English    Türkçe    فارسی   

3
2231-2255

  • حیله‌ی باریک ما چون دم ماست ** عشقها بازیم با دم چپ و راست
  • Derin hilelerimiz, kuyruğumuza benzer de biz onunla sağdan, soldan oynar, onunla oynaşır dururuz!
  • دم بجنبانیم ز استدلال و مکر ** تا که حیران ماند از ما زید و بکر
  • İstidlâle yapışır, hileye koyulur, falan adam, feşman adam bize şaşsın kalsın diye kuyruğumuzu sallarız!
  • طالب حیرانی خلقان شدیم ** دست طمع اندر الوهیت زدیم
  • Halkın hayran olmasını isteriz, hatta tamah elimizi Allahlığa bile uzatırız.
  • تا بافسون مالک دلها شویم ** این نمی‌بینیم ما کاندر گویم
  • Afsunlarla gönüller alalım deriz ama çukura düştüğümüzü görmeyiz.
  • در گوی و در چهی ای قلتبان ** دست وا دار از سبال دیگران 2235
  • Behey kaltaban, çukura düşmüşsün, kuyudasın sen. Başkalarını bırak, kendine bak!
  • چون به بستانی رسی زیبا و خوش ** بعد از آن دامان خلقان گیر و کش
  • Güzel hoş bir bahçeye var da ondan sonra halkın eteğini tut, çek!
  • ای مقیم حبس چار و پنج و شش ** نغز جایی دیگران را هم بکش
  • Ey dört unsurlu beş duyguya, altı cihete hapis olup kalmış adam, ne güzel yerin var, hadi, başkalarını da çek oraya!
  • ای چو خربنده حریف کون خر ** بوسه گاهی یافتی ما را ببر
  • Ey eşeğe kul olan, ey eşeğin kuyruğunun altına lâyık olan, öpülecek bir yer buldunsa hadi bizi de götür!
  • چون ندادت بندگی دوست دست ** میل شاهی از کجاات خاستست
  • Sevgilinin kulluğu, sana el vermedikçe bu padişahlık meyli nereden geldi sana?
  • در هوای آنک گویندت زهی ** بسته‌ای در گردن جانت زهی 2240
  • Sen, halkın sana aferin, yaşa demesi halkın takdir etmesi havasındasın! Hâlbuki canının boynuna bir kiriştir bağlamışsın!
  • روبها این دم حیلت را بهل ** وقف کن دل بر خداوندان دل
  • Behey tilki, bu hile kuyruğunu bırak, gönlünü, gönül sahiplerine vakfet.
  • در پناه شیر کم ناید کباب ** روبها تو سوی جیفه کم شتاب
  • Aslana sığınırsan kebabın azalmaz… Murdar ölü etine pek koşma!
  • تو دلا منظور حق آنگه شوی ** که چو جزوی سوی کل خود روی
  • Gönül, sen bir cüz’e benzersin, küllüne varır, ulaşırsan Allah’a makbul olursun.
  • حق همی‌گوید نظرمان در دلست ** نیست بر صورت که آن آب و گلست
  • Allah, “Biz gönle bakarız, su ve topraktan ibaret olan surete değil” diyor.
  • تو همی‌گویی مرا دل نیز هست ** دل فراز عرش باشد نه به پست 2245
  • Sen dersin ki bizim gönlümüz var. Öyle ama gönül arşın yücesindedir, aşağılıklarda değil!
  • در گل تیره یقین هم آب هست ** لیک زان آبت نشاید آب‌دست
  • Kara toprakta da su olur ama o suyla aptes alamazsın ki!
  • زانک گر آبست مغلوب گلست ** پس دل خود را مگو کین هم دلست
  • O da sudur, sudur ama toprakla karışık… Gayri sakın gönlüne gönül deme.
  • آن دلی کز آسمانها برترست ** آن دل ابدال یا پیغامبرست
  • Göklerden yüce olan gönül, ya Abdal’ın gönlüdür, ya da Peygamberin.
  • پاک گشته آن ز گل صافی شده ** در فزونی آمده وافی شده
  • Su, topraktan arındı mı saf olur, artar, her işe yarar.
  • ترک گل کرده سوی بحر آمده ** رسته از زندان گل بحری شده 2250
  • Su topraktan arınınca denize kavuşur; zindandan kurtulur, denize katık olur.
  • آب ما محبوس گل ماندست هین ** بحر رحمت جذب کن ما را ز طین
  • Bizim suyumuza, dikkat et de bak, toprakta hapsedilmiş. Ey rahmet denizi, sen de çek bizi!
  • بحر گوید من ترا در خود کشم ** لیک می‌لافی که من آب خوشم
  • Fakat deniz, “Ben, seni çekip duruyorum ama sen, ben iyi tatlı bir suyum demektesin.
  • لاف تو محروم می‌دارد ترا ** ترک آن پنداشت کن در من درآ
  • Senin lâfın, seni mahrum ediyor. O zannı bırak da bana gel” demektedir.
  • آب گل خواهد که در دریا رود ** گل گرفته پای آب و می‌کشد
  • Topraktaki su denize gitmek isterse de ayağını toprak tutmuştur, onu kendisine çekmektedir.
  • گر رهاند پای خود از دست گل ** گل بماند خشک و او شد مستقل 2255
  • Ayağını toprağın elinden kurtarırsa toprak, kupkuru bir hale gelir, o da hür kalır, başına buyruk olur!