English    Türkçe    فارسی   

1
1094-1143

  • زین سپس من نشنوم آن دمدمه ** بانگ دیوان است و غولان آن همه‌‌
  • Bundan sonra ben artık o gürültüyü dinlemem. Onlar hep şeytanların, gulyabanilerin sesleri!
  • بردران ای دل تو ایشان را مه‌‌ایست ** پوستشان بر کن کشان جز پوست نیست‌‌ 1095
  • Ey gönül; durma, onları parçala, derilerini yüz. Zaten onlar deriden başka bir şey değildir!” diyordu.
  • پوست چه بود گفتهای رنگ رنگ ** چون زره بر آب کش نبود درنگ‌‌
  • Deriden maksat nedir? Renk renk lâflar… Su üstündeki, durmalarına imkân olmayan menevişler gibi.
  • این سخن چون پوست و معنی مغز دان ** این سخن چون نقش و معنی همچو جان‌‌
  • Bu söz deri gibidir, mana onun içi; bu söz, ceset gibidir, mana, can.
  • پوست باشد مغز بد را عیب پوش ** مغز نیکو را ز غیرت غیب پوش‌‌
  • Kötü iç’in ayıbını deri örter; iyi iç’i de gayret dolayısıyla Gayb âlemi.
  • چون قلم از باد بد دفتر ز آب ** هر چه بنویسی فنا گردد شتاب‌‌
  • Kalemin rüzgârdan, kâğıdın sudan olursa ne yazarsan derhal yok olur.
  • نقش آب است ار وفا جویی از آن ** باز گردی دستهای خود گزان‌‌ 1100
  • Manasız söz, su üstüne yazılan yazıdır. Ondan vefa umarsan iki elini ısırarak dönersin (pişman olur).
  • باد در مردم هوا و آرزوست ** چون هوا بگذاشتی پیغام هوست‌‌
  • Rüzgâr, insandaki heva ve arzudur. Heva ve hevesten geçersen Tanrı’nın haberi karlı, ondan haber alırsın.
  • خوش بود پیغامهای کردگار ** کاو ز سر تا پای باشد پایدار
  • Tanrı’nın haberleri çok hoştu; çünkü baştan sona kadar ebedîdir.
  • خطبه‌‌ی شاهان بگردد و آن کیا ** جز کیا و خطبه‌‌های انبیا
  • Peygamberlerin ululuğundan ve hutbelerinden gayrı padişahların hutbeleri, ululukları, adları, sanları değişir, baki kalmaz.
  • ز آن که بوش پادشاهان از هواست ** بار نامه‌‌ی انبیا از کبریاست‌‌
  • Çünkü padişahların kuvvetleri hevadandır. Peygamberlerin icazetnameleri ise ululuk sahibi Tanrı’dandır.
  • از درمها نام شاهان بر کنند ** نام احمد تا ابد بر می‌‌زنند 1105
  • Paralara padişahların adlarını kazırlar; Ahmed’in adını ise kıyamete kadar hâk kederler.
  • نام احمد نام جمله انبیاست ** چون که صد آمد نود هم پیش ماست‌‌
  • Ahmed’in adı, bütün Peygamberlerin adıdır. Yüz, elimizde olunca doksan da bizde demektir.
  • هم در بیان مکر خرگوش‌‌
  • Yine tavşanın hilesi ve gitmede gecikmesi
  • در شدن خرگوش بس تاخیر کرد ** مکر را با خویشتن تقریر کرد
  • Tavşan aslana gitmede epeyce gecikti. Yapacağı hileyi kendisince kararlaştırdı.
  • در ره آمد بعد تاخیر دراز ** تا به گوش شیر گوید یک دو راز
  • Bir hayli geciktikten sonra aslanın kulağına bir iki sır söylemek üzere yola düştü.
  • تا چه عالمهاست در سودای عقل ** تا چه با پهناست این دریای عقل‌‌
  • Akıl diyarında nice âlimler vardır! Bu akıl denizi ne kadar engindir!
  • صورت ما اندر این بحر عذاب ** می‌‌دود چون کاسه‌‌ها بر روی آب‌‌ 1110
  • Bizim şu şeklimiz bu tatlı denizde su üzerinde kâseler gibi yüzer.
  • تا نشد پر بر سر دریا چو طشت ** چون که پر شد طشت در وی غرق گشت‌‌
  • İçi dolu olmadıkça kap, suyun yüzündedir. Dolunca denize batar.
  • عقل پنهان است و ظاهر عالمی ** صورت ما موج یا از وی نمی‌‌
  • Akıl gizlidir, ortada bir âlem görünüp durur. Bizim şeklimiz; o denizin dalgasından yahut ıslaklığından ibarettir.
  • هر چه صورت می وسیلت سازدش ** ز آن وسیلت بحر دور اندازدش‌‌
  • Suret, o denize ulaşmak için neyi vesile ittihaz ederse etsin, deniz; sureti, o vesile yüzünden daha uzağa atar.
  • تا نبیند دل دهنده‌‌ی راز را ** تا نبیند تیر دور انداز را
  • Gönül kendisine sır vereni; ok, kendisini uzağa atanı görmedikçe.
  • اسب خود را یاوه داند وز ستیز ** می‌‌دواند اسب خود در راه تیز 1115
  • Atımı kaybettim sanır, bindiği atı inat ve hırçınlıkla yolda hızlı hızlı koşturur!
  • اسب خود را یاوه داند آن جواد ** و اسب خود او را کشان کرده چو باد
  • O yiğit, atını kaybolmuş sanır, bindiği atı inat ve hırçınlıkla koşturmuştur!
  • در فغان و جستجو آن خیره‌‌سر ** هر طرف پرسان و جویان دربدر
  • O sersem bağırır, arar, tarar kapı kapı dolaşır, her tarafı arar, sorar:
  • کان که دزدید اسب ما را کو و کیست ** این که زیر ران تست ای خواجه چیست‌‌
  • “Atımı çalan nerede, kimdir?” Efendi, şu uyluğunun altındaki mahlûk ne?
  • آری این اسب است لیک این اسب کو ** با خود آ ای شهسوار اسب جو
  • Evet, bu attır; fakat bu at nerede? Ey at arayan yiğit binici, kendine gel!
  • جان ز پیدایی و نزدیکی است گم ** چون شکم پر آب و لب خشکی چو خم‌‌ 1120
  • Can, apaçık olduğundan, pek yakın bulunduğundan görünmez. İnsan, içi su ile dolu, dışı kupkuru küp gibidir.
  • کی ببینی سرخ و سبز و فور را ** تا نبینی پیش از این سه نور را
  • Kırmızı, yeşil ve sarı… Bu üç renkten önce ziyayı görmezsen bunları nasıl görürsün?
  • لیک چون در رنگ گم شد هوش تو ** شد ز نور آن رنگها رو پوش تو
  • Fakat senin aklın renkler içinde kaybolduğundan dolayı o renkler senin nurunu görmene engel oldu.
  • چون که شب آن رنگها مستور بود ** پس بدیدی دید رنگ از نور بود
  • Gece olunca o renkler örtüldü, o vakit rengi görmenin nurdan olduğunu görüp anladın.
  • نیست دید رنگ بی‌‌نور برون ** همچنین رنگ خیال اندرون‌‌
  • Haricî nur olmadıkça rengin görünmesi mümkün değildir. İçteki hayal rengi de böyledir.
  • این برون از آفتاب و از سها ** و اندرون از عکس انوار علی‌‌ 1125
  • Dış renkleri güneş ve Süha yıldızının nuruyla görünür. İç renkleri ise yüce nurların aksiyle görünür.
  • نور نور چشم خود نور دل است ** نور چشم از نور دلها حاصل است‌‌
  • Gözünün nurunun nuru da gönüldür. Göz nuru gönüllerin nurundan meydana gelir.
  • باز نور نور دل نور خداست ** کاو ز نور عقل و حس پاک و جداست‌‌
  • Gönül nurunun nuru da, akıl ve duygu nurundan olmayan, onlardan ayrı bulunan Tanrı nurudur.
  • شب نبد نوری ندیدی رنگها ** پس به ضد نور پیدا شد ترا
  • Gece nur olmadığı için renkleri görmedin. O halde nûrun zıddiyle münkeşif oldu ki. (T.M. 1126)
  • دیدن نور است آن گه دید رنگ ** وین به ضد نور دانی بی‌‌درنگ‌‌
  • Evvelâ nûr, sonra renk görülür, bunu da zıddı bulunan zulmetle anlarsın. (T.M. 1127)
  • رنج و غم را حق پی آن آفرید ** تا بدین ضد خوش دلی آید پدید 1130
  • Tanrı; bu zıddiyetle gönül hoşluğu meydana gelsin, her şey iyice anlaşılsın diye hastalığı ve kederi yarattı.
  • پس نهانیها به ضد پیدا شود ** چون که حق را نیست ضد پنهان بود
  • Şu halde gizli olan şeyler, zıddıyla meydana çıkar. Hakk’ın zıddı olmadığından gizlidir.
  • که نظر بر نور بود آن گه به رنگ ** ضد به ضد پیدا بود چون روم و زنگ‌‌
  • Evvelâ nura bakılır, sonra renge. Çünkü beyaz ve zenci, birbirine zıt olduğu için meydana çıkar.
  • پس به ضد نور دانستی تو نور ** ضد ضد را می‌‌نماید در صدور
  • Sen nuru, zıddıyla bildin. Zıt, zıddı meydana çıkarır, gösterir.
  • نور حق را نیست ضدی در وجود ** تا به ضد او را توان پیدا نمود
  • Varlık âleminde Hak nurunun zıddı yoktur ki açıkça görünebilsin.
  • لاجرم أبصارنا لا تدرکه ** و هو یدرک بین تو از موسی و که‌‌ 1135
  • Hulâsa gözlerimiz onu idrak edemez; o bizi görür, idrak eder. Sen bunu, Mûsâ ile Tûr kıssasında gör!
  • صورت از معنی چو شیر از بیشه دان ** یا چو آواز و سخن ز اندیشه دان‌‌
  • Suretle manayı; aslanla orman yahut ses ve sözle düşünce gibi bil!
  • این سخن و آواز از اندیشه خاست ** تو ندانی بحر اندیشه کجاست‌‌
  • Bu söz, bu ses; düşünceden meydana geldi. Fakat düşünce denizi nerede? Onu bilmezsin.
  • لیک چون موج سخن دیدی لطیف ** بحر آن دانی که باشد هم شریف‌‌
  • Ama lâtif bir söz dalgası görünce onun denizinin de kadri yüce bir deniz olacağını anlarsın.
  • چون ز دانش موج اندیشه بتاخت ** از سخن و آواز او صورت بساخت‌‌
  • Bilgiden düşünce dalgası zuhura gelince mana, söz ve sesten bir suret düzdü.
  • از سخن صورت بزاد و باز مرد ** موج خود را باز اندر بحر برد 1140
  • Sözden bir şekil doğdu, yine öldü. Dalga kendini yine denize iletti.
  • صورت از بی‌‌صورتی آمد برون ** باز شد که إنا إليه راجعون‌‌
  • Suret sûretsizlikten çıktı, yine sûretsizliğe döndü. Zira biz yine Tanrı’ya döneceğiz.
  • پس ترا هر لحظه مرگ و رجعتی است ** مصطفی فرمود دنیا ساعتی است‌‌
  • Şu halde sen her göz açıp kapamada ölüyor, diriliyorsun. Mustafa “dünya bir andan ibarettir” buyurdu.
  • فکر ما تیری است از هو در هوا ** در هوا کی پاید آید تا خدا
  • Bizim fikrimiz havada bir oktur. Havada nasıl durur? Tanrı’ya gelir.