- 
		    ور نباشد هر دو او پس کل نیست  ** هم کشندهی خلق و هم ماتمکنیست 
- İkisi de o olmasa kül değildir. O, hem halkı öldürür, hem yasını tutar.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    شکر میکرد آن شهید زردخد  ** کان بزد بر جسم و بر معنی نزد 
- O benzi sararmış şehit de, bedenimi okladı, mânamı değil ya diye şükretmedeydi.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    جسم ظاهر عاقبت خود رفتنیست  ** تا ابد معنی بخواهد شاد زیست 
- Zâhirî beden, nihayet gideceği yere gidecek. Fakat mâna, ebediyen neşeli bir surette yaşıyacak.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    آن عتاب ار رفت هم بر پوست رفت  ** دوست بیآزار سوی دوست رفت 
- Darılmada ancak bedendeydi. Sevgili incinmeden sevgiliyle kavuştu.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   گرچه او فتراک شاهنشه گرفت  ** آخر از عین الکمال او ره گرفت    4875
- Gerçi şehzade, o padişahlar padişahının terkisine yapıştı, fakat nihayet göze geldi, yolu tutup gitti.
 
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    و آن سوم کاهلترین هر سه بود  ** صورت و معنی به کلی او ربود 
- Üçüncü kardeşleri, her üçünün de en tembeliydi; fakat suret bakımından da öndülü o kaptı, mâna bakımından da.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
	      
	       
	      
		  
		  
	       
		  
		  - 
		  وصیت کردن آن شخص کی بعد از من او برد مال مرا از سه فرزند من کی کاهلترست 
- Bir adamın, benden sonra malımı üç oğlumun en tembeli hangisiyse o alsın diye vasiyette bulunması
 
	      
	       
	      
	       
	      
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    آن یکی شخص به وقت مرگ خویش  ** گفت بود اندر وصیت پیشپیش 
- Bir adam, ölürken peşin peşin vasiyette bulunmaktaydı.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    سه پسر بودش چو سه سرو روان  ** وقف ایشان کرده او جان و روان 
- Yürüyen selviye benzer üç oğlu vardı. Canını, malını onlara vakfetmişti.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گفت هرچه در کفم کاله و زرست  ** او برد زین هر سه کو کاهلترست 
- Dedi ki: Elimizde ne kadar kumaşım, ne kadat altınım varsa bu üçünden en tembelinin.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   گفت با قاضی و پس اندرز کرد  ** بعد از آن جام شراب مرگ خورد    4880
- Kadıya vasiyetini söyledi, bir hayli öğütlerde bulunduktan sonra ecel şerbetini içti.
 
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گفته فرزندان به قاضی کای کریم  ** نگذریم از حکم او ما سه یتیم 
- Oğulları kadıya dediler ki: Ey kerem sahibi, üçümüz de yetimiz. Babamızın hükmünden dışarı çıkmayız.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
	      
	       
	      
		  
		  
	       
	      
	       
	      
	       
	      
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    سمع و طاعه میکنیم او راست دست ** آنچه او فرمود بر ما نافذست // ما چو اسماعیل ز ابراهیم خود ** سر نپیچیم ارچه قربان میکند
- Biz, İsmail gibi bizi kurban bile etse İbrahimimizden baş çevirmez, ona isyan etmeyiz.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گفت قاضی هر یکی با عاقلیش  ** تا بگوید قصهای از کاهلیش 
- Kadı dedi ki: Her birimiz akıllıca tembelliğine ait bir hikâye söylesin de
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   تا ببینم کاهلی هر یکی  ** تا بدانم حال هر یک بیشکی    4885
- Bakalım hangimiz daha tembel. Her birinizin halini anlıyayım bir kere şüphem kalmasın.
 
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    عارفان از دو جهان کاهلترند  ** زانک بی شد یار خرمن میبرند 
- Arifler, iki âleme de aldırış etmezler. İki âlemde de tembeldir onlar. Çünkü nadassız harman devşirirler.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    کاهلی را کردهاند ایشان سند  ** کار ایشان را چو یزدان میکند 
- Onlar, tembelliğini senet edinmişlerdir. Çünkü onların işini Tanrı başarır.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    کار یزدان را نمیبینند عام  ** مینیاسایند از کد صبح و شام 
- Halk, Tanrı'nın işini görmez. Bu yüzden de sabah akşam dilencilikten vazgeçerler.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    هین ز حد کاهلی گویید باز  ** تا بدانم حد آن از کشف راز 
- Evet, tembelliğinizi söyleyin de sırrınızı anlayayım, tembelliğinizin derecesini bileyim.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   بیگمان که هر زبان پردهی دلست  ** چون بجنبد پرده سرها واصلست    4890
- Şüphe yok her dil, gönüle perdedir. Perde deprendi mi sırlara erilir.
 
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    پردهی کوچک چو یک شرحه کباب  ** میبپوشد صورت صد آفتاب 
- Kebap olmuş bir et parçası kadar küçücük bir perde yüzlerce güneşi örter.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گر بیان نطق کاذب نیز هست  ** لیک بوی از صدق و کذبش مخبرست 
- Hattâ söz, yalan bile olsa sözdeki koku, onun doğru, yahut yalan olduğunu haber verir.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    آن نسیمی که بیایدت از چمن  ** هست پیدا از سموم گولخن 
- Çayırlıktan, çimenlikten gelen yel, külhandan esip gelen yelden farkedilir.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    بوی صدق و بوی کذب گولگیر  ** هست پیدا در نفس چون مشک و سیر 
- Doğru sözle ahmağı aldatan yalan misk ve sarımsak kokusu gibi nefesten anlaşılır.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   گر ندانی یار را از دهدله  ** از مشام فاسد خود کن گله    4895
- İkilikli ve münafık dostunu, münafıklığından anlamıyorsan ondan gelen pis kokudan anla.