English    Türkçe    فارسی   

1
972-1021

  • حق تعالی جهدشان را راست کرد ** آن چه دیدند از جفا و گرم و سرد
  • Cefadan, kahırdan ne gördülerse mükâfata nail oldular; Tanrı onların mücahedesini zayi etmedi.
  • حیله‌‌هاشان جمله حال آمد لطیف ** کل شی‌‌ء من ظریف هو ظریف‌‌
  • Onların başvurdukları çareler her hususta lâtif oldu. Çünkü zariften ne gelirse zariftir.
  • دامهاشان مرغ گردونی گرفت ** نقصهاشان جمله افزونی گرفت‌‌
  • Tuzakları felek kuşunu tuttu; noksanları tamamen sayıldı.
  • جهد می‌‌کن تا توانی ای کیا ** در طریق انبیا و اولیا 975
  • Ey ulu kişi! Nebîlerin ve velilerin yolunda çalış!
  • با قضا پنجه زدن نبود جهاد ** ز آن که این را هم قضا بر ما نهاد
  • Kaza ve kaderle pençeleşmek mücahede sayılmaz. Çünkü bizi pençeleştiren, savaştıran da kaza ve kaderdir.
  • کافرم من گر زیان کرده ست کس ** در ره ایمان و طاعت یک نفس‌‌
  • Bir kimse iman ve itaat yolunda yürüyüp de bir an bile ziyan etmişse kâfirim!
  • سر شکسته نیست این سر را مبند ** یک دو روزک جهد کن باقی بخند
  • Başın yarılmamış, şu başını bağlama. Birkaç gün çalış da ondan sonra gül!
  • بد محالی جست کاو دنیا بجست ** نیک حالی جست کاو عقبی بجست‌‌
  • Dünyayı arayan kimse olmayacak ve kötü bir şey aradı. Ukbayı arayansa kendine iyi bir hal aramış oldu.
  • مکرها در کسب دنیا بارد است ** مکرها در ترک دنیا وارد است‌‌ 980
  • Dünya kazancı için çarelere başvurmak soğuk bir şeydir. Dünyayı terk etmek için çarelere başvurmak ise caizdir, emredilmiştir.
  • مکر آن باشد که زندان حفره کرد ** آن که حفره بست آن مکری ست سرد
  • Hile ve çare diye zindanı delip de çıkmaya derler. Yoksa birisi zaten açılmış deliği kapatırsa yaptığı iş, soğuk ve ters bir iştir.
  • این جهان زندان و ما زندانیان ** حفره کن زندان و خود را وارهان‌‌
  • Bu dünya zindandır, biz de zindandaki mahpuslarız. Zindanı del, kendini kurtar!
  • چیست دنیا از خدا غافل بدن ** نی قماش و نقره و میزان و زن‌‌
  • Dünya nedir? Tanrı’dan gafil olmaktır. Kumaş, para, ölçüp tartarak ticaret etmek ve kadın; dünya değildir.
  • مال را کز بهر دین باشی حمول ** نعم مال صالح خواندش رسول‌‌
  • Din yolunda sarf etmek üzere kazandığın mala, Peygamber, “ne güzel mal” demiştir.
  • آب در کشتی هلاک کشتی است ** آب اندر زیر کشتی پشتی است‌‌ 985
  • Suyun gemi içinde olması geminin helâkidir. Gemi altındaki su ise gemiye; geminin yürümesine yardımcıdır.
  • چون که مال و ملک را از دل براند ** ز آن سلیمان خویش جز مسکین نخواند
  • Mal, mülk sevgisini gönülden sürüp çıkardığındandır ki Süleyman, ancak yoksul adını takındı.
  • کوزه‌‌ی سر بسته اندر آب زفت ** از دل پر باد فوق آب رفت‌‌
  • Ağzı kapalı testi, içi hava ile dolu olduğundan derin ve uçsuz bucaksız su üstünde yüzüp gitti.
  • باد درویشی چو در باطن بود ** بر سر آب جهان ساکن بود
  • İşte yoksulluk havası oldukça insan, dünya denizine batmaz, o denizin üstünde durur.
  • گر چه جمله‌‌ی این جهان ملک وی است ** ملک در چشم دل او لا شی است‌‌
  • Bütün bu dünya, onun mülkü olsa bu mülk, gözünde hiçbir şey değildir.
  • پس دهان دل ببند و مهر کن ** پر کنش از باد کبر من لدن‌‌ 990
  • Şu halde kalbini Min Ledün ululuğunun havasıyla doldur, ağzını da bağla, mühürle!
  • جهد حق است و دوا حق است و درد ** منکر اندر نفی جهدش جهد کرد
  • Çalışma da haktır, deva da haktır, dert de hak. Münkir kimse çalışmayı inkârda ısrar eder durur.”
  • مقرر شدن ترجیح جهد بر توکل‌‌
  • Çalışmanın tevekküle tercihi
  • زین نمط بسیار برهان گفت شیر ** کز جواب آن جبریان گشتند سیر
  • Aslan bu yolda birçok deliller getirdi. O Cebrîler, aslanın cevabına kandılar.
  • روبه و آهو و خرگوش و شغال ** جبر را بگذاشتند و قیل و قال‌‌
  • Tilki, geyik, tavşan ve çakal cebre inanışı ve dedikoduyu bıraktılar.
  • عهدها کردند با شیر ژیان ** کاندر این بیعت نیفتد در زیان‌‌
  • Bu bîatte ziyana düşmemek için kükremiş aslanla ahitlerde bulundular:
  • قسم هر روزش بیاید بی‌‌جگر ** حاجتش نبود تقاضای دگر 995
  • Zahmetsizce her günün kısmeti gelecek, aslanın başka bir teşebbüse ihtiyacı kalmayacaktı.
  • قرعه بر هر که فتادی روز روز ** سوی آن شیر او دویدی همچو یوز
  • Kur’a kime isabet ederse günü gününe aslanın yanına sırtlan gibi o koşar, teslim olurdu.
  • چون به خرگوش آمد این ساغر به دور ** بانگ زد خرگوش کاخر چند جور
  • Bu kadeh dönerek tavşana gelince; tavşan haykırdı: “Niceye dek bu zulüm?”
  • انکار کردن نخجیران بر خرگوش در تاخیر رفتن بر شیر
  • Aslana gitmekte geciktiğinden av hayvanlarının tavşana itiraz etmeleri
  • قوم گفتندش که چندین گاه ما ** جان فدا کردیم در عهد و وفا
  • Hayvanlar dediler ki: “Bunca zamanlardır biz ahdimize vefa ederek can feda ettik.
  • تو مجو بد نامی ما ای عنود ** تا نرنجد شیر رو رو زود زود
  • Ey inatçı, bizim kötü bir adla anılmamıza sebep olma, aslan da incinmesin. Yürü, yürü; çabuk, çabuk!”
  • جواب گفتن خرگوش نخجیران را
  • Tavşanın av hayvanlarına cevabı
  • گفت ای یاران مرا مهلت دهید ** تا به مکرم از بلا بیرون جهید 1000
  • Tavşan, “Dostlar, bana mühlet verin de hilemle siz de belâdan kurtulun.
  • تا امان یابد به مکرم جانتان ** ماند این میراث فرزندانتان‌‌
  • Benim hilemle canımız kurtulsun, bu hile, çocuklarımıza miras kalsın.
  • هر پیمبر امتان را در جهان ** همچنین تا مخلصی می‌‌خواندشان‌‌
  • Her Peygamber, dünyada ümmetini böyle bir kurtuluş yerine davet etti.
  • کز فلک راه برون شو دیده بود ** در نظر چون مردمک پیچیده بود
  • Peygamberler, halk nazarında gözbebeği gibi küçük görünürlerdi ama felekten kurtuluş yolunu görmüşlerdi.
  • مردمش چون مردمک دیدند خرد ** در بزرگی مردمک کس ره نبرد
  • Halk, peygamberleri; gözbebeği gibi küçük gördü, gözbebeğinin manen büyüklüğünü kimse anlayamadı.”
  • اعتراض نخجیران بر سخن خرگوش‌‌
  • Av hayvanlarının Tavşan'ın sözlerine itiraz etmeleri(fırat)
  • قوم گفتندش که ای خر گوش دار ** خویش را اندازه‌‌ی خرگوش دار 1005
  • Hayvanlar ona “Ey eşek, kulak ver! Kendini tavşan kadrince tut, haddini aşma!
  • هین چه لاف است این که از تو بهتران ** در نیاوردند اندر خاطر آن‌‌
  • Bu ne lâftır ki senden daha iyiler, dünyada onu hatırlarına bile getirmezler.
  • معجبی یا خود قضامان در پی است ** ور نه این دم لایق چون تو کی است‌‌
  • Ya gugurlandın yahut da kaza, bizim izimizde. Yoksa bu lâf, senin gibisine nerden yaraşacak?” dediler.
  • جواب خرگوش نخجیران را
  • Tavşanın av hayvanlarına cevabı
  • گفت ای یاران حقم الهام داد ** مر ضعیفی را قوی رایی فتاد
  • Tavşan, “Dostlar, Hak bana ilham etti. Hakikaten zayıf birisi, kuvvetli bir rye ve tedbire nail oldu.
  • آن چه حق آموخت مر زنبور را ** آن نباشد شیر را و گور را
  • Hakk’ın arıya öğrettiğini, aslan ve ejderha bilemez.
  • خانه‌‌ها سازد پر از حلوای تر ** حق بر او آن علم را بگشاد در 1010
  • Arı, teritaze balla dolu petekler yapar. Tanrı, ona, o ilimde kapı açtı.
  • آن چه حق آموخت کرم پیله را ** هیچ پیلی داند آن گون حیله را
  • Hakk’ın, ipekböceğine öğrettiğini hiçbir fil bilir mi?
  • آدم خاکی ز حق آموخت علم ** تا به هفتم آسمان افروخت علم‌‌
  • Toprağa mensup insan Hak’tan ilim öğrendi ve o bilgi ile yedinci kat göğe kadar bütün âlemi aydınlattı;
  • نام و ناموس ملک را در شکست ** کوری آن کس که در حق درشک است‌‌
  • Tanrı’ya şüphe eden kişinin körlüğüne rağmen meleklerin adını, sanını unutturdu;
  • زاهد چندین هزاران ساله را ** پوز بندی ساخت آن گوساله را
  • Altı yüz bin yıllık zahidin, o buzağının ağzını bağladı;
  • تا نتاند شیر علم دین کشید ** تا نگردد گرد آن قصر مشید 1015
  • Bu suretle din bilgisi sütünü emmesine, o yüce ve sağlam köşkün etrafında dönüp dolaşmasına mâni oldu.
  • علمهای اهل حس شد پوز بند ** تا نگیرد شیر ز آن علم بلند
  • Duygu ehlinin, yalnız zâhire itibar edenlerin bilgileri, o yüce bilgiden süt emenler için ağız bağıdır.
  • قطره‌‌ی دل را یکی گوهر فتاد ** کان به دریاها و گردونها نداد
  • Gönül katresine bir inci düştü ki o inci denizlere; feleklere bile verilmemiştir.
  • چند صورت آخر ای صورت پرست ** جان بی‌‌معنیت از صورت نرست‌‌
  • Ey surete tapan! Niceye dek suret kaygısı? Senin manasız canın suretten kurtulmadı gitti.
  • گر به صورت آدمی انسان بدی ** احمد و بو جهل خود یکسان بدی‌‌
  • Eğer insan, suretle insan olsaydı Ahmed’le Ebucehil müsavi olurdu.
  • نقش بر دیوار مثل آدم است ** بنگر از صورت چه چیز او کم است‌‌ 1020
  • Duvar üstüne yapılan insan resmi de insana benzer. Bak, sûret bakımından nesi eksik*
  • جان کم است آن صورت با تاب را ** رو بجو آن گوهر کمیاب را
  • O parlak resmin yalnız canı noksan. Yürü, o nadir bulunur cevheri ara;