English    Türkçe    فارسی   

3
1866-1890

  • حسن ظنست و امیدی خوش ترا ** که ترا گوید بهر دم برتر آ
  • Senin bize karşı öyle bir hüsnü zan, o ümit, sana daima yücel, yüksel demekte.
  • هر زمان که قصد خواندن باشدت ** یا ز مصحفها قرائت بایدت
  • Ne vakit Kur’an okumak istersen, ne vakit mushafı eline alırsan,
  • من در آن دم وا دهم چشم ترا ** تا فرو خوانی معظم جوهرا
  • Ben de o zaman sana gözlerinin nurunu bağışlayacağım ey yaratılışı büyük kişi, diye nida geldi.
  • همچنان کرد و هر آنگاهی که من ** وا گشایم مصحف اندر خواندن
  • Öyle de yaptı Allah’ım, ben ne vakit okumak üzere mushafı elime alır, açarsam,
  • آن خبیری که نشد غافل ز کار ** آن گرامی پادشاه و کردگار 1870
  • Her şeyi bilen, hiçbir işten gafil olmayan o ulu padişah.
  • باز بخشد بینشم آن شاه فرد ** در زمان همچون چراغ شب‌نورد
  • O tek Allah, gece çırağı gibi gözlerimin nurunu ihsan etmekte”
  • زین سبب نبود ولی را اعتراض ** هرچه بستاند فرستد اعتیاض
  • Allah, ne alırsa ona karşılık ihsanda bulunur. Velî bu sebeple Allah’a itiraz etmez.
  • گر بسوزد باغت انگورت دهد ** در میان ماتمی سورت دهد
  • Bağını mı yaktı? Sana bir bağ dolusu üzüm ihsan eder; yas içinde neşe verir.
  • آن شل بی‌دست را دستی دهد ** کان غمها را دل مستی دهد
  • O elsiz çolağa da el verir, gamlara maden olan kişiye neşeli, sarhoş bir gönül bağışlar.
  • لا نسلم و اعتراض از ما برفت ** چون عوض می‌آید از مفقود زفت 1875
  • Kaybettiğimiz şey büyük ve değerli bir şey bile olsa mademki bize karşılık olarak ihsanlarda bulunuyor, şu halde itiraz etmemize imkân yok.
  • چونک بی آتش مرا گرمی رسد ** راضیم گر آتشش ما را کشد
  • Ortada ateş olmadığı halde bana hararet verdikten, beni ısıttıktan sonra ateşimi söndürse de razıyım.
  • بی چراغی چون دهد او روشنی ** گر چراغت شد چه افغان می‌کنی
  • Mademki mumsuz da aydınlık vermekte, mumun sönüşüne neye feryat ediyorsun?
  • صفت بعضی اولیا کی راضی‌اند باحکام و لابه نکنند کی این حکم را بگردان
  • Bazı veliler, Allah hükümlerine razı olurlar Yarabbi, bu hükmü çevir diye niyaz etmezler
  • بشنو اکنون قصه‌ی آن ره‌روان ** که ندارند اعتراضی در جهان
  • Şimdi, dünyada hiç itiraz etmeyen yolcuların hallerini işit.
  • ز اولیا اهل دعا خود دیگرند ** که همی‌دوزند و گاهی می‌درند
  • Velîlerden dua edenler, gâh diken, gâh sökenler var. Bunlar başka.
  • قوم دیگر می‌شناسم ز اولیا ** که دهانشان بسته باشد از دعا 1880
  • Bir de velilerden öylelerini tanırım ki ağızları yumulmuştur, hiç dua etmezler.
  • از رضا که هست رام آن کرام ** جستن دفع قضاشان شد حرام
  • O, ulular, Allah hükümlerine razı olmuşlardır, takdirin def’ine çalışmak onlara haramdır.
  • در قضا ذوقی همی‌بینند خاص ** کفرشان آید طلب کردن خلاص
  • Bunlar, kaza ve kaderde hususi bir zevk bulurlar, bundan kurtulmayı dilemek onlarca küfürdür.
  • حسن ظنی بر دل ایشان گشود ** که نپوشند از عمی جامه‌ی کبود
  • Allah bunların gönlüne öyle bir hüsnü zan vermiştir ki derde düşüp hiç yaslanmazlar, gök renkli yas elbisesi giymezler.
  • سال کردن بهلول آن درویش را
  • Behlûl’ün dervişe sual sorması
  • گفت بهلول آن یکی درویش را ** چونی ای درویش واقف کن مرا
  • Behlül, dervişin birine “Derviş, nasılsın? Anlat bakalım?” dedi.
  • گفت چون باشد کسی که جاودان ** بر مراد او رود کار جهان 1885
  • Derviş, Dünyadaki işler daima bir adamın dilediği gibi olur;
  • سیل و جوها بر مراد او روند ** اختران زان سان که خواهد آن شوند
  • Seller, ırmaklar muradınca akar, yıldızlar hükmünce hükmeder;
  • زندگی و مرگ سرهنگان او ** بر مراد او روانه کو بکو
  • Hayatla ölüm, ona çavuş olur, emrine uyup dilediği yere gider.
  • هر کجا خواهد فرستد تعزیت ** هر کجا خواهد ببخشد تهنیت
  • Nereye dilerse baş sağlığı haberi yollar, nereye dilerse kutlu olsun derse…
  • سالکان راه هم بر گام او ** ماندگان از راه هم در دام او
  • Yolcuların hepsi, onu izler, yolda kalanlar onun tuzağına tutulursa…
  • هیچ دندانی نخندد در جهان ** بی رضا و امر آن فرمان‌روان 1890
  • Onun fermanı, onun rızası olmadıkça âlemde hiçbir ağız gülmezse bu adamın hali nasıldır? İşte o haldeyim ben” dedi.