English    Türkçe    فارسی   

3
86-110

  • ورنه کی کردی به یک نفرین بد ** نوح شرق و غرب را غرقاب خود
  • Öyle olmasaydı Nuh, bir beddua ile doğuyu batıyı sulara gark edebilir miydi?
  • بر نکندی یک دعای لوط راد ** جمله شهرستانشان را بی مراد
  • İhsan ve kerem sahibi Lût, zalimlerin şehirlerini perişan eyleyebilir, yerlere batırabilir miydi?
  • گشت شهرستان چون فردوسشان ** دجله‌ی آب سیه رو بین نشان
  • Cennete benzeyen şehirleri Karasu Diclesi oldu. Git de gör.
  • سوی شامست این نشان و این خبر ** در ره قدسش ببینی در گذر
  • Bu Karasu Şam tarafındadır. Kudüs’e giderken yolda görürsün.
  • صد هزاران ز انبیای حق‌پرست ** خود بهر قرنی سیاستها بدست 90
  • Hakk’a tapan yüz binlerce peygamber yüzünden her devirde nice azaplar oldu.
  • گر بگویم وین بیان افزون شود ** خود جگر چه بود که کهها خون شود
  • Söylesem uzun sürer. Ciğerde ne oluyor ki? Dağlar bile kan kesilir.
  • خون شود کهها و باز آن بفسرد ** تو نبینی خون شدن کوری و رد
  • Dağlar kan kesilir de sonra yine donar, kalır. Sen bu kan oluşu görmezsin, çünkü körsün, kötüsün… Bu görüşten ne kadar uzaksın!
  • طرفه کوری دوربین تیزچشم ** لیک از اشتر نبیند غیر پشم
  • Bu kör, ne şaşılacak şey kördür; uzağı görür, gözü de keskin. Fakat yalnız devedeki yükü görür.
  • مو بمو بیند ز صرفه حرص انس ** رقص بی مقصود دارد همچو خرس
  • İnsan hırsından her şeyi kıldan kıla görür, bilir ama oynayıp salınmasında hayır yoktur, bu oynayış şerle doludur.
  • رقص آنجا کن که خود را بشکنی ** پنبه را از ریش شهوت بر کنی 95
  • Benliğini kıracak yerde oyna, salın da şehvet yarasının üstündeki pamuğu çek, kopar.
  • رقص و جولان بر سر میدان کنند ** رقص اندر خون خود مردان کنند
  • Erler, meydanda oynar, dolanır, kendi kanları içinde raks ederler.
  • چون رهند از دست خود دستی زنند ** چون جهند از نقص خود رقصی کنند
  • Varlıklarından kurtuldular mı ellerini çarpar… Noksanlarından ayrıldılar mı raksa girerler.
  • مطربانشان از درون دف می‌زنند ** بحرها در شورشان کف می‌زنند
  • Çalgıcıları, içlerinden def çalar… Denizler, onların coşkunluğunu görüp köpürür.
  • تو نبینی لیک بهر گوششان ** برگها بر شاخها هم کف‌زنان
  • Sen görmezsin ama onların gayretinden yapraklar bile dalların üstünde el çırpar.
  • تو نبینی برگها را کف زدن ** گوش دل باید نه این گوش بدن 100
  • Dalların el çırpışını görmüyorsun değil mi? Buna can kulağı gerek… Ten kulağıyla duyulmaz ki.
  • گوش سر بر بند از هزل و دروغ ** تا ببینی شهر جان با فروغ
  • Baş kulağını alaya, yalana, dolana kapa da aydın can şehrini gör.
  • سر کشد گوش محمد در سخن ** کش بگوید در نبی حق هو اذن
  • Muhammed’in kulağı, sözlerin iç yüzünü duyar. Allah, ona Kuran da “ Kulağın ta kendisi” der.
  • سر به سر گوشست و چشم است این نبی ** تازه زو ما مرضعست او ما صبی
  • Bu peygamber baştanbaşa kulaktır, gözdür. Onun merhameti sütninedir, biz de onun süt emer çocuklarıyız.
  • این سخن پایان ندارد باز ران ** سوی اهل پیل و بر آغاز ران
  • Bu sözün sonu gelmez. Sen yine o fil hikâyesine dön, yine o hikâyeye başla da onu anlat.
  • بقیه‌ی قصه‌ی متعرضان پیل‌بچگان
  • Fil yavrularına dokunanlar hikâyesinin sonu
  • هر دهان را پیل بویی می‌کند ** گرد معده‌ی هر بشر بر می‌تند 105
  • Fil onların her birinin ağızlarını koklamakta… Hepsinin midelerinin etrafın da dönüp dolaşmakta.
  • تا کجا یابد کباب پور خویش ** تا نماید انتقام و زور خویش
  • Yavrusunu kim kebap edip yemişse, bularak öç almağa, kuvvetini göstermeye çalışmaktaydı.
  • گوشتهای بندگان حق خوری ** غیبت ایشان کنی کیفر بری
  • Sen de Allah kullarının etlerini yemekte, onların aleyhinde bulunup günah kazanmaktasın.
  • هان که بویای دهانتان خالقست ** کی برد جان غیر آن کو صادقست
  • Kendinize gelin, sizin ağzınızı koklayan da Allah’tır. Doğrudan başka kim canını kurtarabilir?
  • وای آن افسوسیی کش بوی‌گیر ** باشد اندر گور منکر یا نکیر
  • Bir adamın kabirde ağzını koklayan Münkir yahut Nekir olursa yazıklar olsun o acımağa değer kişiye!
  • نه دهان دزدیدن امکان زان مهان ** نه دهان خوش کردن از دارودهان 110
  • O ulu meleklerden ne ağzını gizlemeye imkân var, ne güzel kokularla iyi bir hale getirmeye çare.