English    Türkçe    فارسی   

6
2256-2280

  • کودک دیوانه بازی کی کند  ** جزو باید تا که کل را فی کند 
  • Deli çocuk, oyun oynar mı? Cüzü lâzım ki külle dönsün.
  • رجوع کردن به قصه‌ی قبه و گنج 
  • Kubbe ve define hikâyesi
  • نک خیال آن فقیرم بی‌ریا  ** عاجز آورد از بیا و از بیا 
  • İşte o yoksulun hayali, riyasız olarak gel, gel demekle beni âciz bıraktı.
  • بانگ او تو نشنوی من بشنوم  ** زانک در اسرار همراز ویم 
  • Onun sesini sen duymazsın ama ben duyarım. Çünkü gizlilik âleminde onun sırdaşıyım ben.
  • طالب گنجش مبین خود گنج اوست  ** دوست کی باشد به معنی غیر دوست 
  • Onu define arıyor sanma. Define kendisi. Dost, mânada dosttan başka bir şey olabilir mi?
  • سجده خود را می‌کند هر لحظه او  ** سجده پیش آینه‌ست از بهر رو  2260
  • Her lâhza o, kendisine secde etmede. Yüzünü görmek için önüne bir ayna koymuş secde ediyor.
  • گر بدیدی ز آینه او یک پشیز  ** بی‌خیالی زو نماندی هیچ چیز 
  • Aynada hakikati bir habbecik görseydi ondan bir hayalden başka bir şey kalmazdı.
  • هم خیالاتش هم او فانی شدی  ** دانش او محو نادانی شدی 
  • Hayalleri de yok olurdu, kendisi de. Bilgisi, bilgisizlikte mahvolmak olurdu.
  • دانشی دیگر ز نادانی ما  ** سر برآوردی عیان که انی انا 
  • Bizim bilgisizliğimizden başka bir bilgi, şüphe yok ki benim diye apaçık baş gösterirdi.
  • اسجدوا لادم ندا آمد همی  ** که آدمید و خویش بینیدش دمی 
  • Âdem’e secde edin diye ses gelip durmada. Âdem’seniz bir an olsun kendinizi görün!
  • احولی از چشم ایشان دور کرد  ** تا زمین شد عین چرخ لاژورد  2265
  • Bu ses, meleklerin gözünden şaşılığı giderdi de yeryüzü, onlarca lâcivert gökyüzünün aynı oldu.
  • لا اله گفت و الا الله گفت  ** گشت لا الا الله و وحدت شکفت 
  • Tanrı’dan başka tapacak yoktur dedi, tapacak yalnız Tanrı’dır demekle ondan başka varlık yoktur demiş oldu ve birlik açıldı.
  • آن حبیب و آن خلیل با رشد  ** وقت آن آمد که گوش ما کشد 
  • O dostun, o doğru yolu bulmuş sevgilinin kulağımızı çekmesi zamanı geldi.
  • سوی چشمه که دهان زینها بشو  ** آنچ پوشیدیم از خلقان مگو 
  • Kulağımızı tutup çeşmeye götürerek ağzını burada, bu suyla yıka, halktan gizlediğin şeyleri söyleme demesinin tam vakti.
  • ور بگویی خود نگردد آشکار  ** تو به قصد کشف گردی جرم‌دار 
  • Fakat söylesen de o meydana çıkmaz ki. Yalnız sen açmayı kastetmekle suçlu olursun, o kadar.
  • لیک من اینک بریشان می‌تنم  ** قایل این سامع این هم منم  2270
  • Fakat ben, onların etrafında dönüp duruyorum işte. Bunu söyleyen de benim dinleyen de.
  • صورت درویش و نقش گنج گو  ** رنج کیش‌اند این گروه از رنج گو 
  • Yoksulun ve definenin suretini söyle. Bunlar, eziyet çekenlerdir, o eziyeti anlat bakalım!
  • چشمه‌ی راحت بریشان شد حرام  ** می‌خورند از زهر قاتل جام‌جام 
  • Rahmet çeşmesi, onlara haram oldu. Öldürücü zehri kadeh kadeh içiyorlar.
  • خاکها پر کرده دامن می‌کشند  ** تا کنند این چشمه‌ها را خشک‌بند 
  • Eteklerine toprak doldurmuşlar, şu kaynakları doldurmaya geliyorlar.
  • کی شود این چشمه‌ی دریامدد  ** مکتنس زین مشت خاک نیک و بد 
  • Denizden yardım gören bu kaynak, şu iyi kötü bir avuç toprağın çalışıp çabalaması ile dolar mı hiç?
  • لیک گوید با شما من بسته‌ام  ** بی‌شما من تا ابد پیوسته‌ام  2275
  • Fakat sizi bıraktım, size karşı kurudum, ebediyen de akmayacağım der…
  • قوم معکوس‌اند اندر مشتها  ** خاک‌خوار و آب را کرده رها 
  • Halk, iştah bakımından ters tabiatlıdır. Öyleleri vardır ki suyu bırakır, içmez de toprak yer.
  • ضد طبع انبیا دارند خلق  ** اژدها را متکا دارند خلق 
  • Halk peygamberlerin tabiatlarına zıttır, tutar ejderhaya dayanır.
  • چشم‌بند ختم چون دانسته‌ای  ** هیچ دانی از چه دیده بسته‌ای 
  • Tanrı’nın göze mühür vurmasını, gözü kapatmasını bildin, fakat neden göz yumdun, bunu da bildin mi?
  • بر چه بگشادی بدل این دیده‌ها  ** یک به یک بس البدل دان آن ترا 
  • Gözünü yumdun da onun yerine şu gözlerini neye açtın? Bir bir, bil ki kapadığın gözün yerine gelen kötü gözlerdir onlar.
  • لیک خورشید عنایت تافته‌ست  ** آیسان را از کرم در یافته‌ست  2280
  • Fakat inayet güneşi parlayıp doğmuş, ümidini kesenlere lûtfetmiştir.