English    Türkçe    فارسی   

5
3590-3614

  • با بت زنده کسی چون گشت یار  ** مرده را چون در کشد اندر کنار  3590
  • Diri olan bir güzelliğe dostluk eden, artık ölüyü nasıl kucaklar?
  • تفسیر این آیت که و ان الدار الاخرة لهی الحیوان لوکانوا یعلمون کی در و دیوار و عرصه‌ی آن عالم و آب و کوزه و میوه و درخت همه زنده‌اند و سخن‌گوی و سخن‌شنو و جهت آن فرمود مصطفی علیه السلام کی الدنیا جیفه و طلابها کلاب و اگر آخرت را حیات نبودی آخرت هم جیفه بودی جیفه را برای مردگیش جیفه گویند نه برای بوی زشت و فرخجی 
  • "Bilseniz ahiret, ebedî hayat yurdudur" âyetinin tefsiri. Yani o âlemin kapısı, duvarı, suyu, testisi, meyvası, ağacı hep diridir. Söz söyler ve söz duyar. Onun için Mustafa aleyhisselâm "Dünya bir leştir, onu istiyenler de köpeklerdir" buyurdu. Ahirette dirilik olmasaydı o da leş olurdu. Leşe, ölü olduğundan leş derler, pis kokusundan ve mundarlığından değil.
  • آن جهان چون ذره ذره زنده‌اند  ** نکته‌دانند و سخن گوینده‌اند 
  • O âlem, zerre zerre diridir. Her zerresi nükteden anlar, söz söyler.
  • در جهان مرده‌شان آرام نیست  ** کین علف جز لایق انعام نیست 
  • Onlar, ölü olan cihanda oturmaz, dinlemezler. Çünkü ot, ancak hayvanlara lâyıktır.
  • هر که را گلشن بود بزم و وطن  ** کی خورد او باده اندر گولخن 
  • Kim, gül bahçesinde meclis kurar, yurt tutarsa külhanda şarap içer mi hiç?
  • جای روح پاک علیین بود  ** کرم باشد کش وطن سرگین بود 
  • Pak ruhun makamı, illiyyin'dir. Pislikte yurt edinense kurttur.
  • بهر مخمور خدا جام طهور  ** بهر این مرغان کور این آب شور  3595
  • Tanrı mahmuruna tertemiz şarap kadehi sunulur. Bu kör kuşlaraysa şu kara ve tuzlu su.
  • هر که عدل عمرش ننمود دست  ** پیش او حجاج خونی عادلست 
  • Kime Ömer'in adaleti, el vermezse onca kanlı kaatil Haccac, âdildir.
  • دختران را لعبت مرده دهند  ** که ز لعب زندگان بی‌آگهند 
  • Kızlara cansız bebekleri oyuncak diye verirler. Çünkü onlar, diri oyuncaktan bir şey anlamazlar ki.
  • چون ندارند از فتوت زور و دست  ** کودکان را تیغ چوبین بهترست 
  • Küçük erkek çocuklar, erliklerinden bir şey anlamazlar, güçleri kuvvetleri yoktur. Onun için onlara tahta kılıç daha yeğdir.
  • کافران قانع بنقش انبیا  ** که نگاریده‌ست اندر دیرها 
  • Kâfirler, peygamberlerin kiliselerde yapılmış olan resimleriyle kanaat ederler.
  • زان مهان ما را چو دور روشنیست  ** هیچ‌مان پروای نقش سایه نیست  3600
  • Fakat o ay parçaları, bizim için apaydın olduğundan resimlerine aldırış bile etmeyiz.
  • این یکی نقشش نشسته در جهان  ** وآن دگر نقشش چو مه در آسمان 
  • Onların birer sureti, bu âlemdedir ama birer sureti de ay gibi gökyüzündedir.
  • این دهانش نکته‌گویان با جلیس  ** و آن دگر با حق به گفتار و انیس 
  • Bu suretteki ağızları, onlarla düşüp kalkanla konuşur, nükteler söyler. O suretteki ağızları ise Tanrı ile konuşur.
  • گوش ظاهر این سخن را ضبط کن  ** گوش جانش جاذب اسرار کن 
  • Görünen kulak, bu sözü duyar, beller. Can kulağıysa Kün emrinin sırlarını işitir.
  • چشم ظاهر ضابط حلیه‌ی بشر  ** چشم سر حیران مازاغ البصر 
  • Ten gözü, insanın şeklini görür, beller. Can gözü, Mazagalbasar sırrını görür, hayran olur.
  • پای ظاهر در صف مسجد صواف  ** پای معنی فوق گردون در طواف  3605
  • Görünen ayak, mescit safında durur, mâna ayağı, göğün üstünde tavafta bulunur.
  • جزو جزوش را تو بشمر هم‌چنین  ** این درون وقت و آن بیرون حین 
  • İşte her cüz'ü böyle say... bu, vakit içindedir, zamana bağlıdır, oysa ondan da hariçtir.
  • این که در وقتست باشد تا اجل  ** وان دگر یار ابد قرن ازل 
  • Zamana bağlı olan, ecele kadar durur, öbürüyse, ebediyete dost, ezele eştir.
  • هست یک نامش ولی الدولتین  ** هست یک نعتش امام القبلتین 
  • Bir adı iki devlet sahibidir, bir sıfatı iki kıble imamı.
  • خلوت و چله برو لازم نماند  ** هیچ غیمی مر ورا غایم نماند 
  • Ona ne halvetin lüzumu vardır, ne çilenin. Hiçbir bulut, onu örtemez.
  • قرص خورشیدست خلوت‌خانه‌اش  ** کی حجاب آرد شب بیگانه‌اش  3610
  • Halvet yurdu, güneş değirmisidir, artık ona nasıl olur da yabancı gece, perde kesilir?
  • علت و پرهیز شد بحران نماند  ** کفر او ایمان شد و کفران نماند 
  • Hastalık ve perhiz zamanı geçti, buhran kalmadı. Küfür, iman oldu, küfran kalmadı.
  • چون الف از استقامت شد به پیش  ** او ندارد هیچ از اوصاف خویش 
  • Elif gibi, doğruluğu yüzünden öne geçmiştir. Onda kendi sıfatlarından hiçbir şey kalmamıştır.
  • گشت فرد از کسوه‌ی خوهای خویش  ** شد برهنه جان به جان‌افزای خویش 
  • Kendi huylarından çıkmış tek olmuş... canı, canına can katan sevgiliyse çırçıplak bir hale gelmiştir.
  • چون برهنه رفت پیش شاه فرد  ** شاهش از اوصاف قدسی جامه کرد 
  • O tek ve benzersiz, eşsiz örneksiz padişahın huzuruna çırçıplak gidince padişah, ona kendi kutlu sıfatlarından bir elbise giydirmiştir.