- 
		   سایلی آمد به سوی خانهای  ** خشک نانه خواست یا تر نانهای    1250
- Evin birine bir yoksul geldi. Kuru ekmek, yahut taze nane istedi.
 
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گفت صاحبخانه نان اینجا کجاست  ** خیرهای کی این دکان نانباست 
- Ev sahibi, burada ekmek ne arar? Burası ekmekçi dükkânı mı, aptal mısın sen dedi.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گفت باری اندکی پیهم بیاب  ** گفت آخر نیست دکان قصاب 
- Dilenci bâri biraz yağ ver deyince dedi ki: Burası kasap dükkânı değil ki.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گفت پارهی آرد ده ای کدخدا  ** گفت پنداری که هست این آسیا 
- A ev sahibi, birazcık un ver bari deyince de, yine ev sahibi, burasını değirmen mi sandın dedi.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گفت باری آب ده از مکرعه  ** گفت آخر نیست جو یا مشرعه 
- Dilenci her şeyden vazgeçtik, bir çanak su olsun ver dedi. Ev sahibi cevap verdi: Burası ırmak, yahut çeşme değil.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   هر چه او درخواست از نان یا سبوس  ** چربکی میگفت و میکردش فسوس    1255
- Hâsılı ekmekten kepeğe kadar ne istediyse ev sahibi kendisiyle alay etti, acıklandı, yok dedi.
 
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    آن گدا در رفت و دامن بر کشید  ** اندر آن خانه بحسبت خواست رید 
- Yoksul içeri girip eteklerini kaldırdı evin içinde aptes bozmaya niyetlendi.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گفت هی هی گفت تن زن ای دژم  ** تا درین ویرانه خود فارغ کنم 
- Ev sahibi; hey çirkin herif ne yapıyorsun, deyince dedi ki: Böyle yıkık yere bâri aptes bozayım da ferahlayayım.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    چون درینجا نیست وجه زیستن  ** بر چنین خانه بباید ریستن 
- Burada yaşamanın madem ki imkânı yok, böyle eve ancak aptes bozulur.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    چون نهای بازی که گیری تو شکار  ** دست آموز شکار شهریار 
- Padişah kolunda beslenmedin, avlanmayı bellemedin; zaten doğan değilsin ki av tutasın.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   نیستی طاوس با صد نقش بند  ** که به نقشت چشمها روشن کنند    1260
- Tavus kuşu da değilsin ki yüzlerce nakışlarla bezenesin de gözleri neşelendiresin.
 
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    هم نهای طوطی که چون قندت دهند  ** گوش سوی گفت شیرینت نهند 
- Dudu değilsin ki sana şeker versinler, tatlı sözlerini dinlesinler.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    هم نهای بلبل که عاشقوار زار  ** خوش بنالی در چمن یا لالهزار 
- Bülbül değilsin, âşıkçasına ağlayıp inleyesin, çayırlıkta, çimenlikte yahut lâle bahçelerinde güzel güzel çileyesin.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    هم نهای هدهد که پیکیها کنی  ** نه چو لکلک که وطن بالا کنی 
- Hüthüt değilsin ki çavuşluk edesin. Leylek değilsin ki yücelerde yurt tutasın.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    در چه کاری تو و بهر چت خرند  ** تو چه مرغی و ترا با چه خورند 
- Ne iştesin sen? Seni ne diye satın alsınlar? Ne kuşusun sen? Seni ne diye yesinler?
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   زین دکان با مکاسان برتر آ  ** تا دکان فضل که الله اشتری    1265
- Bu değer bilmezlerin dükkânından vazgeç, yücel “Allah satın alır” ihsanının dükkânına gel!
 
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    کالهای که هیچ خلقش ننگرید  ** از خلاقت آن کریم آن را خرید 
- Köhneliğinden kimsenin almadığı o kumaşı o kerem sahibi alır.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    هیچ قلبی پیش او مردود نیست  ** زانک قصدش از خریدن سود نیست 
- Onun yanında hiçbir kalp red edilmez; çünkü alış verişten kâr beklemez ki.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
	      
	       
	      
		  
		  
	       
		  
		  - 
		  رجوع به داستان آن کمپیر 
- Kocakarının hikâyesi
 
	      
	       
	      
	       
	      
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    چون عروسی خواست رفتن آن خریف  ** موی ابرو پاک کرد آن مستخیف 
- O bunak sokağa bir gelin gibi çıkmak istedi; o azgın karı, kaşlarını yoldu.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    پیش رو آیینه بگرفت آن عجوز  ** تا بیاراید رخ و رخسار و پوز 
- Yanağını, yüzünü, ağzını güzelleştirip süslenmek için aynanın önüne oturdu.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   چند گلگونه بمالید از بطر  ** سفرهی رویش نشد پوشیدهتر    1270
- 1270.Yüzüne neşeyle birkaç kere allık sürdü; fakat pörsümüş suratını bir türlü boya tutmadı.
 
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    عشرهای مصحف از جا میبرید  ** میبچفسانید بر رو آن پلید 
- Kuran’ın aşır başlarındaki tezhipleri kesti, pis mundar suratına yapıştırdı.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    تا که سفرهی روی او پنهان شود  ** تا نگین حلقهی خوبان شود 
- Bu suretle yüzünün buruşuklarını örtmek, güzeller halkasına yüzük taşı olmak istiyordu.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    عشرها بر روی هر جا مینهاد  ** چونک بر میبست چادر میفتاد 
- O tezhipli yerleri yapıştırdıkça yapıştırıyor, fakat çarşafını giydi mi hepsi yere düşüyordu.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    باز او آن عشرها را با خدو  ** میبچفسانید بر اطراف رو 
- Yine onları alıp tükürüklüyor, yüzüne yapıştırıyor,