English    Türkçe    فارسی   

3
1608-1632

  • او همان دست آورد در گیر و دار ** بر گمان آنک هست او بر قرار
  • Yine savaştan el çekmez, kendini sağlam sanırlar.
  • خود ببیند دست رفته در ضرر ** خون ازو بسیار رفته بی‌خبر
  • Fakat sonradan görür ki el kesilmiş, bir hayli de kan akmış da haberi bile yok!
  • در بیان آنک تن روح را چون لباسی است و این دست آستین دست روحست واین پای موزه‌ی پای روحست
  • Ten, ruhun elbisesine benzer, bu el de ruhun elinin yenidir, bu ayak da ruhun ayağına giydiği mesttir
  • تا بدانی که تن آمد چون لباس ** رو بجو لابس لباسی را ملیس 1610
  • Bil ki bu ten, elbiseye benzer. Yürü, bu elbiseyi giyeni ara, elbiseye sürünüp durma.
  • روح را توحید الله خوشترست ** غیر ظاهر دست و پای دیگرست
  • Ruha Allah’ı tevhit etmek hoş gelir. Görünmeyen bir başka el, ayak var.
  • دست و پا در خواب بینی و ایتلاف ** آن حقیقت دان مدانش از گزاف
  • Rüyada el, ayak görür, bir şey alır, bir yere gider, birisiyle görüşür, konuşursun ya… Onu hakikat bil saçma zannetme.
  • آن توی که بی بدن داری بدن ** پس مترس از جسم و جان بیرون شدن
  • Sen, bedensiz bir bedene sahipsin, gayri canının cisminden çıkacağından korkma.
  • حکایت آن درویش کی در کوه خلوت کرده بود و بیان حلاوت انقطاع و خلوت و داخل شدن درین منقبت کی انا جلیس من ذکرنی و انیس من استانس بی گر با همه‌ای چو بی منی بی همه‌ای ور بی همه‌ای چو با منی با همه‌ای
  • Dağda halvet eden dervişin hikâyesi
  • بود درویشی بکهساری مقیم ** خلوت او را بود هم خواب و ندیم
  • ”Dağlarda oturan bir derviş vardı. Yalnızlık, onun arkadaşı ve nedimiydi.
  • چون ز خالق می‌رسید او را شمول ** بود از انفاس مرد و زن ملول 1615
  • Allah şarabını içmiş olduğundan erkeklerin sözlerinden de usanmıştı, kadınların sözlerinden de.
  • همچنانک سهل شد ما را حضر ** سهل شد هم قوم دیگر را سفر
  • Bize bir yerde oturup yerleşmek nasıl kolay geliyorsa bazı kimselere de bir yerden bir yere gezip durmak öyle kolay gelir.
  • آنچنانک عاشقی بر سروری ** عاشقست آن خواجه بر آهنگری
  • Sen, nasıl ululuğa âşıksan bir sanatkâr da mesela demirciliğe âşıktır.
  • هر کسی را بهر کاری ساختند ** میل آن را در دلش انداختند
  • Herkesi bir iş için yetiştirmişler, gönlüne o işin meylini vermişlerdir.
  • دست و پا بی میل جنبان کی شود ** خار وخس بی آب و بادی کی رود
  • Gönülde bir meyil olmadıkça el, ayak nasıl hareket eder. Su, rüzgâr olmadıkça çerçöp nasıl akar, savulur?
  • گر ببینی میل خود سوی سما ** پر دولت بر گشا همچون هما 1620
  • Kendinde göğe doğru çıkmaya bir meyil gördün mü hüma kuşu gibi devlet kanadını hemen aç!
  • ور ببینی میل خود سوی زمین ** نوحه می‌کن هیچ منشین از حنین
  • Fakat kendinde yeryüzüne bir meyil gördün mü feryat et, ağlayıp inlemeyi hiç bırakma.
  • عاقلان خود نوحه‌ها پیشین کنند ** جاهلان آخر بسر بر می‌زنند
  • Akıllılar önceden feryat ederler, bilgisizlerse işin sonunda başlarına vururlar!
  • ز ابتدای کار آخر را ببین ** تا نباشی تو پشیمان یوم دین
  • Sen, işin önünde sonunu sor da kıyamet günü pişman olma.
  • دیدن زرگر عاقبت کار را و سخن بر وفق عاقبت گفتن با مستعیر ترازو
  • Kuyumcunun, işin sonunu görerek kendisinden ödünç bir terazi isteyene ona göre söz söylemesi
  • آن یکی آمد به پیش زرگری ** که ترازو ده که بر سنجم زری
  • Birisi, kuyumcunun birine giderek “Altın tartacağım, bana terazini versene” dedi.
  • گفت خواجه رو مرا غربال نیست ** گفت میزان ده برین تسخر مه‌ایست 1625
  • Kuyumcu dedi ki. “Babacığım, hadi git, bende kalbur yok!” Adam: “Alay etme benimle. Ver şu teraziyi” dedi.
  • گفت جاروبی ندارم در دکان ** گفت بس بس این مضاحک رابمان
  • Kuyumcu dedi ki. “Dükkânımda süpürge yok” Adam: “Kâfi yahu, bırak alayı”
  • من ترازویی که می‌خواهم بده ** خویشتن را کر مکن هر سو مجه
  • Ben senden terazi istiyorum. Sağırlıktan gelme; şu tarafa, bu tarafa, bu tarafa gidip durma, ver teraziyi” dedi.
  • گفت بشنیدم سخن کر نیستم ** تا نپنداری که بی معنیستم
  • Kuyumcu dedi ki. “Sağır değilim, sözünü duydum, söylediğim sözleri de manasız sanma.
  • این شنیدم لیک پیری مرتعش ** دست لرزان جسم تو نا منتعش
  • Sözünü duydum ama sen kuvveti, kudreti kalmamış bir ihtiyarsın, hiç şüphem yok, zayıflıktan elin titreyecek.
  • وان زر تو هم قراضه‌ی خرد مرد ** دست لرزد پس بریزد زر خرد 1630
  • Tartacağın altın da külçe değil, tozu var, kırık dökük bir şey. Elin titreyecek, yere dökeceksin,
  • پس بگویی خواجه جاروبی بیار ** تا بجویم زر خود را در غبار
  • Sonra bana bir süpürge ver de toza, toprağa dökülen altınımı süpüreyim diyeceksin.
  • چون بروبی خاک را جمع آوری ** گوییم غلبیر خواهم ای جری
  • Altını süpürüp bir yere toplayınca da güzelim, kalbur isterim diye tutturacaksın.