English    Türkçe    فارسی   

4
37-61

  • این حکایت را که نقد وقت ماست ** گر تمامش می‌کنی اینجا رواست
  • Bizim halimiz olan şu hikâyeyi burada tamamlarsan yakışır.
  • ناکسان را ترک کن بهر کسان ** قصه را پایان بر و مخلص رسان
  • Adam olmayanları, adam olanların hatırı için bırak; hikâyeyi bitir, hikâyeye son ver!
  • این حکایت گر نشد آنجا تمام ** چارمین جلدست آرش در نظام
  • Hikâye üçüncü cilt de tamamlanmadıysa işte dördüncü cilt... Onu, burada düzene koy, tamamla!
  • تمامی حکایت آن عاشق که از عسس گریخت در باغی مجهول خود معشوق را در باغ یافت و عسس را از شادی دعای خیر می‌کرد و می‌گفت کی عسی ان تکرهوا شیا و هو خیر لکم
  • Âşığın, bekçiden kaçıp bilmediği bir bağa girmesi sevgilisini orada bulması ve neşesinden bekçiye hayır duada bulunması, “öyle şeyler oluverir ki siz, onlardan hoşlanmazsınız, hâlbuki sizin için hayırlıdır” ayetini okuması
  • اندر آن بودیم کان شخص از عسس ** راند اندر باغ از خوفی فرس 40
  • O adamın, bekçiden korkup bağa at sürdüğünü anlatıyorduk.
  • بود اندر باغ آن صاحب‌جمال ** کز غمش این در عنا بد هشت سال
  • O adamın âşık olup bu dertle tam sekiz yıl yanıp yakıldığı güzel de meğerse o bağdaymış!
  • سایه‌ی او را نبود امکان دید ** هم‌چو عنقا وصف او را می‌شنید
  • Âşık o sevgilinin gölgesini bile görmeye imkân bulamıyordu. Ancak Zümrüdüanka’yı duyar gibi onun da vasfını işitmekteydi.
  • جز یکی لقیه که اول از قضا ** بر وی افتاد و شد او را دلربا
  • Kazara nasılsa onu, bir kerecik görmüştü, o ilk görüşte ona vurulmuş, ona gönül vermiş gitmişti.
  • بعد از آن چندان که می‌کوشید او ** خود مجالش می‌نداد آن تندخو
  • Ondan sonra ne kadar çalıştı çabaladıysa o sert huylu dilber, bir türlü mecâl vermemiş, bir türlü kendisini göstermemişti.
  • نه بلا به چاره بودش نه به مال ** چشم پر و بی‌طمع بود آن نهال 45
  • Ne yalvarmanın bir çaresi olmuştu, ne mal, mülk vermenin... O fidan sevgilinin gözü toktu, tamahı yoktu!
  • عاشق هر پیشه‌ای و مطلبی ** حق بیالود اول کارش لبی
  • Allah, her hüner ve sanata, her dilenen ve istenen şeye âşık olan kişinin dudağını, ilk önce o şeye dokundurur, ona lezzeti tattırır...
  • چون بدان آسیب در جست آمدند ** پیش پاشان می‌نهد هر روز بند
  • Ondan sonra âşıklar, o lezzetle, dileklerini aramaya koyuldular mı her gün önlerine bir tuzak çıkarır, ayaklarına bir bağ vurur!
  • چون در افکندش بجست و جوی کار ** بعد از آن در بست که کابین بیار
  • Aramayıp taramaya giriştiler mi “hele nikâh parasını getir bakalım” diye kapıyı kapar.
  • هم بر آن بو می‌تنند و می‌روند ** هر دمی راجی و آیس می‌شوند
  • Âşıklar da, o ümitle döner dolaşır, koşarlar... Her an ricaya düşerler, her an ümitsizliğe kapılırlar.
  • هر کسی را هست اومید بری ** که گشادندش در آن روزی دری 50
  • Herkesin, bir şey elde edeceğim diye bir ümidi vardır... Nihayet bir gün olur, ona bir kapı da açarlar.
  • باز در بستندش و آن درپرست ** بر همان اومید آتش پا شدست
  • Açarlar ama hemencecik yine o kapıyı örterler. O kapıya tapan, oraya ümit bağlayan kişi de ümitlenir, o ümitle ateş kesilir, işe girişir!
  • چون درآمد خوش در آن باغ آن جوان ** خود فرو شد پا به گنجش ناگهان
  • O genç de hoş bir halde o bağa girince ansızın ayağı defineye batıverdi!
  • مر عسس را ساخته یزدان سبب ** تا ز بیم او دود در باغ شب
  • Allah bekçiyi sebep etti... Bekçi korkusundan geceleyin koşa koşa bağa girdi, sığındı da,
  • بیند آن معشوقه را او با چراغ ** طالب انگشتری در جوی باغ
  • Bağdan geçen ırmağa yüzüğünü düşürmüş olan sevgilisinin elinde bir fener, yüzüğünü aramakta olduğunu gördü.
  • پس قرین می‌کرد از ذوق آن نفس ** با ثنای حق دعای آن عسس 55
  • O anda neşesinden Allah’a şükürler ederek bekçiye hayır dualarda bulunmaya başladı:
  • که زیان کردم عسس را از گریز ** بیست چندان سیم و زر بر وی بریز
  • “Bekçiden huylanıp kaçtım, ziyanlara girdim, ama yarabbi, sen onun yirmi misli altın ve gümüşü onun başına saç!
  • از عوانی مر ورا آزاد کن ** آنچنان که شادم او را شاد کن
  • Onu, kötü kişilerin şerrinden kurtar... Ben nasıl neşelendiysem onu da sen neşelendir!
  • سعد دارش این جهان و آن جهان ** از عوانی و سگی‌اش وا رهان
  • Onu bu âlemde de mesut et, o âlemde de... Onu kötülükten, köpeklikten kurtar!
  • گرچه خوی آن عوان هست ای خدا ** که هماره خلق را خواهد بلا
  • Allah’ım, gerçi o kötü kişinin huyu daima halkın belasını istemektir. ( ama yine sen onu koru).
  • گر خبر آید که شه جرمی نهاد ** بر مسلمانان شود او زفت و شاد 60
  • Kötü kişi, padişah, Müslümanları suçlu buldu diye bir haber duydu mu semirir, neşelenir...
  • ور خبر آید که شه رحمت نمود ** از مسلمانان فکند آن را به جود
  • Yok... Eğer padişah, merhamet etti, o cezayı cömertliğiyle Müslümanlardan bağışladı diye bir söz duysa,