English    Türkçe    فارسی   

3
248-272

  • سال دیگر گر توانم وا رهید ** از مهمات آن طرف خواهم دوید
  • Müsaade edin de gelecek yıl, işten, güçten kurtulursam gelirim” der,
  • گفت هستند آن عیالم منتظر ** بهر فرزندان تو ای اهل بر
  • Köylü “ Ailem, ey kerem sahibi, çoluğunu, çocuğunu bekleyip duruyor” diye karşılık verirdi.
  • باز هر سالی چو لکلک آمدی ** تا مقیم قبه‌ی شهری شدی 250
  • Her yıl leylek gelince köylü de gelir, şehirlinin evine konardı.
  • خواجه هر سالی ز زر و مال خویش ** خرج او کردی گشادی بال خویش
  • Şehirli, her yıl altınından, malından köylüye harceder, onun üstüne kanat gererdi.
  • آخرین کرت سه ماه آن پهلوان ** خوان نهادش بامدادان و شبان
  • Nihayet son defa o yiğit köylü, tam üç ay şehirliye misafir oldu, o da, ona sabah akşam sofra yaydı, yedirdi, içirdi.
  • از خجالت باز گفت او خواجه را ** چند وعده چند بفریبی مرا
  • Köylü, utanıp yine “Efendim, kaç keredir vadettin, beni kaç kere beni kaç keredir aldattın bu, niceyedir?” dedi.
  • گفت خواجه جسم و جانم وصل‌جوست ** لیک هر تحویل اندر حکم هوست
  • Şehirli dedi ki: “Canım da, bedenim de buluşmayı isteyip duruyor ama her hareket, onun takdiriyle.
  • آدمی چون کشتی است و بادبان ** تا کی آرد باد را آن بادران 255
  • İnsan yelkenli gemiye benzer. Rüzgârı estiren bakalım onu ne yana sürecek?”
  • باز سوگندان بدادش کای کریم ** گیر فرزندان بیا بنگر نعیم
  • Köylü, yine şehirliye antlar vererek “ Ey kerem sahibi, çoluğunu çocuğunu al, gel de ikramı gör” deyip.
  • دست او بگرفت سه کرت بعهد ** کالله الله زو بیا بنمای جهد
  • Elini tuttu. Üç kere ant verdi, “Allah için olsun gayret et, tez gel” dedi.
  • بعد ده سال و بهر سالی چنین ** لابه‌ها و وعده‌های شکرین
  • Bunun üstüne on yıl geçti. Her yıl böyle lâflar eder, tatlı tatlı vaatlerde bulunurdu.
  • کودکان خواجه گفتند ای پدر ** ماه و ابر و سایه هم دارد سفر
  • Şehirlinin çocukları “Baba ay da sefer eder, bulut da gölge de.
  • حقها بر وی تو ثابت کرده‌ای ** رنجها در کار او بس برده‌ای 260
  • Köylü bunca hakkın geçti. Onun için nice zahmetler çektin.
  • او همی‌خواهد که بعضی حق آن ** وا گزارد چون شوی تو میهمان
  • O da, sen ona konuk olasın da hiç olmazsa bu hakların bir kısmını olsun ödemek ister.
  • بس وصیت کرد ما را او نهان ** که کشیدش سوی ده لابه‌کنان
  • Bize, onu kandırın, köye getirin diye gizlice birçok ricalarda bulundu” dediler.
  • گفت حقست این ولی ای سیبویه ** اتق من شر من احسنت الیه
  • Şehirli dedi ki: “Yavrucuğum, doğru ama iyilik ettiğin kişinin şerrinden sakın demişler.
  • دوستی تخم دم آخر بود ** ترسم از وحشت که آن فاسد شود
  • Dostluk, son demdedir. Korkarım ki bir şey olur da tohum bozulur”
  • صحبتی باشد چو شمشیر قطوع ** همچو دی در بوستان و در زروع 265
  • Sohbet vardır, keskin bir kılıca benzer, bostanı, ekini kış gibi kesip biçer.
  • صحبتی باشد چو فصل نوبهار ** زو عمارتها و دخل بی‌شمار
  • Sohbet vardır, ilkbahar gibidir. Her tarafı yapar, sayısız meyveler verir.
  • حزم آن باشد که ظن بد بری ** تا گریزی و شوی از بد بری
  • İhtiyat ve tedbir ona derler ki kötü zannı gideresin, kaçıp kötülüklerden kurtulasın.
  • حزم س الظن گفتست آن رسول ** هر قدم را دام می‌دان ای فضول
  • Peygamber, “Tedbir sui zandır” dedi. A boşboğaz, her adımı bir tuzak bil.
  • روی صحرا هست هموار و فراخ ** هر قدم دامیست کم ران اوستاخ
  • Sahranın yüzü dümdüz ve geniştir ama her adımda bir tuzak var, küstahça koşmayı bırak.
  • آن بز کوهی دود که دام کو ** چون بتازد دامش افتد در گلو 270
  • Dağ keçisi “Nerde tuzak?” diye koşar, fakat yürüdü mü tuzağa düşer, boğazından yakalanır.
  • آنک می‌گفتی که کو اینک ببین ** دشت می‌دیدی نمی‌دیدی کمین
  • Nerde tuzak diyordun ya, işte buracıkta, bak da gör. Ovayı gördün ama tuzağı görmedin.
  • بی کمین و دام و صیاد ای عیار ** دنبه کی باشد میان کشت‌زار
  • A şaşkın, çayırlıkta tuzak, pusu ve avcı olmadıkça kuyruk mu olur?