English    Türkçe    فارسی   

1
548-597

  • از سبب سوزیش من سودایی‌‌ام ** در خیالاتش چو سوفسطایی‌‌ام‌‌
  • Onun sebep yakıcılığına hayranım. Onun hayallerinde Sofestâî gibiyim!
  • مکر دیگر انگیختن وزیر در اضلال قوم
  • Hıristiyanları azdırmak hususunda vezirin başka bir hile kurması
  • مکر دیگر آن وزیر از خود ببست ** وعظ را بگذاشت و در خلوت نشست‌‌
  • O vezir kendince başka bir hile kurdu. Vaiz ve nasihati bırakıp halvete girdi.
  • در مریدان در فکند از شوق سوز ** بود در خلوت چهل پنجاه روز 550
  • Müritleri yakıp yandırdı. Tam kırk, elli gün halvette kaldı.
  • خلق دیوانه شدند از شوق او ** از فراق حال و قال و ذوق او
  • Halk onun iştiyakından, hal ve tavrı ile sözünden, sohbetinden uzak düştükleri için deli oldular.
  • لابه و زاری همی‌‌کردند و او ** از ریاضت گشته در خلوت دو تو
  • Onlar yalvarıp sızlanıyorlardı, vezir ise halvette riyazetten iki büklüm olmuştu.
  • گفته ایشان نیست ما را بی‌‌تو نور ** بی‌‌عصا کش چون بود احوال کور
  • Hepsi birden ”Biz sensiz kötü bir hale düştük, karışıklık içindeyiz. Değneğini yeden birisi olmadıkça körün ahvali ne olur?
  • از سر اکرام و از بهر خدا ** بیش از این ما را مدار از خود جدا
  • İnayet et. Allah için olsun, bundan ziyade bizi kendinden ayırma!
  • ما چو طفلانیم و ما را دایه تو ** بر سر ما گستران آن سایه تو 555
  • Bizler çocuk gibiyiz, sen bize dadısın; sen bizim üzerimize o gölgeyi döşe” demişlerdi.
  • گفت جانم از محبان دور نیست ** لیک بیرون آمدن دستور نیست‌‌
  • Vezir dedi ki: “Ruhum dostlardan uzak değildir. Fakat dışarı çıkmaya izin yok.”
  • آن امیران در شفاعت آمدند ** و آن مریدان در شناعت آمدند
  • Emirler rica ve şefaate, müritler dil uzatmaya başladılar:
  • کاین چه بد بختی است ما را ای کریم ** از دل و دین مانده ما بی‌‌تو یتیم‌‌
  • “Ey kerem sahibi! Bu ne kötü talih ki sensiz gönülden de yetim kalmışızdır, dinden de.
  • تو بهانه می‌‌کنی و ما ز درد ** می‌‌زنیم از سوز دل دمهای سرد
  • Sen bahaneler ediyorsun, biz ise dertle yürek yangınlığından soğuk soğuk ah edip duruyoruz.
  • ما به گفتار خوشت خو کرده‌‌ایم ** ما ز شیر حکمت تو خورده‌‌ایم‌‌ 560
  • Biz senin sohbetine alışmışız. Biz senin hikmet sütünle beslenmişiz.
  • الله الله این جفا با ما مکن ** خیر کن امروز را فردا مکن‌‌
  • Allah aşkına bize bu cefayı yapma; lütfet, bugünü yarına bırakma!
  • می‌‌دهد دل مر ترا کاین بی‌‌دلان ** بی‌‌تو گردند آخر از بی‌‌حاصلان‌‌
  • Gönlün razı olur mu, âşıkların, akıbet istifadesiz kalsınlar?
  • جمله در خشکی چو ماهی می‌‌تپند ** آب را بگشا ز جو بر دار بند
  • Hepsi de karadaki balık gibi çırpınıyorlar. Suyu aç, ırmağın bendini yık!
  • ای که چون تو در زمانه نیست کس ** الله الله خلق را فریاد رس‌‌
  • Ey zamanede nazîri olmayan zat! Allah aşkına halkın imdadına yetiş!”
  • دفع گفتن وزیر مریدان را
  • Vezirin müritleri defetmesi
  • گفت هان ای سخرگان گفت‌‌وگو ** وعظ و گفتار زبان و گوش جو 565
  • Vezir dedi ki: “Dikkat ediniz, ey dedikodu düşkünleri! Dilden çıkan ve kulakla duyulan zahiri vaizleri arayanlar!
  • پنبه اندر گوش حس دون کنید ** بند حس از چشم خود بیرون کنید
  • Bu aşağılık duygu kulağına pamuk tıkayın, ten gözünden duygu başını çözün!
  • پنبه‌‌ی آن گوش سر گوش سر است ** تا نگردد این کر آن باطن کر است‌‌
  • O gizli kulağın pamuğu, baş kulağıdır, bu kulak sağır olmadıkça o can kulağı sağırdır.
  • بی‌‌حس و بی‌‌گوش و بی‌‌فکرت شوید ** تا خطاب ارجعی را بشنوید
  • Hissiz, kulaksız, fikirsiz olur ki “İrciî - Tanrına geri dön” hitabını işitesiniz.
  • تا به گفت‌‌وگوی بیداری دری ** تو ز گفت خواب بویی کی بری‌‌
  • Sen uyanıklık dedikodusunda oldukça uyku sohbetinden nasıl olur da bir koku alabilirsin!
  • سیر بیرونی است قول و فعل ما ** سیر باطن هست بالای سما 570
  • Bizim sözümüz işimiz, hariçte yürümektedir. Bâtınî yürümek ise gökler üzerinde olur.
  • حس خشکی دید کز خشکی بزاد ** عیسی جان پای بر دریا نهاد
  • Cisim, kuruluğu (bu âlemi) gördü, çünkü kuruluktan (bu âlemden) doğdu; can İsa’sı, ayağını denize attı.
  • سیر جسم خشک بر خشکی فتاد ** سیر جان پا در دل دریا نهاد
  • Kuru cismin yürümesi, kuruya düştü, ama canın yürümesine gelince: Ayağını denizin ta ortasına bastı.
  • چون که عمر اندر ره خشکی گذشت ** گاه کوه و گاه صحرا گاه دشت‌‌
  • Ömür kuruluk yolunda; gâh dağ, gâh deniz, gâh ova aşarak geçip gittikten sonra...
  • آب حیوان از کجا خواهی تو یافت ** موج دریا را کجا خواهی شکافت‌‌
  • Abıhayatı, nerede bulacaksın; deniz dalgalarını nerede yaracaksın?
  • موج خاکی وهم و فهم و فکر ماست ** موج آبی محو و سکر است و فناست‌‌ 575
  • Kara dalgası, bizim kuruntularımız, anlayışımız ve fikrimizdir. Deniz dalgası ise kendinden geçiş, sarhoşluk ve yokluktur.
  • تا در این سکری از آن سکری تو دور ** تا از این مستی از آن جامی تو دور
  • Sen bu sarhoşlukta oldukça o sarhoşluktan uzaksın. Bundan sarhoş oldukça o kadehten nefret eder durursun.
  • گفت‌‌وگوی ظاهر آمد چون غبار ** مدتی خاموش خو کن هوش دار
  • Zahir dedikodusu toz gibidir. Kulak gibi bir müddet dinlemeyi âdet edin!”
  • مکرر کردن مریدان که خلوت را بشکن
  • Müritlerin, halveti terk et diye tekrar ısrarla yalvarışları
  • جمله گفتند ای حکیم رخنه جو ** این فریب و این جفا با ما مگو
  • Hepsi dediler ki: “Ey bahane arayan hakîm bu cefayı bize reva görme!
  • چار پا را قدر طاقت بار نه ** بر ضعیفان قدر قوت کار نه‌‌
  • Hayvana takati derecesinde yük yüklet. Zayıflara iktidarları nispetinde iş havale et!
  • دانه‌‌ی هر مرغ اندازه‌‌ی وی است ** طعمه‌‌ی هر مرغ انجیری کی است‌‌ 580
  • Her kuşun yiyeceği lokma, kendine göredir. Nasıl olur da her kuş bir inciri (bütün olarak) yutabilir?
  • طفل را گر نان دهی بر جای شیر ** طفل مسکین را از آن نان مرده گیر
  • Çocuğa süt yerine ekmek verirsen zavallı yavruyu o ekmek yüzünden öldü bil!
  • چون که دندانها بر آرد بعد از آن ** هم بخود گردد دلش جویای نان‌‌
  • Ondan sonra dişleri çıkınca kendi kendine onun içi ekmek ister.
  • مرغ پر نارسته چون پران شود ** لقمه‌‌ی هر گربه‌‌ی دران شود
  • Henüz kanadı çıkmayan kuş uçmaya kalkışırsa her yırtıcı kedinin lokması olur.
  • چون بر آرد پر بپرد او به خود ** بی‌‌تکلف بی‌‌صفیر نیک و بد
  • Ama kanatlanınca o kendisinden teklifsizce, iyi ve kötü ıslık olmaksızın uçar.
  • دیو را نطق تو خامش می‌‌کند ** گوش ما را گفت تو هش می‌‌کند 585
  • Senin sözün Şeytan’ı susturur, senin lütuf ve keremin, bizim kulağımıza akıl ve fehim verir.
  • گوش ما هوش است چون گویا تویی ** خشک ما بحر است چون دریا تویی‌‌
  • Söyleyen, sen olunca kulağımız, tamam akıldan ibarettir. Mademki deniz sensin, kurumuz da denizdir!
  • با تو ما را خاک بهتر از فلک ** ای سماک از تو منور تا سمک‌‌
  • Ey (sekizinci gökteki) Simak burcundan (denizin dibindeki) balığa kadar her şey, kendisinden nurlanmış olan! Seninle olunca yer, bize gökten daha iyidir.
  • بی‌‌تو ما را بر فلک تاریکی است ** با تو ای ماه این فلک باری کی است‌‌
  • Sensiz, biz göğün tâ üstünde bile karanlık içindeyiz. Ey ay! Gayrı bu felek, nedir ki seninle mukayese edilebilsin?
  • صورت رفعت بود افلاک را ** معنی رفعت روان پاک را
  • Göklerin sûreta yüksekliği var. Mana yüzünden yükseklik, temiz ruhundur.
  • صورت رفعت برای جسمهاست ** جسمها در پیش معنی اسمهاست‌‌ 590
  • Sûreta yükseklik, cisimlerindir, fakat mana huzurunda cisimler, isimlerden ibarettir.
  • جواب گفتن وزیر که خلوت را نمی‌‌شکنم
  • Vezirin “Halveti terk etmem" diye cevap vermesi
  • گفت حجتهای خود کوته کنید ** پند را در جان و در دل ره کنید
  • Vezir dedi ki: “Delillerinizi kısa kesiniz; nasihatimi, can ve gönülden dinleyiniz.
  • گر امینم متهم نبود امین ** گر بگویم آسمان را من زمین‌‌
  • Emin isem, emin adam ittiham edilmez göğe yer desem bile!
  • گر کمالم با کمال انکار چیست ** ور نیم این زحمت و آزار چیست‌‌
  • Eğer ben mahzı kemâl isem kemâli inkâr nedir? Değilsem bu zahmet, bu eziyet ne oluyor?
  • من نخواهم شد از این خلوت برون ** ز آن که مشغولم به احوال درون‌‌
  • Ben bu halvetten çıkmayacağım çünkü kalp ahvali ile meşgulüm.”
  • اعتراض مریدان در خلوت وزیر
  • Müritlerin vezire yalvarması
  • جمله گفتند ای وزیر انکار نیست ** گفت ما چون گفتن اغیار نیست‌‌ 595
  • Hepsi birden dediler ki: “Ey vezir, inkâr etmiyoruz, bizim sözümüz ağyarın sözü gibi değildir.
  • اشک دیده‌‌ست از فراق تو دوان ** آه آه است از میان جان روان‌‌
  • Ayrılığından gözyaşlarımız akmakta, canımızın tâ içinden ahu vahlar coşmakta!”
  • طفل با دایه نه استیزد و لیک ** گرید او گر چه نه بد داند نه نیک‌‌
  • Çocuk dadı ile kavga etmez. Gerçi ne kötüyü bilir ne iyiyi... Fakat boyuna ağlar durur!