English    Türkçe    فارسی   

4
1934-1958

  • حال او زان روز شد خوب و بدید ** آن عجایب را که اول می‌شنید
  • O gün, Ebulhasan’ın hali düzeldi... Önce duymuş olduğu şaşılacak şeyler, o gün kendisinde zuhur etti.
  • رقعه‌ی دیگر نوشتن آن غلام پیش شاه چون جواب آن رقعه‌ی اول نیافت
  • Kölenin ilk mektuba cevap gelmeyince padişaha başka bir mektup daha yazması
  • نامه‌ی دیگر نوشت آن بدگمان ** پر ز تشنیع و نفیر و پر فغان 1935
  • O kötü zanda bulunan köle kınamalarla, feryadu figanlarla dolu bir mektup daha yazdı.
  • که یکی رقعه نبشتم پیش شه ** ای عجب آنجا رسید و یافت ره
  • “Bundan önce padişaha bir mektup daha yazdım... Fakat bilmem eline değdi mi?” dedi.
  • آن دگر را خواند هم آن خوب‌خد ** هم نداد او را جواب و تن بزد
  • Güzel yüzlü padişah o mektubu da okudu; ona da cevap vermedi, seslenmedi.
  • خشک می‌آورد او را شهریار ** او مکرر کرد رقعه پنج بار
  • Padişah ona aldırmamaktaydı... O da tam beş kere padişaha mektup yazdı.
  • گفت حاجب آخر او بنده‌ی شماست ** گر جوابش بر نویسی هم رواست
  • Nihayet perdeci başı “o da sizin kulunuz... Bir cevap verseniz değer.
  • از شهی تو چه کم گردد اگر ** برغلام و بنده اندازی نظر 1940
  • Cevap verirseniz, bir kula, bir köleye lütuf ile bakarsanız padişahlığınızdan ne eksilir ki?” dedi.
  • گفت این سهلست اما احمقست ** مرد احمق زشت و مردود حقست
  • Padişah dedi ki: bu kolay... Fakat köle sersem... Ahmak adam çirkindir, Allah merdududur.
  • گرچه آمرزم گناه و زلتش ** هم کند بر من سرایت علتش
  • Suçunu, kabahatini affederim ama illeti bana da sirayet eder sonra!
  • صد کس از گرگین همه گرگین شوند ** خاصه این گر خبیث ناپسند
  • Bir uyuz, yüz kişiyi uyuz eder... Hele bu hareketi beğenilmez habis uyuz, büsbütün beterdi!
  • گر کم عقلی مبادا گبر را ** شوم او بی‌آب دارد ابر را
  • Kâfir bile akılsızlık uyuzuna tutulmasın... Yoksa şumluğu, bulutta bile yağmur bırakmaz!
  • نم نبارد ابر از شومی او ** شهر شد ویرانه از بومی او 1945
  • Şumluğu yüzünden buluttan bir katra yağmur yağmaz... Şehir, onun baykuşluğu yüzünden viraneye döner!
  • از گر آن احمقان طوفان نوح ** کرد ویران عالمی را در فضوح
  • O ahmakların uyuzluğu yüzünden Nuh tufanı, koca bir âlemi kötülüklerle yıktı gitti!
  • گفت پیغامبر که احمق هر که هست ** او عدو ماست و غول ره‌زنست
  • Peygamber “Kim ahmaksa düşmanımızdır... Yol kesen gulyabanidir...
  • هر که او عاقل بود از جان ماست ** روح او و ریح او ریحان ماست
  • Akıllıysa canımızdır; ondan gelen serin esinti ondan gelen rüzgâr bize fesleğendir.
  • عقل دشنامم دهد من راضیم ** زانک فیضی دارد از فیاضیم
  • Akıl, bana sövse razıyım... Çünkü benim feyiz vericiliğimden bir feyze sahiptir.
  • نبود آن دشنام او بی‌فایده ** نبود آن مهمانیش بی‌مایده 1950
  • Onun sövmesi faydasız değildir... Boş elle kalkıp konukluğa gelmez.
  • احمق ار حلوا نهد اندر لبم ** من از آن حلوای او اندر تبم
  • Ahmak, ağzıma helva tıksa onun helvasından hastalanır, ateşlenirim, dedi.
  • این یقین دان گر لطیف و روشنی ** نیست بوسه‌ی کون خر را چاشنی
  • Lâtifsen. Gönlün aydınsa şunu iyice bil: Eşek götünü öpmede bir lezzet yoktur!
  • سبلتت گنده کند بی‌فایده ** جامه از دیگش سیه بی‌مایده
  • Faydasız yere bıyığını pis pis kokutur... Yemek yemeksizin elbise, onun tenceresiyle kararır!
  • مایده عقلست نی نان و شوی ** نور عقلست ای پسر جان را غذی
  • Yemek dediğim akıldır, ekmek ve kebap değil... Oğul, cana gıda akıl nurudur.
  • نیست غیر نور آدم را خورش ** از جز آن جان نیابد پرورش 1955
  • İnsana nurdan başka bir yiyecek yoktur... O candan başka bir şeyle beslenip yetişmez insan.
  • زین خورشها اندک اندک باز بر ** کین غذای خر بود نه آن حر
  • Bu yiyecekleri yavaş yavaş azalt... Çünkü bunlar, eşek gıdasıdır, hür adamın gıdası değil!
  • تا غذای اصل را قابل شوی ** لقمه‌های نور را آکل شوی
  • Bunları azalt da asıl gıdayı almaya kabiliyetin olsun, nur lokmalarını yiyesin!
  • عکس آن نورست کین نان نان شدست ** فیض آن جانست کین جان جان شدست
  • Bu ekmeğin ekmek oluşu, o nurun aksiyledir... Bu canın can oluşu, o canın feyziyledir.