English    Türkçe    فارسی   

3
130-154

  • وان عمارت کردن گور و لحد ** نه به سنگست و به چوب و نه لبد 130
  • O mezarını lâhdini yapma işi taşla, tahtayla, kilimle, keçeyle olmaz.
  • بلک خود را در صفا گوری کنی ** در منی او کنی دفن منی
  • Kendine gönülde bir mezar kazman, onun benliğinin önünde bu benliği görmen gerektir.
  • خاک او گردی و مدفون غمش ** تا دمت یابد مددها از دمش
  • Onun toprağı olman, gamına gömülmen lâzım ki nefesin, nefesinden yardımlara nail olsun, nefesin kutlu ve tesirli bir hale gelsin.
  • گورخانه و قبه‌ها و کنگره ** نبود از اصحاب معنی آن سره
  • Mezara türbe yapmak, üstüne kubbe kurmak, mana sahiplerine makbul değildir.
  • بنگر اکنون زنده اطلس‌پوش را ** هیچ اطلس دست گیرد هوش را
  • Bir bak da gör, diri iken atlaslara bürünen kişinin aklını o ipekler, o atlaslar hiç fazlalaştırır, onun reyine isabet verir mi?
  • در عذاب منکرست آن جان او ** گزدم غم دل دل غمدان او 135
  • Canı Münker ve Nekir’in azabına uğramış, gamlı gönlünde de gam akrepleri yer tutmuştur.
  • از برون بر ظاهرش نقش و نگار ** وز درون ز اندیشه‌ها او زار زار
  • Zahirini süslemiş, püslemiş ama içi düşüncelerden feryatlara düşmüş.
  • و آن یکی بینی در آن دلق کهن ** چون نبات اندیشه و شکر سخن
  • Başka birini de görürsün ki eski elbiseler giyinmiş ama o köhne libaslar içinde kamışa benzer, sözü de şeker gibidir.
  • بازگشتن به حکایت پیل
  • Fil hikâyesine dönüş, öğütçünün öğüdü
  • گفت ناصح بشنوید این پند من ** تا دل و جانتان نگردد ممتحن
  • Öğütçü dedi ki “Bu öğüdümü tutun da gönlünüz, canınız belâlara düşmesin.
  • با گیاه و برگها قانع شوید ** در شکار پیل‌بچگان کم روید
  • Otlara, yapraklara kaani olun, fil yavrularını avlamaya varmayın.
  • من برون کردم ز گردن وام نصح ** جز سعادت کی بود انجام نصح 140
  • Ben boynumdaki öğüt borcumu ödedim. Öğüdü tutanın sonu, ancak kutluluktur.
  • من به تبلیغ رسالت آمدم ** تا رهانم مر شما را از ندم
  • Ben, sizi nedametlerden kurtarmak için elçiliğimi yaptım.
  • هین مبادا که طمع رهتان زند ** طمع برگ از بیخهاتان بر کند
  • Kendinize gelin, sakın tamah yolunuzu vurmasın. Tamah, yapraklarınızı ta kökünden söker, çıkarır.”
  • این بگفت و خیربادی کرد و رفت ** گشت قحط و جوعشان در راه زفت
  • Bunları söyleyip “Haydi, hayra karşı” diyerek onları uğurladı, selâmetledi, gitti. Onlar, yolda kıtlığa düştüler, susuzlukları artıkça arttı.
  • ناگهان دیدند سوی جاده‌ای ** پور پیلی فربهی نو زاده‌ای
  • Ansızın yolda yeni doğmuş güzel bir fil yavrusu gördüler.
  • اندر افتادند چون گرگان مست ** پاک خوردندش فرو شستند دست 145
  • Sarhoş kurtlar gibi başına üşüştüler. Onu tertemiz yiyip bu işten ellerini yıkadılar.
  • آن یکی همره نخورد و پند داد ** که حدیث آن فقیرش بود یاد
  • Yoldaşlarından biri, onlara öğüt verdi, o adamın öğüdü hatırındaydı.
  • از کبابش مانع آمد آن سخن ** بخت نو بخشد ترا عقل کهن
  • Bu söz, adamın o fili kebap edip yemesine mâni oldu. Eski ve tecrübe görmüş akıl, sana yeni bir baht bağışlar.
  • پس بیفتادند و خفتند آن همه ** وان گرسنه چون شبان اندر رمه
  • Onlar fil yavrusunu yiyip yattılar, uyudular. O aç adamsa sürüyü bekleyen çoban gibi uyanıktı.
  • دید پیلی سهمناکی می‌رسید ** اولا آمد سوی حارس دوید
  • Birdenbire baktı ki kızgın bir fil çıkageldi. Önce o gözetleyene gelip çattı.
  • بوی می‌کرد آن دهانش را سه بار ** هیچ بویی زو نیامد ناگوار 150
  • Ağzını üç kere kokladı. Fakat ondan hiçbir kötü koku gelmedi.
  • چند باری گرد او گشت و برفت ** مر ورا نازرد آن شه‌پیل زفت
  • Birkaç kere etrafın da dönüp dolaşarak gitti. O iri fil, adama hiç dokunmadı.
  • مر لب هر خفته‌ای را بوی کرد ** بوی می‌آمد ورا زان خفته مرد
  • Uyuyanların hepsinin ağızlarını kokladı, hepsinden de koku aldı.
  • از کباب پیل‌زاده خورده بود ** بر درانید و بکشتش پیل زود
  • Yavrusunu kebap edip yiyenleri hemencecik paraladı öldürdü.
  • در زمان او یک بیک را زان گروه ** می‌درانید و نبودش زان شکوه
  • O anda hepsini de birer, birer paralıyor, onlardan hiç de ürkmüyordu.