English    Türkçe    فارسی   

2
2206-2255

  • پای دار اکنون که ماندی فرد و کم ** چون دهل شو زخم می‏خور بر شکم‏
  • Ayağını tetik bas, şimdi yapayalnız kaldın. Davula benze, boyuna karnına tokmak ye!
  • گر شریف و لایق و هم دم نی‏ام ** از چنین ظالم تو را من کم نی‏ام‏
  • Şerifliğimi bir tarafa bırak. Hatta tut ki arkadaşlığa da lâyık değilim, fakat sana karşı bu çeşit bir zalimden de aşağı değilim ya” dedi.
  • شد از او فارغ بیامد کای فقیه ** چه فقیهی ای تو ننگ هر سفیه‏
  • Bahçıvan ondan da kurtulup fakîhe geldi ve dedi ki: “Ey fakîh! Ne fakîhi, ey her sefih kişinin bile arlandığı herif!
  • فتوی‏ات این است ای ببریده دست ** کاندر آیی و نگویی امر هست‏
  • Ey eli kesilecise, bağlara gir de, caiz midir? Emir var mı bile deme. Fetvan bu mu senin?
  • این چنین رخصت بخواندی در وسیط ** یا بدست این مسئله اندر محیط 2210
  • Böyle bir ruhsatı Vasît’temi okudun? Yoksa bu mesele Muhit’te mi var?”
  • گفت حق استت بزن دستت رسید ** این سزای آن که از یاران برید
  • Fakîh “Vur, vur, hakkın var. Fırsat ele geçti. Dostlardan ayrılanın lâyığı budur” dedi.
  • رجعت به قصه مریض و عیادت پیغامبر علیه السلام‏
  • Hastanın ve Peygamber Sallâllahü Aleyhi Ve Sellem’in hasta sahabeyi dolaşıp hatırını sorması hikâyesine dönüş
  • این عیادت از برای این صله است ** وین صله از صد محبت حامله است‏
  • Hastanın hatırını soruş, dostluğu, birliği temin etmek içindir. Bu birlik, bu dostluk da yüz türlü sevgi doğurur.
  • در عیادت شد رسول بی‏ندید ** آن صحابی را به حال نزع دید
  • Naziri olmayan Peygamber, hastayı dolaşmaya, hatırını sormaya gidince o sahabeyi ölüm halinde gördü.
  • چون شوی دور از حضور اولیا ** در حقیقت گشته‏ای دور از خدا
  • Velilerin huzurundan uzaklaşırsan hakikatte Tanrı’dan uzaklaşırsın.
  • چون نتیجه هجر همراهان غم است ** کی فراق روی شاهان ز آن کم است‏ 2215
  • Yoldaşlardan ayrılmanın sonu bile gam olursa padişahlardan ayrılık nasıl olur da ondan daha aşağı olur.
  • سایه شاهان طلب هر دم شتاب ** تا شوی ز آن سایه بهتر ز آفتاب‏
  • Her an durma, padişahların gölgesini ara bul ki o gölgede güneşten de iyi bir hale gelesin.
  • گر سفر داری بدین نیت برو ** ور حضر باشد از این غافل مشو
  • Sefere çıkarsan bu niyetle çık, oturuyorsan yine bundan gafil olma!
  • گفتن شیخی بایزید را که کعبه منم گرد من طوافی می‏کن‏
  • Bir şeyhin Ebu Yezid’e “Kâbe benim, benim etrafımda tavaf et” demesi
  • سوی مکه شیخ امت بایزید ** از برای حج و عمره می‏دوید
  • Ümmet Şeyhi Bayezid, hac ve umre için yola düşmüş, Mekke’ye doğru koşa, koşa gidiyordu.
  • او به هر شهری که رفتی از نخست ** مر عزیزان را بکردی باز جست‏
  • Hangi şehre varıyorsa önce o şehirdeki azizleri arıyor,
  • گرد می‏گشتی که اندر شهر کیست ** کاو بر ارکان بصیرت متکی‏است‏ 2220
  • Bu şehirde basiret sahibi, gönül gözü açık kim var diye dolaşıp araştırıyordu.
  • گفت حق اندر سفر هر جا روی ** باید اول طالب مردی شوی‏
  • Tanrı, “Sefer esnasında nereye varırsan önce bir er araman gerek” dedi.
  • قصد گنجی کن که این سود و زیان ** در تبع آید تو آن را فرع دان‏
  • Hazine elde etmeye çalış, çünkü kâr, zarar, işin ardından gelir, sen bunları feri bil.
  • هر که کارد قصد گندم باشدش ** کاه خود اندر تبع می‏آیدش‏
  • Biri buğday elde etmek için ekin ekerse sonunda saman da elde eder.
  • که بکاری بر نیاید گندمی ** مردمی جو مردمی جو مردمی‏
  • Fakat saman ekersen buğday elde edemezsin ki. İnsanların gözbebeği olan insanı ara, insanların gözbebeği olan insanı, insanların gözbebeğini!
  • قصد کعبه کن چو وقت حج بود ** چون که رفتی مکه هم دیده شود 2225
  • Hac zamanı gelince Kâbe’yi ziyaret etmeye niyetlen. Oraya vardın mı Mekke’yi de görürsün.
  • قصد در معراج دید دوست بود ** در تبع عرش و ملایک هم نمود
  • Miraçtan maksat dostu görmekti. Bu arada Arş da görüldü, melekler de.
  • حکایت‏
  • Hikâye
  • خانه‏ی نو ساخت روزی نو مرید ** پیر آمد خانه‏ی او را بدید
  • Yeni bir mürit günün birinde bir ev yaptırdı. Pir gelip evini gördü.
  • گفت شیخ آن نو مرید خویش را ** امتحان کرد آن نکو اندیش را
  • Şeyh, o yeni müridini, o iyi düşünceli kişiyi imtihan etmek maksadıyla dedi ki:
  • روزن از بهر چه کردی ای رفیق ** گفت تا نور اندر آید زین طریق‏
  • “Yoldaş, eve niçin pencere açtın?” O da şöyle cevap verdi: “Işık gelsin diye”
  • گفت آن فرع است این باید نیاز ** تا از این ره بشنوی بانگ نماز 2230
  • Şeyh “O feridir. Şunu niyaz etmek gerek: Bu pencereden ezanı duyasın” dedi.
  • بایزید اندر سفر جستی بسی ** تا بیابد خضر وقت خود کسی‏
  • Bayezid, seferde vaktin Hızır’ı olan kişiyi bulmak için uğraşmakta, böyle bir er araştırmaktaydı.
  • دید پیری با قدی همچون هلال ** دید در وی فر و گفتار رجال‏
  • Vücudu hilâl gibi incelmiş bir pir gördü; onda erlerin halini, kalini buldu.
  • دیده نابینا و دل چون آفتاب ** همچو پیلی دیده هندستان به خواب‏
  • Pirin gözü görmüyordu, fakat gönlü güneş gibiydi. Âdeta rüyasında Hindistan’ı görmüş bir file benziyordu
  • چشم بسته خفته بیند صد طرب ** چون گشاید آن نبیند ای عجب‏
  • Gözünü yummuş, uyumakta. Fakat yüzlerce zevk ve neşe âlemi görmekte. Gözünü açarsa nasıl olurda görmez? Şaşılacak şey!
  • بس عجب در خواب روشن می‏شود ** دل درون خواب روزن می‏شود 2235
  • Rüya deyince şaşılacak şeyler açığa çıkar. Gönül uykuda pencere kesilir.
  • آن که بیدار است و بیند خواب خوش ** عارف است او خاک او در دیده کش‏
  • Uyanık olduğu halde güzel rüya gören âriftir. Sen onun bastığı toprağı gözüne sürme gibi çek.
  • پیش او بنشست و می‏پرسید حال ** یافتش درویش و هم صاحب عیال‏
  • Bayezid o pirin huzuruna varıp oturdu, halini sordu; onun hem fakir, hem de aile efradı çok olduğunu anladı.
  • گفت عزم تو کجا ای بایزید ** رخت غربت را کجا خواهی کشید
  • Pir, “Ey bayezid nereye gidiyorsun gurbet pılı pırtısını nereye kadar çekip sürüyeceksin” dedi.
  • گفت قصد کعبه دارم از پگه ** گفت هین با خود چه داری زاد ره‏
  • Bayezid “ Hac mevsimi Kâbe’ye gidiyorum” diye cevap verdi. Pir dedi ki: “Yol masrafı olarak yanında ne var?”
  • گفت دارم از درم نقره دویست ** نک ببسته سخت در گوشه‏ی ردی است‏ 2240
  • Bayezid “ İki yüz dirhem gümüşüm var. Ridamın ucuna sımsıkı bağladım işte.” deyince,
  • گفت طوفی کن به گردم هفت بار ** وین نکوتر از طواف حج شمار
  • Pir, “Etrafımda yedi kere tavaf et. Bu tavafı hac tavafından daha makbul bil.
  • و آن درمها پیش من نه‏ای جواد ** دان که حج کردی و حاصل شد مراد
  • O dirhemleri de, ey cömert kişi, bana ver. Bil ki hac ettin muradın hâsıl oldu.
  • عمره کردی عمر باقی یافتی ** صاف گشتی بر صفا بشتافتی‏
  • Umre ettin ebedi ömre nail oldun, sâf bir hale geldin, Safa’ya koştun, Saiy erkânını yerine getirdin.
  • حق آن حقی که جانت دیده است ** که مرا بر بیت خود بگزیده است‏
  • Canının gördüğü Hak hakkı için ki o, beni kendi evinden daha üstün, daha makbul etmiştir;
  • کعبه هر چندی که خانه‏ی بر اوست ** خلقت من نیز خانه‏ی سر اوست‏ 2245
  • Kâbe her ne kadar onun lütuf ve ihsan evidir ama benim vücudum da onun sır evi.
  • تا بکرد آن کعبه را در وی نرفت ** و اندر این خانه بجز آن حی نرفت‏
  • Tanrı, Kâbe’yi kurdu ama kurdu kuralı ona gitmedi. Hâlbuki bu eve, benim vücuduma, o ebedi diri olan Tanrı’dan başka kimse gelmedi.
  • چون مرا دیدی خدا را دیده‏ای ** گرد کعبه‏ی صدق بر گردیده‏ای‏
  • Beni gördün ya, bil ki Tanrı’yı gördün; doğruluk Kâbe’sinin, hakikî Kâbe’nin etrafında tavaf ettin.
  • خدمت من طاعت و حمد خداست ** تا نپنداری که حق از من جداست‏
  • Bana hizmet, Tanrıya itaat etmek, onu övmektir. Sakın Hakkı benden ayrı sanma.
  • چشم نیکو باز کن در من نگر ** تا ببینی نور حق اندر بشر
  • Gözünü iyi aç da bana öyle bak ki beşerde Tanrı nurunu göresin” dedi.
  • بایزید آن نکته‏ها را هوش داشت ** همچو زرین حلقه‏اش در گوش داشت‏ 2250
  • Bayezid, o nükteleri dinledi, altın bir küpe gibi kulağına taktı.
  • آمد از وی بایزید اندر مزید ** منتهی در منتها آخر رسید
  • Bu yüzden derecesi yükseldi, fazileti arttı. Hakikat yolunun sonuna erişmiş olan Bayezid, artık ondan sonra bir son tasavvur edilemeyecek olan bir makama vardı.
  • دانستن پیغامبر صلی الله علیه و آله که سبب رنجوری آن شخص گستاخی بوده است در دعا
  • Peygamber’in o şahsın hastalandığına, duada küstahlık etmesinin sebep olduğunu bildirmesi
  • چون پیمبر دید آن بیمار را ** خوش نوازش کرد یار غار را
  • Peygamber, o hastayı görünce halini hatırını sordu, o hakikî dosta iltifatlarda bulundu.
  • زنده شد او چون پیمبر را بدید ** گوییا آن دم مر او را آفرید
  • Adam, Peygamber’i görünce dirildi, sanki o anda yeniden yaratılmıştı.
  • گفت بیماری مرا این بخت داد ** کامد این سلطان بر من بامداد
  • Sahabe, “ astalık beni bu bahta eriştirdi; bu sultan sabah çağında beni dolaşmaya geldi.
  • تا مرا صحت رسید و عاقبت ** از قدوم این شه بی‏حاشیت‏ 2255
  • Bu suretle bana sıhhat erişti, saltanatına bir hudut olmayan bu padişahın kademi bereketiyle iyileştim.