** گفت نایب قاضیا گریه ز چیست‏
  • Birisini kadı yaptılar. Ağlayıp inlemeye koyuldu. Naip “Kadıya bu ağlama nedir diye?
  • این نه وقت گریه و فریاد تست ** وقت شادی و مبارک باد تست‏ 2745
  • Ağlamak, feryat etmek zamanı değil, sevinecek, kutlanacak zamanın “ dedi.
  • گفت اه چون حکم راند بی‏دلی ** در میان آن دو عالم جاهلی‏
  • Kadı, bir ah edip dedi ki: “Gönlüne hâkim olmayan, işin iç yüzünü bilmeyen kimse nasıl hükmedebilir? O, işin hakikatini bilen iki kişi arasında bir cahilden başka bir şey değildir ki.
  • آن دو خصم از واقعه‏ی خود واقفند ** قاضی مسکین چه داند ز آن دو بند
  • O iki hasım, ne yaptıklarını bilirler. Zavallı, kadı o iki kişinin hilesini ne bilsin?
  • جاهل است و غافل است از حالشان ** چون رود در خونشان و مالشان‏
  • Hallerini bilmez, gafildir. Böyle olduğu halde kanlarına, mallarına nasıl hükmedecek?”
  • گفت خصمان عالمند و علتی ** جاهلی تو لیک شمع ملتی‏
  • Naip “Hasımlar, bilgili ama illetlidir. Hâlbuki sen, cahilsin ama şeriat mumusun.
  • ز انکه تو علت نداری در میان ** آن فراغت هست نور دیده‏گان‏ 2750
  • Çünkü sende bir kasıt ve illet yok. İşte şu illetsizlik yok mu? Gözlerin nurudur.
  • و آن دو عالم را غرضشان کور کرد ** علمشان را علت اندر گور کرد
  • O iki bilgiyi, garazları kör etmiştir. Bilgilerini de kasıtları, illetleri mezara tıkmıştır.
  • جهل را بی‏علتی عالم کند ** علم را علت کژ و ظالم کند
  • Kasıtsızlık, bilgisizi âlim yapar, kasıt ve garaz, ilmi aykırı bir hale sokar, zulüm haline koyar.
  • تا تو رشوت نستدی بیننده‏ای ** چون طمع کردی ضریر و بنده‏ای‏
  • Sen rüşvet almadıkça kör değilsin, fakat tamah ettin mi körsün, kul köle kesilirsin” dedi.
  • از هوا من خوی را واکرده‏ام ** لقمه‏های شهوتی کم خورده‏ام‏
  • Ben hevadan vazgeçmişim, şehvet lokmalarını az yemişim.
  • چاشنی گیر دلم شد با فروغ ** راست را داند حقیقت از دروغ‏ 2755
  • Gönlümün tat alma duygusu aydın, doğruyu yalandan ayırt eder.
  • به اقرار آوردن معاویه ابلیس را
  • Muaviye’nin İblis’i söyletmesi
  • تو چرا بیدار کردی مر مرا ** دشمن بیداریی تو ای دغا
  • Sen niçin beni uyandırdın? Be hilebaz, sen uyanıklığa düşmansın.
  • همچو خشخاشی همه خواب آوری ** همچو خمری عقل و دانش را بری‏
  • Sen, afyona benzersin, daima uyutursun. Şaraba benzersin, aklı, bilgiyi giderirsin.
  • چار میخت کرده‏ام هین راست گو ** راست را دانم تو حیلتها مجو
  • Seni çarmıha gerdim. Haydi, doğru söyle. Ben doğruyu bilir, anlarım, hileye sapma.
  • من ز هر کس آن طمع دارم که او ** صاحب آن باشد اندر طبع و خو
  • Ben herkesten, tabiatında, huyunda ne varsa, neye sahipse onu ararım.
  • من ز سرکه می‏نجویم شکری ** مر مخنث را نگیرم لشکری‏ 2760
  • Sirkeden şeker lezzetini aramam. Karı tabiatlı erkeği asker yerine saymam.
  • همچو گبران من نجویم از بتی ** کاو بود حق یا خود از حق آیتی‏
  • Gâvurlar gibi, bir putun Hak oluşunu yahut Hak’tan bir alâmet, bir nişan buluşunu ummam.
  • من ز سرگین می‏نجویم بوی مشک ** من در آب جو نجویم خشت خشک‏
  • Fışkıdan misk kokusunu istemem. Irmak içinde kuru kerpiç araştırmam.