English    Türkçe    فارسی   

5
1648-1672

  • سبق رحمت گشت غالب بر غضب  ** ای بدیع افعال و نیکوکار رب 
  • Rahmet gazaptan fazladır, üstündür, üstün geldi ey işleri essiz, örneksiz olan ve iyi işler işleyen Tanrı.
  • فرستادن عزرائیل ملک العزم و الحزم را علیه‌السلام ببر گرفتن حفنه‌ای خاک تا شود جسم آدم چالاک عیله‌السلام و الصلوة 
  • Tanrının çevik Adem'in aleyhisselam’ın bedenini yoğurmak üzere bir avuç toprak alması için azim ve şiddet sahibi bir melek olan Azrail aleyhisselam'ı yollaması.
  • گفت یزدان زو عزرائیل را  ** که ببین آن خاک پر تخییل را 
  • Tanri, Azrail’e “Çabuk git, o hayallere kapılmış toprağın halini gör.
  • آن ضعیف زال ظالم را بیاب  ** مشت خاکی هین بیاور با شتاب  1650
  • O arık zalimi bul, hemen bir avuç torak al, gel” dedi.
  • رفت عزرائیل سرهنگ قضا  ** سوی کره‌ی خاک بهر اقتضا 
  • Kaza ve kader çavuşu Azrail, buyruğu yerine getirmek üzere toprak yuvarlağına geldi.
  • خاک بر قانون نفیر آغاز کرد  ** داد سوگندش بسی سوگند خورد 
  • Toprak adeti veçhile yine feryada, ant vermeye başladı. Bir çok yeminler verdi.
  • کای غلام خاص و ای حمال عرش  ** ای مطاع الامر اندر عرش و فرش 
  • “Ey has kul, ey arşı taşıyan, ey arşta da, ferste de emrine itaat edilen!
  • رو به حق رحمت رحمن فرد  ** رو به حق آنک با تو لطف کرد 
  • Tek ve merhametli Tanrı’nın rahmeti hakkı için git. Sana lütuflarda bulunan Tanrı hakkı için git.
  • حق شاهی که جز او معبود نیست  ** پیش او زاری کس مردود نیست  1655
  • Kendisinden başka tapılan bulunmayan, huzurunda kimsenin ağlayıp sızlanması ret edilmeyen padişah hakkı için” dedi.
  • گفت نتوانم بدین افسون که من  ** رو بتابم ز آمر سر و علن 
  • Fakat Azrail dedi ki: Bu afsunla gizli, aşikar buyruk sahibi olandan yüz çevirmem ben.
  • گفت آخر امر فرمود او به حلم  ** هر دو امرند آن بگیر از راه علم 
  • Toprak, O, ilim sahibi olmayı da emretti. İkisi de emir. Bilgi yolu ile lütfet de halim ol, o emri tut dedi ama,
  • گفت آن تاویل باشد یا قیاس  ** در صریح امر کم جو التباس 
  • Azrail, O, ya tevildir, ya kıyas. Apaçık emirde öyle tevile, kıyasa az uy.
  • فکر خود را گر کنی تاویل به  ** که کنی تاویل این نامشتبه 
  • Kendi düşünceni tevil etsen daha iyi. Başka hiçbir emre benzemeyen bu açık emri tevil etmekten daha yeğ.
  • دل همی‌سوزد مرا بر لابه‌ات  ** سینه‌ام پر خون شد از شورابه‌ات  1660
  • Yalvarmana içim yanıp durmada. Acı gözyaşlarından gönlüm kanla doldu.
  • نیستم بی‌رحم بل زان هر سه پاک  ** رحم بیشستم ز درد دردناک 
  • Merhametsiz değilim, hatta o üç temiz melekten daha merhametliyim ben, senin derdinle dertleniyorum.
  • گر طبانجه می‌زنم من بر یتیم  ** ور دهد حلوا به دستش آن حلیم 
  • Ben bir yetime tokat atsam, halim bir adam da ona tatlı bir şey verse,
  • این طبانجه خوشتر از حلوای او  ** ور شود غره به حلوا وای او 
  • Bu tokat onun tatlısından daha hoştur. Eyvah Eğer o tatlıya kanarsa.
  • بر نفیر تو جگر می‌سوزدم  ** لیک حق لطفی همی‌آموزدم 
  • Feryadından ciğerim yanıyor. Fakat Tanri, bana başka bir çeşit lütuf öğretmede.
  • لطف مخفی در میان قهرها  ** در حدث پنهان عقیق بی‌بها  1665
  • Gizli lütuf, kahırlar içindedir; değer biçilmez akikin pislik içinde oluşu gibi.
  • قهر حق بهتر ز صد حلم منست  ** منع کردن جان ز حق جان کندنست 
  • Tanrı’nın kahrı, benim ilmimden yüz kat iyidir. Tanrı’dan canını esirgemek can çekişmektir.
  • بترین قهرش به از حلم دو کون  ** نعم رب‌العالمین و نعم عون 
  • Onun en kötü kahrı, iki alemin de ilminden iyidir. Ne güzeldir alemlerin rabbi ve ne iyidir onun yardımı.
  • لطفهای مضمر اندر قهر او  ** جان سپردن جان فزاید بهر او 
  • Onun kahrında lütuflar gizlidir; onun uğrunda can vermek, adamın canına canlar katar.
  • هین رها کن بدگمانی و ضلال  ** سر قدم کن چونک فرمودت تعال 
  • Kendine gel de kötü zannı ve azgınlığı bırak. Madem ki Tanrı gel diyor, başını ayak yap da koş.
  • آن تعال او تعالیها دهد  ** مستی و جفت و نهالیها دهد  1670
  • Onun gel demesi, insana yücelikler verir; sarhoşluklar, eşler, yaygılar bağışlar.
  • باری آن امر سنی را هیچ هیچ  ** من نیارم کرد وهن و پیچ پیچ 
  • Ben o yüce emri hiç, ama hiçbir suretle tevil edemem.
  • این همه بشنید آن خاک نژند  ** زان گمان بد بدش در گوش بند 
  • Dertli toprak bütün bunları duydu. Fakat o kötü zan, kulağına küpe olmuştu, ondan vazgeçmedi.