English    Türkçe    فارسی   

3
2716-2740

  • دعوی ما را شنیدیت و شما ** می‌نبینید این گهر در دست ما
  • Dâvamızı duyuruyorsunuz da elimizdeki mücevheri görmüyorsunuz.
  • امتحانست این گهر مر خلق را ** ماش گردانیم گرد چشمها
  • Elimizdeki bu mücevher, halka bir imtihandır. Onu gözlerin önünde dolandırıp durmaktayız.
  • هر که گوید کو گوا گفتش گواست ** کو نمی‌بیند گهر حبس عماست
  • Kim, nerede mücevher, derse bu sözü, körlüğüne, mücevherleri görmediğine şahittir.
  • آفتابی در سخن آمد که خیز ** که بر آمد روز بر جه کم ستیز
  • Güneş söze gelse de “Kalk, gündüz oldu, yatıp durma.”
  • تو بگویی آفتابا کو گواه ** گویدت ای کور از حق دیده خواه 2720
  • Dese, sen de, “A güneş, şahidin nerede?” desen güneş “Kör herif, Allah’tan kendine göz iste!
  • روز روشن هر که او جوید چراغ ** عین جستن کوریش دارد بلاغ
  • Apaydın gündüz vakti birisi mum arasa onun bu araması körlüğüne tam bir delildir.
  • ور نمی‌بینی گمانی برده‌ای ** که صباحست و تو اندر پرده‌ای
  • Bari görmüyorsan, gündüz olduğundan şüphen varsa, daha sabah olmadı sanıyorsan,
  • کوری خود را مکن زین گفت فاش ** خامش و در انتظار فضل باش
  • Sus, bir şey söyleme de kör olduğunu meydana vurma, Allah ihsanını bekle!” der.
  • در میان روز گفتن روز کو ** خویش رسوا کردنست ای روزجو
  • Gündüzün “Gündüz nerede” demek kendi kendini rezil etmektir a gündüz arayan!
  • صبر و خاموشی جذوب رحمتست ** وین نشان جستن نشان علتست 2725
  • Sabır ve sükût, Allah rahmetine sebep olur. Bu araştırmaysa hastalık nişanesidir.
  • انصتوا بپذیر تا بر جان تو ** آید از جانان جزای انصتوا
  • “Susun, dinleyin” emrini canla, başla kabul et de sevgilinin mükâfatına eriş, rahmetine nail ol.
  • گر نخواهی نکس پیش این طبیب ** بر زمین زن زر و سر را ای لبیب
  • Ey terbiyeli, edepli kişi, illetinin yeniden tazelenmesini istemiyorsan bu doktorun önünde paranı da çıkar, yere koy; başını da secdeye indir.
  • گفت افزون را تو بفروش و بخر ** بذل جان و بذل جاه و بذل زر
  • Fazla sözü sat da can, mevki ve para pul bağışlamayı satın al.
  • تا ثنای تو بگوید فضل هو ** که حسد آرد فلک بر جاه تو
  • Bu suretle de Allah seni övsün, rütbene gök bile haset etsin.
  • چون طبیبان را نگه دارید دل ** خود ببینید و شوید ازخود خجل 2730
  • Doktorların rızasını elde ederseniz kendinizi görür, halinizi bilir, ayıplarınızı anlar, kendi kendinizden utanırsınız.
  • دفع این کوری بدست خلق نیست ** لیک اکرام طبیبان از هدیست
  • Bu körlüğü defetmek halkın elinde değildir; bu, doktorlara Allah tarafından lütfedilmiş bir hidayettir.
  • این طبیبان را به جان بنده شوید ** تا به مشک و عنبر آکنده شوید
  • Bu doktorlara candan kul olun da miskle, amberle dolun!”
  • متهم داشتن قوم انبیا را
  • Halkın peygamberleri itham etmesi
  • قوم گفتند این همه زرقست و مکر ** کی خدا نایب کند از زید و بکر
  • Onlarsa, bunların hepsi riyadan, hileden ibaret dediler; nasıl olur da Allah falanı, filanı kendisine vekil eder?
  • هر رسول شاه باید جنس او ** آب و گل کو خالق افلاک کو
  • Padişah elçisinin padişah cinsinden olması lâzım. Suyla toprak nerede, gökleri yaratan nerede,
  • مغز خر خوردیم تا ما چون شما ** پشه را داریم همراز هما 2735
  • Kafamızda eşek beyni mi var ki sizin gibi bir sineği hüma kuşuyla bir tutalım?
  • کو هما کو پشه کو گل کو خدا ** ز آفتاب چرخ چه بود ذره را
  • Hüma nerede, sinek nerede? Toprak nerede, Allah nerede? Gökteki güneşle zerrenin ne münasebeti var?
  • این چه نسبت این چه پیوندی بود ** تاکه در عقل و دماغی در رود
  • Bu münasebet, bu alâka, hiç akıllı adamın kabul edeceği şey mi?
  • حکایت خرگوشان کی خرگوشی راپیش پیل فرستادند کی بگو کی من رسول ماه آسمانم پیش تو کی ازین چشمه آب حذر کن چنانک در کتاب کلیله تمام گفته است
  • Tavşanların, “Ben ayın elçisiyim; ay, bu çeşmeden vazgeç diyor” demesi için bir tavşanı elçi olarak file göndermeleri – bu hikâyenin tamamı Kelile kitabında vardır -
  • این بدان ماند که خرگوشی بگفت ** من رسول ماهم و با ماه جفت
  • Bu, bir tavşanın “Ben ayın elçisiyim, onunla eşim” demesine benzer.
  • کز رمه‌ی پیلان بر آن چشمه‌ی زلال ** جمله نخجیران بدند اندر وبال
  • Bütün av hayvanları, fil sürüsünün yüzünden suyu güzel kaynağa gidemez olmuşlardı.
  • جمله محروم و ز خوف از چشمه دور ** حیله‌ای کردند چون کم بود زور 2740
  • Hepsi de korkularından oraya yanaşamıyorlardı. Güçleri, kuvvetleri yoktu, bir düzen düzdüler.