English    Türkçe    فارسی   

2
3651-3700

  • می‏ستودندش به تسخر کای بزرگ ** در فلان اقلیم بس هول و سترگ‏
  • Bazıları alaya alıp “ Ey ulu kişi pek korkunç, pek geniş bir iklim olan filân iklimde,
  • در فلان بیشه درختی هست سبز ** بس بلند و پهن و هر شاخیش گبز
  • Falan ormanda yemyeşil bir ağaç vardır. Pek yüce, pek korkunç... Her dalı koskocaman” derler.
  • قاصد شه بسته در جستن کمر ** می‏شنید از هر کسی نوعی خبر
  • Padişah adamı, kimden ne duyarsa aramak için gayret kemerini kuşanır.
  • بس سیاحت کرد آن جا سالها ** می‏فرستادش شهنشه مالها
  • Orada nice yıllar gezip tozar. Padişah da ona mallar yollar durur.
  • چون بسی دید اندر آن غربت تعب ** عاجز آمد آخر الامر از طلب‏ 3655
  • Gurbet diyarında bir hayli zahmetlere uğrar, nihayet âciz kalır.
  • هیچ از مقصود اثر پیدا نشد ** ز آن غرض غیر خبر پیدا نشد
  • Ne maksudundan bir eser görünür, ne de sözden başka bir şey!
  • رشته‏ی امید او بگسسته شد ** جسته‏ی او عاقبت ناجسته شد
  • Ümit ipi üzülür, aradığını aramaz olur, usanır.
  • کرد عزم باز گشتن سوی شاه ** اشک می‏بارید و می‏برید راه‏
  • Padişah yanına dönmeye niyet eder, ağlaya, ağlaya yola düşer.
  • شرح کردن شیخ سر آن درخت را با آن طالب مقلد
  • Şeyhin o mukallit talibe, o ağacın sırrını anlatması
  • بود شیخی عالمی قطبی کریم ** اندر آن منزل که آیس شد ندیم‏
  • Meğerse o nedimin ye’se kapılıp geriye döndüğü memlekette kerem sahibi, kutuplardan âlim bir şeyh varmış.
  • گفت من نومید پیش او روم ** ز آستان او به راه اندر شوم‏ 3660
  • Nedim ümitsiz bir halde “Önce onun tekkesine gideyim de oradan yola düşeyim.
  • تا دعای او بود همراه من ** چون که نومیدم من از دل خواه من‏
  • İstediğimi bulamadım, ümidim kesildi. Bâri duası yoldaşım olsun” der;
  • رفت پیش شیخ با چشم پر آب ** اشک می‏بارید مانند سحاب‏
  • Gözleri yaşlı bulut gibi yaş döke, döke Şeyhin huzuruna varır.
  • گفت شیخا وقت رحم و رقت است ** ناامیدم وقت لطف این ساعت است‏
  • “Şeyhim, acımanın, esirgemenin tam zamanı. Ümidim kesildi... Lütfedecek an, bu an!” der.
  • گفت وا گو کز چه نومیدیستت ** چیست مطلوب تو رو با چیستت‏
  • Şeyh, “Ümitsizsen bile söyle. Matlûbun ne? Neye yüz tutun?” diye sorar.
  • گفت شاهنشاه کردم اختیار ** از برای جستن یک شاخسار 3665
  • Nedim, “Bir padişahım var, beni bir ağaç aramak üzere gönderdi.
  • که درختی هست نادر در جهات ** میوه‏ی او مایه‏ی آب حیات‏
  • Ama nasıl ağaç? Âlemde bulunmaz bir şey. Meyvesi, Âbıhayatın aslı.
  • سالها جستم ندیدم یک نشان ** جز که طنز و تسخر این سر خوشان‏
  • Yıllardır aradım bir nişanesini bile bulamadım, ancak bu sarhoşlar, benimle eğlendiler, beni alaya aldılar... İşte o kadar!” der.
  • شیخ خندید و بگفتش ای سلیم ** این درخت علم باشد در علیم‏
  • Şeyh gülümser de der ki: “Ey saf adam, bu ağaç, ilim sahibindeki ilimdir.
  • بس بلند و بس شگرف و بس بسیط ** آب حیوانی ز دریای محیط
  • Pek yüce, pek büyük ve etrafa yayılmış bir ağaçtır o! Hatta ağaç da ne demek her tarafı kaplayan deniz gibi Âbıhayattır!
  • تو به صورت رفته‏ای ای بی‏خبر ** ز آن ز شاخ معنیی بی‏بار و بر 3670
  • Sen surete kapılmış yolunu yitirmişsin. Manayı elden bıraktığın için onu bulamıyorsun.
  • گه درختش نام شد گه آفتاب ** گاه بحرش نام گشت و گه سحاب‏
  • Ona gâh ağaç derler, gâh güneş. Gâh deniz adını takarlar, gâh bulut!
  • آن یکی کش صد هزار آثار خاست ** کمترین آثار او عمر بقاست‏
  • Hulâsa o öyle şeydir ki yüz binlerce eseri var. En aşağılık hassası, sahibine ebedî bir hayat bağışlamasıdır.
  • گر چه فرد است او اثر دارد هزار ** این یکی را نام شاید بی‏شمار
  • Tektir ama binlerce eseri, nişanesi var. O bire sayısız adlar gerek.
  • آن یکی شخص ترا باشد پدر ** در حق شخصی دگر باشد پسر
  • Bir adam senin baban olur ama başka birisinin de oğludur.
  • در حق دیگر بود قهر و عدو ** در حق دیگر بود لطف و نکو 3675
  • Birisine düşmandır, onun hakkında kahırdan ibarettir... Diğer birine lütfeder, iyilikle bulunur, onca iyidir.
  • صد هزاران نام و او یک آدمی ** صاحب هر وصفش از وصفی عمی‏
  • Bir tek adam olduğu halde bak, yüz binlerce adı var. Bir vasfını bilen öbüründen âmadır, öbür vasfını bilmeyebilir.
  • هر که جوید نام اگر صاحب ثقه است ** همچو تو نومید و اندر تفرقه است‏
  • Kim, bu ad doğru ad diye isme yapışır. Onu arasa senin gibi ümitsizliğe düşer, perişan olur.
  • تو چه بر چفسی بر این نام درخت ** تا بمانی تلخ کام و شور بخت‏
  • Niye bu ağacın adına yapışırsın da dili, damağı acı, talihsiz bir hale düşersin?
  • در گذر از نام و بنگر در صفات ** تا صفاتت ره نماید سوی ذات‏
  • Addan geç, sıfatına bak da sıfatlar, seni zata ulaştırsın.
  • اختلاف خلق از نام اوفتاد ** چون به معنی رفت آرام اوفتاد 3680
  • Halkın ihtilâfı addan meydana gelir. Fakat manaya ulaşınca rahatlaşırlar.
  • منازعت چهار کس جهت انگور که هر یکی به نام دیگر فهم کرده بود آن را
  • Birbirlerinin dediğini anlamayan dört kişinin üzüm için kavgaya tutuşmaları
  • چار کس را داد مردی یک درم ** آن یکی گفت این به انگوری دهم‏
  • Adamın biri, dört kişiye bir dirhem verdi, Adamlardan birisi “Ben bu parayı “engûr’a” vereceğim” dedi.
  • آن یکی دیگر عرب بد گفت لا ** من عنب خواهم نه انگور ای دغا
  • Öbürü Arap’tı, Lâ dedi, Ben “İnep” isterim herif, engûr istemem.”
  • آن یکی ترکی بدو گفت ای گزم ** من نمی‏خواهم عنب خواهم ازم‏
  • Üçüncü Türk’tü, “Bu para benim “ dedi, “Ben inep istemem, üzüm isterim.”
  • آن یکی رومی بگفت این قیل را ** ترک کن خواهیم استافیل را
  • Dördüncüde Rum’du, dedi ki: “Bırak bu lâfları, biz İstafil isteriz.”
  • در تنازع آن نفر جنگی شدند ** که ز سر نامها غافل بدند 3685
  • Derken savaşa başladılar. Çünkü adların sırrından gafildiler.
  • مشت بر هم می‏زدند از ابلهی ** پر بدند از جهل و از دانش تهی‏
  • Ahmaklıktan birbirlerini yumruklamaya koyuldular. Bilgisizlikle dolu, bilgiden boş adamlardı bunlar.
  • صاحب سری عزیزی صد زبان ** گر بدی آن جا بدادی صلح‏شان‏
  • Sır sahibi, yüzlerce dil bilir, kadri yüce birisi orada olsaydı, onları uzlaştırırdı.
  • پس بگفتی او که من زین یک درم ** آرزوی جمله‏تان را می‏خرم‏
  • Onlara “Ben bu bir dirhemle hepinizin isteğini yerine getiririm.
  • چون که بسپارید دل را بی‏دغل ** این درمتان می‏کند چندین عمل‏
  • Gönlünüzü gıllügışsız bana teslim edin. Bu bir dirheminiz, sizin istediğiniz şeylerin hepsini yapar.
  • یک درمتان می‏شود چار المراد ** چار دشمن می‏شود یک ز اتحاد 3690
  • Bir dirheminiz dört muradı da yerine getirir, dört düşman da uzlaşır, birliğe ulaşır, bir olur.
  • گفت هر یک تان دهد جنگ و فراق ** گفت من آرد شما را اتفاق‏
  • Sizin sözleriniz savaşa, nifaka sebep olur. Fakat benim sözüm, sizleri birleştirir.
  • پس شما خاموش باشید أنصتوا ** تا زبان تان من شوم در گفت‏وگو
  • Siz susun, dinleyin de konuşma hususunda diliniz ben olayım.
  • گر سخنتان می‏نماید یک نمط ** در اثر مایه‏ی نزاع است و سخط
  • Sizin sözünüz yüz türlüdür, eseriyse ancak savaş ve kızgınlıktan ibaret.
  • گرمی عاریتی ندهد اثر ** گرمی خاصیتی دارد هنر
  • İğreti hararetin tesiri yoktur. Fakat insanın kendisinden olan hararet müessirdir.
  • سرکه را گر گرم کردی ز آتش آن ** چون خوری سردی فزاید بی‏گمان‏ 3695
  • Sirkeyi ateşte ısıtsan da yiyince yine bürudeti arttırır.
  • ز انکه آن گرمی او دهلیزی است ** طبع اصلش سردی است و تیزی است‏
  • Çünkü o hararet, iğretidir. Asli tabiatında bürudet ve keskinlik vardır.
  • ور بود یخ بسته دوشاب ای پسر ** چون خوری گرمی فزاید در جگر
  • Oğul, pekmez buz tutsa da yine yiyince ciğerdeki harareti fazlalaştırır.
  • پس ریای شیخ به ز اخلاص ماست ** کز بصیرت باشد آن وین از عماست‏
  • Şu halde şeyhin riyası, bizim ihlâsımızdan daha yeğ. Çünkü o riya basiretten meydana gelmedir, bu ihlâs körlükten!
  • از حدیث شیخ جمعیت رسد ** تفرقه آرد دم اهل حسد
  • Şeyhin sözü, insana cemiyet-i hâtır verir, hasetçilerin nefesi ise tefrika.
  • چون سلیمان کز سوی حضرت بتاخت ** کاو زبان جمله مرغان را شناخت‏ 3700
  • Süleyman, Allah tecellisine uğrayınca bütün kuşların dillerini öğrenmiş oldu.