English    Türkçe    فارسی   

2
3302-3351

  • چون به غایت ممتلی بود و شتاب ** پس نگنجید اندر او الا که آب‏
  • Nitekim ırmak da, dopdolu olur, pek hızlı akarsa üstünde çerçöp eğlenmez!
  • طعنه زدن بیگانه ای در شیخ و جواب گفتن مرید شیخ او را
  • Halden bigâne birisinin bir şeyhi kınaması ve müridin şeyhe cevap vermesi
  • آن یکی یک شیخ را تهمت نهاد ** کاو بد است و نیست بر راه رشاد
  • Birisi, şeyhin birini “Kötü adam, doğru yolda değil.
  • شارب خمر است و سالوس و خبیث ** مر مریدان را کجا باشد مغیث‏
  • Şarap içiyor, mürai ve pis herif. Böyle adam nereden müritlerin imdadına yetişecek?” diye kınadı.
  • آن یکی گفتش ادب را هوش دار ** خرد نبود این چنین ظن بر کبار 3305
  • Başka biri de ona dedi ki “Edebe riayet et. Büyükler hakkında böyle zanda bulunmak yaraşmaz.
  • دور از او و دور از آن اوصاف او ** که ز سیلی تیره گردد صاف او
  • Onun sâf seli, bulanıversin, bu ondan ve onun sıfatlarından ne kadar uzak!
  • این چنین بهتان منه بر اهل حق ** این خیال تست بر گردان ورق‏
  • Hak ehline böyle bühtanlarda bulunma. Bu, senin hayalinden ibaret, çevir yaprağı!
  • این نباشد ور بود ای مرغ خاک ** بحر قلزم را ز مرداری چه باک‏
  • Böyle bir şey olmaz ya, şayet olsa bile ey toprakta uçan kuş, bahrimuhite pislikten ne zarar!
  • نیست دون القلتین و حوض خرد ** کی تواند قطره‏ایش از کار برد
  • O, iki testiden az, yahut küçük bir havuz değil ki, bir katracık pislik onu nasıl bulandırır, nasıl kirletir.?
  • آتش ابراهیم را نبود زیان ** هر که نمرودی است گو می‏ترس از آن‏ 3310
  • Ateş, İbrahim’e bir ziyan veremedi. Kim Nemrutsa sen ona de: Kork ateşten!
  • نفس نمرود است و عقل و جان خلیل ** روح در عین است و نفس اندر دلیل‏
  • Nefis Nemrut’tur, akılla can da Halil. Ruh, işin tam içindedir. Kılavuza ihtiyaç yok, kılavuza muhtaç olan nefistir.
  • این دلیل راه رهرو را بود ** کاو به هر دم در بیابان گم شود
  • Kılavuz yolcuya, çöllerde her an kaybolana lâzımdır.
  • واصلان را نیست جز چشم و چراغ ** از دلیل و راهشان باشد فراغ‏
  • Menzile ulaşanlara gözden, ışıktan başka bir şey lâzım değil. Onlar kılavuzdan da kurtulmuşlardır, çölden de.
  • گر دلیلی گفت آن مرد وصال ** گفت بهر فهم اصحاب جدال‏
  • Eğer o vuslat eri bir delil getirirse henüz mücadele içinde bocalayanlar anlasınlar diye getirir.
  • بهر طفل نو پدر تی‏تی کند ** گر چه عقلش هندسه‏ی گیتی کند 3315
  • Baba, küçük çocuğuna onun dilince “Ti, ti” der, aklı, âlemi ölçüp biçse bile!
  • کم نگردد فضل استاد از علو ** گر الف چیزی ندارد گوید او
  • Üstat “ Elifte bir şey yok” dese fazileti eksilmez, yücelikten düşmez.
  • از پی تعلیم آن بسته دهن ** از زبان خود برون باید شدن‏
  • Henüz söz bilmez cahile bir şeyler öğretmek için kendi dilini terk etmek,
  • در زبان او بباید آمدن ** تا بیاموزد ز تو او علم و فن‏
  • Onun dilince konuşmak gerek. Ancak bu suretle senden bir bilgi, bir fen öğrenebilir.
  • پس همه خلقان چو طفلان وی‏اند ** لازم است این پیر را در وقت پند
  • Bütün halk da şeyhin çocukları mesabesindedir. Nasihat verdiği zaman pîre, onların seviyesine inmek lâzım”
  • کفر را حد است و اندازه بدان ** شیخ و نور شیخ را نبود کران‏ 3320
  • Küfrün de bir haddi, hududu var. Fakat şeyhe ve şeyhin nuruna bir kenar, bir had yok!
  • پیش بی‏حد هر چه محدود است لاست ** کل شی‏ء غیر وجه الله فناست‏
  • Haddi hududu olmayanın yanında mahdut olan şey, yok demektir. Allah’tan başka her şey fanidir.
  • کفر و ایمان نیست آن جایی که اوست ** انکه او مغز است و این دو رنگ و پوست‏
  • Onun bulunduğu yerde ne küfür var, ne iman. Çünkü o içtir, küfürle imansa deri.
  • این فناها پرده‏ی آن وجه گشت ** چون چراغ خفیه اندر زیر طشت‏
  • Bu yokluklar, yüze perdedir. O, leğen altında gizli ışığa benzer.
  • پس سر این تن حجاب آن سر است ** پیش آن سر این سر تن کافر است‏
  • Hulâsa bu ten başı, o başa perdedir. O başın önünde bu ten başı kesilmiş gibidir, bir şeye yaramaz.
  • کیست کافر غافل از ایمان شیخ ** چیست مرده بی‏خبر از جان شیخ‏ 3325
  • Kâfir kimdir? Şeyhin imanından gafil olan. Ölü kimdir? Şeyhin canından haberdar olmayan!
  • جان نباشد جز خبر در آزمون ** هر که را افزون خبر جانش فزون‏
  • Can, tecrübelerle sabittir ki haberdar olmaktan ibarettir. Kim, daha fazla haberdarsa daha ziyade canlıdır.
  • جان ما از جان حیوان بیشتر ** از چه ز آن رو که فزون دارد خبر
  • Canımız hayvan canından daha üstündür, neden? Çünkü daha fazla biliyoruz.
  • پس فزون از جان ما جان ملک ** کاو منزه شد ز حس مشترک‏
  • Meleklerin canı da bizim canımızdan üstün. Çünkü onlarda Hissi Müşterek yoktur.
  • و ز ملک جان خداوندان دل ** باشد افزون تو تحیر را بهل‏
  • Ehil olanların canlarıysa meleklerin canlarından üstündür, şaşkınlığı bırak!
  • ز آن سبب آدم بود مسجودشان ** جان او افزون‏تر است از بودشان‏ 3330
  • Melekler, Âdeme secde ettiler; çünkü onun canı, meleklerinkinden üstündür.
  • ور نه بهتر را سجود دون‏تری ** امر کردن هیچ نبود در خوری‏
  • Üstün olmasaydı secde ederler miydi? Üstün olanın daha aşağı mertebede bulunana secde etmesini emretmek doğru bir şey değil değildir, yaraşmaz.
  • کی پسندد عدل و لطف کردگار ** که گلی سجده کند در پیش خار
  • Allah’ın adaleti, Allah’ın lütfu bir gülün dikenine secde etmesini hoş görür mü?
  • جان چو افزون شد گذشت از انتها ** شد مطیعش جان جمله‏ی چیزها
  • Bir can, oldu da son mertebeyi de aştı mı artık her şeyin canı, ona mûti olur;
  • مرغ و ماهی و پری و آدمی ** ز انکه او بیش است و ایشان در کمی‏
  • Kuş, balık, in, cin, insan, hepsi ona itaat eder. Çünkü o üstündür, öbürleri noksan.
  • ماهیان سوزنگر دلقش شوند ** سوزنان را رشته‏ها تابع بوند 3335
  • Balıklar, hırkasını diksin diye ona iğne getirirler. Bu, ipliğin iğneye tâbi olmasına benzer.
  • بقیه‏ی قصه‏ی ابراهیم ادهم بر لب آن دریا
  • -Allah rahmet etsin- İbrahim Ethem hikâyesinin sonu
  • چون نفاذ امر شیخ آن میر دید ** ز آمد ماهی شدش و جدی پدید
  • O emîr, balıkların İbrahim Ethem’in emrini yerine getirdiklerini, balıkların ağızlarında iğneyle sudan baş çıkardıklarını görünce vecde geldi.
  • گفت اه ماهی ز پیران آگه است ** شه تنی را کاو لعین درگه است‏
  • Bir ah çekip “Balık bile pîri tanıyor. Yuh olsun o tapudan sürülen tene!
  • ماهیان از پیر آگه ما بعید ** ما شقی زین دولت و ایشان سعید
  • Balıklar bile pîri biliyorlar da biz ondan uzağız. Biz, bu devletten mahrumuz da onlar erişmiş” deyip,
  • سجده کرد و رفت گریان و خراب ** گشت دیوانه ز عشق فتح باب‏
  • Secde ederek ağlaya ,ağlaya perişan bir halde yola düzüldü; bu kerametin aşkından divaneye döndü.!
  • پس تو ای ناشسته رو در چیستی ** در نزاع و در حسد با کیستی‏ 3340
  • Hey yüzünü yıkamamış pis herif, neredesin sen? Kiminle kavgaya girişiyor, kime haset ediyorsun?!
  • با دم شیری تو بازی می‏کنی ** بر ملایک ترک تازی می‏کنی‏
  • Sen aslanın kuyruğuyla oynamakla, meleklere saldırmaktasın.
  • بد چه می‏گویی تو خیر محض را ** هین ترفع کم شمر آن خفض را
  • Hayırdan ibaret olana neden kötü söylüyorsun. Kendine gel, o alçalışı yücelme sayma.
  • بد چه باشد مس محتاج مهان ** شیخ که بود کیمیای بی‏کران‏
  • Kötü nedir? Aşağılık ve muhtaç bakır, Şeyh kimdir? Ucu, sonu olmayan kimya!
  • مس اگر از کیمیا قابل نبد ** کیمیا از مس هرگز مس نشد
  • Bakır, kimya yüzünden altın olmak kabiliyetinde değilse kimya, bakır yüzünden bakırlaşmaz ya!
  • بد چه باشد سرکشی آتش عمل ** شیخ که بود عین دریای ازل‏ 3345
  • Kötü nedir? İşi ateş gibi serkeş kişi, şeyh kimdir? Ezel denizinin ta kendisi.
  • دایم آتش را بترسانند از آب ** آب کی ترسید هرگز ز التهاب‏
  • Ateşi daima su ile korkuturlar. Fakat suyu hiç ateşle korkutabilirler mi?
  • در رخ مه عیب بینی می‏کنی ** در بهشتی خارچینی می‏کنی‏
  • Sen ayın yüzünde ayıp noksan buluyor, cennette diken topluyorsun.
  • گر بهشت اندر روی تو خار جو ** هیچ خار آن جا نیابی غیر تو
  • Ey diken arayan, cennete gitsen bile orada senden başka bir diken göremezsin.
  • می‏بپوشی آفتابی در گلی ** رخنه می‏جویی ز بدر کاملی‏
  • Güneşi balçıkla sıvıyor, kâmil bedirde gedik arıyorsun.
  • آفتابی که بتابد در جهان ** بهر خفاشی کجا گردد نهان‏ 3350
  • Âlemde parlayıp duran güneş bir yarasa için nasıl gizlenir?
  • عیبها از رد پیران عیب شد ** غیبها از رشک ایشان غیب شد
  • Ayıplar, pîrler ret ettiğinden ayıp oldu. Kayıplar onların hasedi yüzünden kayıp kesildi.