English    Türkçe    فارسی   

3
281-305

  • ای ز دودی جسته در ناری شده ** لقمه جسته لقمه‌ی ماری شده
  • Ey dumandan kaçıp ateşe düşen… Lokma ararken yılana lokma olan,
  • قصه‌ی اهل سبا و طاغی کردن نعمت ایشان را و در رسیدن شومی طغیان و کفران در ایشان و بیان فضیلت شکر و وفا
  • Seba’lılar ve nimetten azmaları
  • تو نخواندی قصه‌ی اهل سبا ** یا بخواندی و ندیدی جز صدا
  • Seba halkının macerasını okumadın mı? Belki de okudun... Okudun ama sesten başka bir şey duymadın.
  • از صدا آن کوه خود آگاه نیست ** سوی معنی هوش که را راه نیست
  • O dağ, sesi anlamaz ki... Dağın aklı manaya gidemez ki.
  • او همی بانگی کند بی گوش و هوش ** چون خمش کردی تو او هم شد خموش
  • Dağ, akılsız, kulaksız ses verir durur. Fakat sen sustun mu o da susar.
  • داد حق اهل سبا را بس فراغ ** صد هزاران قصر و ایوانها و باغ 285
  • Allah Seba’lılara pek büyük bir genişlik ve rahatlık verdi, yüz binlerce köşk, hayvan ve bağ ihsan etti.
  • شکر آن نگزاردند آن بد رگان ** در وفا بودند کمتر از سگان
  • O kötü yaradılışlı adamlar buna şükretmediler. Vefada köpekten de aşağı oldular.
  • مر سگی را لقمه‌ی نانی ز در ** چون رسد بر در همی‌بندد کمر
  • Köpeğe bir kapıdan bir lokma ekmek verilse o kapıya bağlanır, hizmetkâr olur.
  • پاسبان و حارس در می‌شود ** گرچه بر وی جور و سختی می‌رود
  • Kapıya bekçi kesilir. Ona eziyet edilse yiyeceği lâyıkıyla verilmese bile o kapıyı bırakmaz.
  • هم بر آن در باشدش باش و قرار ** کفر دارد کرد غیری اختیار
  • Orada karar eder, başka bir kapıya gitmez.
  • ور سگی آید غریبی روز و شب ** آن سگانش می‌کنند آن دم ادب 290
  • Oraya bir garip köpek gelse oradaki köpekler, onu gece gündüz tedibederler.
  • که برو آنجا که اول منزلست ** حق آن نعمت گروگان دلست
  • İlk konağına git. Oradan nimetlendin, o nimetin hakkı, gönlünü oraya rehin etmendir derler.
  • می‌گزندش که برو بر جای خویش ** حق آن نعمت فرو مگذار بیش
  • Yerine git, o nimetin hakkını bundan fazla terk etme diye onu ısırırlar.
  • از در دل و اهل دل آب حیات ** چند نوشیدی و وا شد چشمهات
  • Sen de gönül ve gönül ehlinin kapısından bir hayli âbıhayat içtin, gözlerin açıldı.
  • بس غذای سکر و وجد و بی‌خودی ** از در اهل دلان بر جان زدی
  • Canın, ehlin diller gönlünden nice şükür, vecit ve kendinden geçiş gıdaları yedi.
  • باز این در را رها کردی ز حرص ** گرد هر دکان همی‌گردی ز حرص 295
  • Sonra da yine hırs yüzünden bu kapıyı bıraktın, hırs yüzünden her dükkânın etrafında dönüp dolaşmadasın.
  • بر در آن منعمان چرب‌دیگ ** می‌دوی بهر ثرید مردریگ
  • O çömleği yağlı ihsan sahiplerinin kapısına, arda kalasıca bir tirit için koşup duruyorsun.
  • چربش اینجا دان که جان فربه شود ** کار نااومید اینجا به شود
  • Bil ki can, asıl burada yağlanır, ümitsiz bir hâle düşenin işi burada düzelir.
  • جمع آمدن اهل آفت هر صباحی بر در صومعه‌ی عیسی علیه السلام جهت طلب شفا به دعای او
  • Hastaların, duasıyla şifa dilemek, şifa bulmak için her sabah İsa aleyhisselam’ın ibadet ettiği yerin kapısına toplanmaları
  • صومعه‌ی عیسیست خوان اهل دل ** هان و هان ای مبتلا این در مهل
  • İsa’nın ibadet yeri, gönül ehlinin sofrasıdır. Kendine gel, kendine ey derde müptelâ, sakın bu kapıyı bırakma.
  • جمع گشتندی ز هر اطراف خلق ** از ضریر و لنگ و شل و اهل دلق
  • Halk her taraftan toplanır, kör, çolak, kötürüm, topal… Hepsi.
  • بر در آن صومعه‌ی عیسی صباح ** تا بدم اوشان رهاند از جناح 300
  • Sabahleyin İsa’nın ibadet ettiği yerin kapısına gelir, onun nefesiyle illetten kurtulmayı umarak bekleşirdi.
  • او چو فارغ گشتی از اوراد خویش ** چاشتگه بیرون شدی آن خوب‌کیش
  • İsa, o güzel gidişli, evradını bitirince kuşluk çağı dışarı çıkar.
  • جوق جوقی مبتلا دیدی نزار ** شسته بر در در امید و انتظار
  • Zayıf, perişan birçok dertlinin şifa ümidiyle kapıya oturup bekleştiğini görür.
  • گفتی ای اصحاب آفت از خدا ** حاجت این جملگانتان شد روا
  • Dua ederde “Allah, hepinizin muradını verdi, maksatlarınıza eriştiniz.
  • هین روان گردید بی رنج و عنا ** سوی غفاری و اکرام خدا
  • Şimdilik illetsiz zahmetsiz yürüyün, Allah’ın yargılama ve kerem etmesine doğrulun” der.
  • جملگان چون اشتران بسته‌پای ** که گشایی زانوی ایشان برای 305
  • Hepsi ayaklara bağlı develere benzerken himmet edip bağlarını çözer.