- 
		    چون سلاح و جهل جمع آید به هم  ** گشت فرعونی جهانسوز از ستم 
- Silâhla bilgisizlik bir araya gelince Firavun, sitemle bütün dünyayı yakar yandırır.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    شکر کن ای مرد درویش از قصور  ** که ز فرعونی رهیدی وز کفور 
- Ey yoksul, yoksullukla Firavunluktan, kâfirlikten kurtuldun, şükret.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   شکر که مظلومی و ظالم نهای  ** آمن از فرعونی و هر فتنهای    4725
- Şükret ki mazlumsun, zâlim değilsin. Firavunluktan ve sınanmadan eminsin.
 
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    اشکم تی لاف اللهی نزد  ** که آتشش را نیست از هیزم مدد 
- Boş karın, Allahlık lâfına giremez. Onun ateşine odun yardım edemez.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    اشکم خالی بود زندان دیو  ** کش غم نان مانعست از مکر و ریو 
- Boş karın, şeytanın zindanıdır. Çünkü ekmek derdi, onun hilesine, düzenine mânidir.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    اشکم پر لوت دان بازار دیو  ** تاجران دیو را در وی غریو 
- Dolu karın, bil ki şeytanın pazarıdır. Şeytan tacirleri orada gürültü eder dururlar.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    تاجران ساحر لاشیفروش  ** عقلها را تیره کرده از خروش 
- Hiçbir şey satmayan büyücü tacirler, gürültüyle akılları bulandırır, berbadederler.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   خم روان کرده ز سحری چون فرس  ** کرده کرباسی ز مهتاب و غلس    4730
- Geceleyin büyü yaparak küpü at gibi yürütürler. Ay ışığıyla sabaha karşı olan karanlığı kumaş haline getirirler.
 
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    چون بریشم خاک را برمیتنند  ** خاک در چشم ممیز میزنند 
- İbrişim gibi toprağı örerler; temyiz sahibinin gözüne toprak serperler.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    چندلی را رنگ عودی میدهند  ** بر کلوخیمان حسودی میدهند 
- Kokusuz yaban ağacına ödağacı rengini verirler. Taş ve toprak parçasını bize hoş gösterirler, bizi hasetçi yaparlar.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    پاک آنک خاک را رنگی دهد  ** همچو کودکمان بر آن جنگی دهد 
- Noksan sıfatlardan temizdir o Tanrı ki toprağa bir renk verir, çocuk gibi bizi ona kaptırır, birbirimize düşürür.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    دامنی پر خاک ما چون طفلکان  ** در نظرمان خاک همچون زر کان 
- Eteğimizi çocuklar gibi toprakla doldururuz. Bizim gözümüzle o toprak, madenden çıkmış altın görünür.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   طفل را با بالغان نبود مجال  ** طفل را حق کی نشاند با رجال    4735
- Çocuğun, yetişmiş erlere karşı bir mecali yoktur. Tanrı çocuğu erkeklerle bir araya koymaz, bir derecede tutmaz ki.
 
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    میوه گر کهنه شود تا هست خام  ** پخته نبود غوره گویندش به نام 
- Meyva, eski olsa bile ham buludukça, olmadıkça ona koruk derler.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گر شود صدساله آن خام ترش  ** طفل و غورهست او بر هر تیزهش 
- O ham ve ekşi meyva, yüz yıllık bile olsa fikri çevik ve keskin kişiye nazaran yine çocuktur, yine koruktur.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گرچه باشد مو و ریش او سپید  ** هم در آن طفلی خوفست و امید 
- Saçı, sakalı ağarsa bile yine korku ve ümit çocukluğundan kurtulmamıştır.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    که رسم یا نارسیده ماندهام  ** ای عجب با من کند کرم آن کرم 
- Der ki: Acaba olgunlaşır mıyım, yoksa böyle olgunlaşmadan ham mı kalırım? Acaba Tanrı' nın keremi, beni kızdırır, olgun bir hale getirir mi?
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   با چنین ناقابلی و دوریی  ** بخشد این غورهی مرا انگوریی    4740
- Yoksa böyle kabiliyetsiz bir halde, bu uzaklık âleminde mi kalırım? Yahut da Tanrı bu koruğu üzüm haline getirir mi?
 
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    نیستم اومیدوار از هیچ سو  ** وان کرم میگویدم لا تیاسوا 
- Hiçbir yandan ümidim yok. Yalnız o kerem sahibi "Meyus olmayın" der.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    دایما خاقان ما کردست طو  ** گوشمان را میکشد لا تقنطوا 
- Hakanımız, bize daima toy vermede, "Ümidinizi kesmeyin" diye kulağımızı çekmededir.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گرچه ما زین ناامیدی در گویم  ** چون صلا زد دست اندازان رویم 
- Gerçi biz ümitsizlik yüzünden çukurdayız. Fakat o çağırdı mı elimizi, kolumuzu sallaya sallaya gideriz.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    دست اندازیم چون اسپان سیس  ** در دویدن سوی مرعای انیس 
- Ruhumuza huzur verecek olan otlağa koşarken tez, edepli ve terbiyeli atlar gibi yürürüz.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   گام اندازیم و آنجا گام نی  ** جام پردازیم و آنجا جام نی    4745
- Oraya adım atarız ama orada yürünmez, adım atılmaz ki. Orada kadeh düzeriz ama orada kadeh yoktur.
 
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    زانک آنجا جمله اشیا جانیست  ** معنی اندر معنی اندر معنیست 
- Çünkü orada bütün eşya can âlemine mahsustur. Hepsi de mâna âleminde, mâna içinde mânadır.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    هست صورت سایه معنی آفتاب  ** نور بیسایه بود اندر خراب 
- Suret gölgedir, mâna güneş. Gölgesiz ışık, yıkık yerlerdedir.