English    Türkçe    فارسی   

4
2218-2242

  • ای ز تو کس گشته جان ناکسان ** دست فضل تست در جانها رسان
  • Adam olmayanların canları, ihsanınla adam olmuştur... Canlara erişen, senin lütuf ve kerem elindir.
  • حد من این بود کردم من لیم ** زان سوی حد را نقی کن ای کریم
  • Ben aşağılık bir kişiyim... Buna kudretim yetişti. Ey kerem sahibi Allah, arıtmaya kudretim olmayan iç pisliğimi de sen temizle!
  • از حدث شستم خدایا پوست را ** از حوادث تو بشو این دوست را 2220
  • Rabbim ben pislikten derimi yıkadım, arıttım... İçimi de hâdiselerden sen yıka, arıt!
  • شخصی به وقت استنجا می‌گفت اللهم ارحنی رائحة الجنه به جای آنک اللهم اجعلنی من التوابین واجعلنی من المتطهرین کی ورد استنجاست و ورد استنجا را به وقت استنشاق می‌گفت عزیزی بشنید و این را طاقت نداشت
  • Birisinin abdest bozduktan sonra yıkanırken, temizlenirken okunacak olan “Allah’ım, beni tövbe edenlerden ve iyice temizlenenlerden et” duasını okuyacak yerde abdest alırken buruna su verildiği sırada okunan “Allah’ım sen bana cennet kokusunu koklat” duasını okuması ve duyan bir azizin dayanamaması
  • آن یکی در وقت استنجا بگفت ** که مرا با بوی جنت دار جفت
  • Birisi abdest bozduktan sonra temizlerken “Yarabbi, beni cennet kokusu ile eş et” diye dua etti.
  • گفت شخصی خوب ورد آورده‌ای ** لیک سوراخ دعا گم کرده‌ای
  • Birisi duyup dedi ki: “Güzel dua ettin ama deliği kaybetmişsin!
  • این دعا چون ورد بینی بود چون ** ورد بینی را تو آوردی به کون
  • Bu dua, abdeste buruna su verilirken okunacak dua... Sen burun duasını oturak yerini yıkarken okuyordun!”
  • رایحه‌ی جنت ز بینی یافت حر ** رایحه‌ی جنت کم آید از دبر
  • Hür kişi cennet kokusunu burnundan duyar... Hiç oturak yerinden cennet kokusu gelir mi?
  • ای تواضع برده پیش ابلهان ** وی تکبر برده تو پیش شهان 2225
  • Ey aptal kişilere karşı alçaklık gösterip de padişahlara karşı ululanan,
  • آن تکبر بر خسان خوبست و چست ** هین مرو معکوس عکسش بند تست
  • O ululuk, aşağılık adamlara karşı olursa güzeldir, iyidir... Fakat kendine gel, tersine hareket etme; bu, senin yolunu bağlar!
  • از پی سوراخ بینی رست گل ** بو وظیفه‌ی بینی آمد ای عتل
  • Gül, burun için bitti, yetişti... A hoyrat adam koku almak burnun işidir.
  • بوی گل بهر مشامست ای دلیر ** جای آن بو نیست این سوراخ زیر
  • Ey yiğit, gül kokusu burun içindir... Bu aşağıdaki delik, o kokunun yeri değildir.
  • کی ازین جا بوی خلد آید ترا ** بو ز موضع جو اگر باید ترا
  • Hiç buradan sana cennet kokusu gelir mi? Sana koku lazımsa yerinden ara!
  • هم‌چنین حب الوطن باشد درست ** تو وطن بشناس ای خواجه نخست 2230
  • Bunun gibi “Vatanı sevmek imandandır” hadisi de doğru ama hocam, önce iyice vatanı tanı!
  • گفت آن ماهی زیرک ره کنم ** دل ز رای و مشورتشان بر کنم
  • O akıllı balık dedi ki: Bir yol bulayım da gönlümü şunlarla danışmadan, şunların reyine uymadan çekip çevireyim.
  • نیست وقت مشورت هین راه کن ** چون علی تو آه اندر چاه کن
  • Kendine gel şimdi danışma zamanı değil; yola düş... Ali gibi kuyuya ah et.
  • محرم آن آه کم‌یابست بس ** شب رو و پنهان‌روی کن چون عسس
  • O ahın mahremi pek azdır... Geceleri git, hem de bekçi gibi gizlice yürü.
  • سوی دریا عزم کن زین آب‌گیر ** بحر جو و ترک این گرداب گیر
  • Bu gölcükten denize doğru git... Denizi ara, şu girdabı bırak.
  • سینه را پا ساخت می‌رفت آن حذور ** از مقام با خطر تا بحر نور 2235
  • Göğsünü ayak yaptı da yola düştü... Çekingen balık, o tehlikeli yerden ta nur denizine kadar yürüdü, denize ulaştı.
  • هم‌چو آهو کز پی او سگ بود ** می‌دود تا در تنش یک رگ بود
  • Ardına köpek düşen ceylan, hayatından bir damar bile kalsa koşar ya... İşte o da onun gibi koşmaktaydı.
  • خواب خرگوش و سگ اندر پی خطاست ** خواب خود در چشم ترسنده کجاست
  • Artık köpek varken tavşan uykusuna dalmak hatadır... Zaten korkan adamın gözüne uyku girer mi?
  • رفت آن ماهی ره دریا گرفت ** راه دور و پهنه‌ی پهنا گرفت
  • O balık gitti deniz yolunu tuttu... Pek uzun olan o yola düştü.
  • رنجها بسیار دید و عاقبت ** رفت آخر سوی امن و عافیت
  • Bir hayli zahmetler çekti, fakat sonun da emniyet ve afiyet makamına yetişti.
  • خویشتن افکند در دریای ژرف ** که نیابد حد آن را هیچ طرف 2240
  • Kendisini uçsuz bucaksız, hiçbir yandan kıyısı görünmez denize attı.
  • پس چو صیادان بیاوردند دام ** نیم‌عاقل را از آن شد تلخ کام
  • Derken balıkçılar ağ getirdiler... Yarı akıllının neşesi bozuldu, ağzının tadı kaçtı.
  • گفت اه من فوت کردم فرصه را ** چون نگشتم همره آن رهنما
  • Dedi ki: Eyvahlar olsun. Fırsatı fevt ettim, nasıl oldu da o yol gösterene arkadaş olmadım?