English    Türkçe    فارسی   

3
3093-3117

  • داعی هر پیشه اومیدست و بوک ** گرچه گردنشان ز کوشش شد چو دوک
  • Çalışanların boyunları iğ gibi incelse de yine insanı her sanata sevk eden ümittir, ihtimaldir.
  • بامدادان چون سوی دکان رود ** بر امید و بوک روزی می‌دود
  • Sabahleyin dükkânına giden rızık elde etmek ümidiyle koşar gider.
  • بوک روزی نبودت چون می‌روی ** خوف حرمان هست تو چونی قوی 3095
  • Rızık ümidi olmasa nasıl olur da gidersin? Mahrumiyet korkusu olursa nasıl olur da kuvvet bulursun?
  • خوف حرمان ازل در کسب لوت ** چون نکردت سست اندر جست و جوت
  • Belki ezelde sana bir rızık verilmemiştir. Bu ezeli mahrumiyet korkusu, nasıl oluyor da yiyeceğini, içeceğini elde etmek için çalışıp çabalamanda, arayıp taramanda seni âciz, kuvvetsiz bir hale sokmuyor?
  • گویی گرچه خوف حرمان هست پیش ** هست اندر کاهلی این خوف بیش
  • Deseler, dersin ki: “Çalıştığım halde bir şey elde edememek korkusu da var. Var ama bu korku tembellikte daha fazla.
  • هست در کوشش امیدم بیشتر ** دارم اندر کاهلی افزون خطر
  • Çalışırsam belki kazanırım; bunda ümidim daha çok… Tembellikte daha fazla zarar var.
  • پس چرا در کار دین ای بدگمان ** دامنت می‌گیرد این خوف زیان
  • Peki, a kötü zanna düşen, ya neden din işinde bu ziyan korkusu eteğini tutuyor öyleyse?
  • یا ندیدی کاهل این بازار ما ** در چه سودند انبیا و اولیا 3100
  • Yoksa bu bizim pazarımızın tacirleri olan peygamberlerle velilerin ne kârlar elde ettiklerini görmedin mi ki?
  • زین دکان رفتن چه کانشان رو نمود ** اندرین بازار چون بستند سود
  • Onlara bu dükkânı terk etmekle neler yüz gösterdi… Bu pazarda nasıl kârlar ettiler… Haberin yok mu ki?
  • آتش آن را رام چون خلخال شد ** بحر آن را رام شد حمال شد
  • Ateş onlara halhal gibi râm oldu, deniz, onların emrine uydu, onları baş üstüne taşıdı.
  • آهن آن را رام شد چون موم شد ** باد آن را بنده و محکوم شد
  • Demir, onlara râm oldu, mum kesildi… Rüzgâr, onlara kul oldu, hükümlerine girdi!
  • بیان آنک رسول علیه السلام فرمود ان لله تعالی اولیاء اخفیاء
  • Resulullâh sallallâhu aleyhi ve selem, “Şüphe yok ki Allah’ın gizli velileri var” buyurdu
  • قوم دیگر سخت پنهان می‌روند ** شهره‌ی خلقان ظاهر کی شوند
  • (Peygamberlerden başka) bir taife daha vardır ki bunlar pek gizlidirler. Bu zahir halkına nereden meşhur olacaklar?
  • این همه دارند و چشم هیچ کس ** بر نیفتد بر کیاشان یک نفس 3105
  • Bunca kerametleri vardır da yine ululuklarını hiç kimsenin gözü görmez!
  • هم کرامتشان هم ایشان در حرم ** نامشان را نشنوند ابدال هم
  • Hem uludurlar, kerametleri vardır… Hem Allah hareminde gizlenmişlerdir. Onların adlarını Abdal bile işitmemiştir.
  • یا نمی‌دانی کرمهای خدا ** کو ترا می‌خواند آن سو که بیا
  • Sen yoksa Allah’ın keremlerini bilmiyor musun ki… Seni “Gel” diye onların bulunduğu tarafa çağırıp duruyor.
  • شش جهت عالم همه اکرام اوست ** هر طرف که بنگری اعلام اوست
  • Âlemin altı ciheti de onun keremleriyle dolu… Nereye baksan onun bayrakları orada dikildi!
  • چون کریمی گویدت آتش در آ ** اندر آ زود و مگو سوزد مرا
  • Bir kerem sahibi, sana gel, ateşe gir dese hemencecik atıl ateşe… Beni yakar mı deme bile!
  • حکایت مندیل در تنور پر آتش انداختن انس رضی الله عنه و ناسوختن
  • Allah razı olsun, Enes’in peşkirini ateşe atması ve peşkirin yanmaması
  • از انس فرزند مالک آمدست ** که به مهمانی او شخصی شدست 3110
  • Malik oğlu Enes’ten rivayet edilmiştir. Birisi ona konuk olmuştu.
  • او حکایت کرد کز بعد طعام ** دید انس دستارخوان را زردفام
  • O hikâye eder: Yemekten sonra, peşkirini sararmış,
  • چرکن و آلوده گفت ای خادمه ** اندر افکن در تنورش یک‌دمه
  • Kirlenmiş, yemeğe bulaşmış gören Enes, hizmetçi kadına: “Bunu al da tandıra at, bir müddet kalsın” dedi.
  • در تنور پر ز آتش در فکند ** آن زمان دستارخوان را هوشمند
  • Enes’in sırlarına vâkıf olan o hizmetçi de peşkiri ateşle dopdolu olan tandıra atıverdi.
  • جمله مهمانان در آن حیران شدند ** انتظار دود کندوری بدند
  • Bütün konuklar, şaşırıp kaldılar, peşkirden duman çıkacağını kavrulup yanacağını umuyorlardı.
  • بعد یکساعت بر آورد از تنور ** پاک و اسپید و از آن اوساخ دور 3115
  • Derken bir müddet sonra hizmetçi, peşkiri arınmış temizlenmiş, tertemiz olarak getirdi.
  • قوم گفتند ای صحابی عزیز ** چون نسوزید و منقی گشت نیز
  • Oradakiler, “Ey Peygamber’le görüşüp konuşmuş olan aziz zat, peşkir nasıl oldu da hem yanmadı, hem de temizlendi?” dediler.
  • گفت زانک مصطفی دست و دهان ** بس بمالید اندرین دستارخوان
  • Enes dedi ki. “Mustafa, bu peşkire elini, ağzını silmişti; onun için!”