English    Türkçe    فارسی   

1
462-511

  • پیش او در وقت و ساعت هر امیر ** جان بدادی گر بدو گفتی بمیر
  • O, öl, der demez her emir hemen o anda ölürdü.
  • تخلیط وزیر در احکام انجیل
  • Vezirin İncil ahkâmını karıştırması
  • ساخت طوماری به نام هر یکی ** نقش هر طومار دیگر مسلکی‌‌
  • Vezir, her emirin adına birer tomar düzdü. Her tomarın yazısı, başka bir olaydı.
  • حکم‌‌های هر یکی نوعی دگر ** این خلاف آن ز پایان تا به سر
  • Her birinin hükmü başka bir çeşittir. Bu baştan aşağıya kadar ona aykırıdır.
  • در یکی راه ریاضت را و جوع ** رکن توبه کرده و شرط رجوع‌‌ 465
  • Birinde riyazet ve açlık yolunu tövbenin rüknü, Tanrı’ya dönüşün şartı yapmış.
  • در یکی گفته ریاضت سود نیست ** اندر این ره مخلصی جز جود نیست‌‌
  • Birinde “Riyazet faydasızdır, bu yolda cömertlikten başka kurtuluş yoktur” demişti.
  • در یکی گفته که جوع و جود تو ** شرک باشد از تو با معبود تو
  • Birinde demişti ki: “Senin açlık çekişin, mal verişin mabuduna şirk koşmadır.
  • جز توکل جز که تسلیم تمام ** در غم و راحت همه مکر است و دام‌‌
  • Gam ve rahat zamanında Tanrı’ya dayanmak ve tamamıyla teslim olmaktan gayri hepsi hiledir, tuzaktır.”
  • در یکی گفته که واجب خدمت است ** ور نه اندیشه‌‌ی توکل تهمت است‌‌
  • Öbüründe demişti ki: “Vacip olan hizmettir, yoksa tevekkül düşüncesi suçtan ibarettir.”
  • در یکی گفته که امر و نهیهاست ** بهر کردن نیست شرح عجز ماست‌‌ 470
  • Birinde; “Dindeki emir ve nehiyler, yapmak için değil, aczimizi bildirmek içindir.
  • تا که عجز خود ببینیم اندر آن ** قدرت حق را بدانیم آن زمان‌‌
  • Ta ki onlardan âciz olduğumuzu görelim de Tanrı kudretini bilelim, anlayalım” demişti.
  • در یکی گفته که عجز خود مبین ** کفر نعمت کردن است آن عجز هین‌‌
  • Öbüründe, “Kendi aczini görme, uyan, kendine gel; o aczi görüş, küfranı nimettir.
  • قدرت خود بین که این قدرت از اوست ** قدرت تو نعمت او دان که هوست‌‌
  • Kendi kudretini gör ki bu kudret ondandır. Kudretini, onun nimeti bil ki, kudret odur” demişti.
  • در یکی گفته کز این دو بر گذر ** بت بود هر چه بگنجد در نظر
  • Birinde demişti ki: “Bu ikisinden de geç, nazarına her ne sığarsa put olur!”
  • در یکی گفته مکش این شمع را ** کین نظر چون شمع آمد جمع را 475
  • Öbüründe; “Bu mumu söndürme ki bu görüş, meclise mum mesabesindedir.
  • از نظر چون بگذری و از خیال ** کشته باشی نیم شب شمع وصال‌‌
  • Eğer nazardan ve hayalden geçersen gece yarısı visâl mumunu söndürmüş olursun” demişti.
  • در یکی گفته بکش باکی مدار ** تا عوض بینی نظر را صد هزار
  • Birinde demişti ki: “Söndür, hiç korkma ki yüz binlerce karşılığını göresin.
  • که ز کشتن شمع جان افزون شود ** لیلی‌‌ات از صبر تو مجنون شود
  • Çünkü nazar mumunu söndürmekle can mumu artar, kuvvet bulur. Sabrının yüzünden Leylâ’n Mecnun olur!
  • ترک دنیا هر که کرد از زهد خویش ** بیش آید پیش او دنیا و پیش‌‌
  • Kim, zahitliği yüzünden dünyayı terk ederse dünya onun önüne çok, daha çok gelir!”
  • در یکی گفته که آن چه‌‌ت داد حق ** بر تو شیرین کرد در ایجاد حق‌‌ 480
  • Başka birinde; “Hak sana ne verdiyse onu icat ederken tatlılaşmış.
  • بر تو آسان کرد و خوش آن را بگیر ** خویشتن را در میفگن در زحیر
  • Kolaylaştırmıştır. Onu güzelce al; kendini zahmete sokma” demişti.
  • در یکی گفته که بگذار آن خود ** کان قبول طبع تو ردست و بد
  • Birinde demişti ki: “Kendine ait olanı terk et, çünkü tabiatının kabul ettiği, merduttur, kötüdür.
  • راههای مختلف آسان شده ست ** هر یکی را ملتی چون جان شده ست‌‌
  • Birbirine aykırı yollar, nefse kolaydır, herkese bir din, can olmuştur.
  • گر میسر کردن حق ره بدی ** هر جهود و گبر از او آگه بدی‌‌
  • Eğer Hakk’ın din işlerini kolaylaştırması, doğru bir yol olsaydı her Yahudi ve Mecusi, Tanrı’yı duyar, anlardı” demişti.
  • در یکی گفته میسر آن بود ** که حیات دل غذای جان بود 485
  • Öbüründe demişti ki: “Kolay, odur ki gönlü hayatı ve canın gıdası ola.
  • هر چه ذوق طبع باشد چون گذشت ** بر نیارد همچو شوره ریع و کشت‌‌
  • Tabiatın hoşlandığı her şey, vakti geçince, çorak yere ekilmiş tohum gibi mahsul vermez.
  • جز پشیمانی نباشد ریع او ** جز خسارت پیش نارد بیع او
  • Onun mahsulü, pişmanlıktan başka bir şey olmaz; onun kazancı, sahibine ziyandan başka bir şey getirmez.
  • آن میسر نبود اندر عاقبت ** نام او باشد معسر عاقبت‌‌
  • O zevk, sonunda da önünde olduğu gibi kolay ve hoş görünmez; nihayette adı güç olur, güçlenmiş bir hale gelir.
  • تو معسر از میسر باز دان ** عاقبت بنگر جمال این و آن‌‌
  • Sen güçleştirilmişle, kolaylaştırılmışı, birbirinden ayırt et; bunun yüzünü de sonuna nazaran gör, onun yüzünü de sonuna nazaran.”
  • در یکی گفته که استادی طلب ** عاقبت بینی نیابی در حسب‌‌ 490
  • Bir tomarda da; “Bir üstat ara. Akıbeti görme hassasını nesepte (şunun bunun soyundan gelmiş olmakta ve bununla öğünende) bulamazsın.
  • عاقبت دیدند هر گون ملتی ** لاجرم گشتند اسیر زلتی‌‌
  • Her çeşit din sâlikleri üstat aramaksızın, peygamberlere tâbi olmaksızın işlerin akıbetlerini gördüler, kendi akıllarınca netice hakkında istidlâllerde bulundular da bu yüzden hata ve dalâlete düştüler.
  • عاقبت دیدن نباشد دست‌‌باف ** ور نه کی بودی ز دینها اختلاف‌‌
  • Akıbet görme; elle dokunmuş, örülmüş değildir. Böyle olsaydı dinlerde nasıl ayrılık olurdu?” demişti.
  • در یکی گفته که استا هم تویی ** ز انکه استا را شناسا هم تویی‌‌
  • Bir tanesinde demişti ki: “Usta da sensin; çünkü ustayı da sen tanırsın.
  • مرد باش و سخره‌‌ی مردان مشو ** رو سر خود گیر و سر گردان مشو
  • Er ol, erlerin maskarası olma; kendi başının çaresine bak sersemleşme.”
  • در یکی گفته که این جمله یکی است ** هر که او دو بیند احول مردکی است‌‌ 495
  • Bir diğerinde; “Bunların hepsi birdir. İki gören kimse şaşı adamcağızdır” demiş.
  • در یکی گفته که صد یک چون بود ** این کی اندیشد مگر مجنون بود
  • Bir tomarda da; “Yüz, nasıl bir olur, bunu kim düşünür, meğerki deli olsun!
  • هر یکی قولی است ضد همدگر ** چون یکی باشد یکی زهر و شکر
  • Bunların her biri, öbürünün zıddıdır. Gayrı zehirle şeker nice bir olur?
  • تا ز زهر و از شکر در نگذری ** کی تو از گلزار وحدت بر بری‌‌
  • Zehirden de, şekerden de geçmedikçe vahdet bahçesinden nice koku alabilirsin? demişti.
  • این نمط وین نوع ده طومار و دو ** بر نوشت آن دین عیسی را عدو
  • O İsa dinine düşman olan vezir bu tarz da, bu çeşitte on iki tomar yazdı.
  • بیان آن که این اختلافات در صورت روش است نه در حقیقت راه
  • İhtilaf; gidiş tarzındadır, yolun hakikatinde değil
  • او ز یک رنگی عیسی بو نداشت ** وز مزاج خم عیسی خو نداشت‌‌ 500
  • O, İsa’nın bir renkte oluşundan koku almamıştı. O, İsa küpünün mizacından huy kapmamıştı.
  • جامه‌‌ی صد رنگ از آن خم صفا ** ساده و یک رنگ گشتی چون صبا
  • Yüz renkli elbise, İsa’nın saf küpünden saba rüzgârı gibi sade ve lâtif bir hale gelir, tek bir renge boyanırdı.
  • نیست یک رنگی کز او خیزد ملال ** بل مثال ماهی و آب زلال‌‌
  • Birlikteki bu tek renklilik, insana usanç ve sıkıntı veren tek renklilik değildir. Belki o tek renk deniz gibidir, ona dalanlar da balık gibi hayat ve neşe içindedirler.
  • گر چه در خشکی هزاران رنگهاست ** ماهیان را با یبوست جنگهاست‌‌
  • Karada gerçi binlerce renk var, ama balıkların kurulukla cengi var!
  • کیست ماهی چیست دریا در مثل ** تا بدان ماند ملک عز و جل‌‌
  • Misal olarak söylenen balık kimdir, deniz nedir ki yüce ve ulu padişah, ona benzesin!
  • صد هزاران بحر و ماهی در وجود ** سجده آرد پیش آن اکرام و جود 505
  • Varlık âlemindeki yüz binlerce denizler ve balıklar, o ikram ve ihsan huzurunda secde ederler.
  • چند باران عطا باران شده ** تا بدان آن بحر در افشان شده‌‌
  • Nice ihsan yağmuru yağdı da deniz, inciler saçıcı bir hale geldi.
  • چند خورشید کرم افروخته ** تا که ابر و بحر جود آموخته‌‌
  • Nice kerem güneşi nur saçtı da bulut ve deniz, cömertlik öğrendi.
  • پرتو دانش زده بر آب و طین ** تا شده دانه پذیرنده‌‌ی زمین‌‌
  • Suya ve toprağa zatının ışığı vurdu da o sebeple yeryüzü, tane ve tohum kabul eder oldu.
  • خاک امین و هر چه در وی کاشتی ** بی‌‌خیانت جنس آن برداشتی‌‌
  • Toprak emindir; ona her ne ekersen ihanet görmeksizin onun cinsini toplar, devşirirsin.
  • این امانت ز آن امانت یافته ست ** کافتاب عدل بر وی تافته ست‌‌ 510
  • Toprak bu eminliği o eminlikten bulmuştur, çünkü adalet güneşi ona nur saçmıştır.
  • تا نشان حق نیارد نو بهار ** خاک سرها را نکرده آشکار
  • İlkbahar, Hak fermanı getirmedikçe, toprak sırrını nice açığa vurur?