English    Türkçe    فارسی   

2
395-444

  • در زمان خادم برون آمد به در ** تا خرد او جمله حلوا ز ان پسر 395
  • Hizmetçi, helvanın hepsini almak üzere hemen dışarı çıktı.
  • گفت او را جمله‏ی حلوا به چند ** گفت کودک نیم دیناری و اند
  • Helvacıya ,”Bu helvanın hepsi kaça?” diye sordu. Çocuk “Yarım küsur dinar” dedi.
  • گفت نه از صوفیان افزون مجو ** نیم دینارت دهم دیگر مگو
  • Hizmetçi,”Yoo, Sofilerden çok isteme. Sana yarım dinar veriyorum artık söylenme!” dedi.
  • او طبق بنهاد اندر پیش شیخ ** تو ببین اسرار سر اندیش شیخ‏
  • Helvayı bir tabağa koydurdu ve tabağı getirip Şeyh’in önüne koydu. Sır sahibi Şeyh’in esrarına bak!
  • کرد اشارت با غریمان کین نوال ** نک تبرک خوش خورید این را حلال‏
  • Borçlulara ,”Buyurun, şu mübarek helvayı helâlinden bir güzelce yiyin” iye işaret etti.
  • چون طبق خالی شد آن کودک ستد ** گفت دینارم بده ای با خرد 400
  • Tabak boşalınca, çocuk tabağını aldı, ”Ey kâmil kişi, paramı ver” dedi.
  • شیخ گفتا از کجا آرم درم ** وام دارم می‏روم سوی عدم‏
  • Şeyh dedi ki: “Parayı nerden bulayım? Ben borçlu bir adamım,aynı zamanda ölüyorum!”
  • کودک از غم زد طبق را بر زمین ** ناله و گریه بر آورد و حنین‏
  • Çocuk derdinden tabağı yere vurdu, feryat ve figana başladı.
  • می‏گریست از غبن کودک های های ** کای مرا بشکسته بودی هر دو پای‏
  • Eleminden hayhayla ağlamaya koyuldu, ”Keşke iki ayağım da kırılaydı,
  • کاشکی من گرد گلخن گشتمی ** بر در این خانقه نگذشتمی‏
  • Keşke külhana gideydim de tekkenin kapısından geçmez olaydım” diyordu.
  • صوفیان طبل خوار لقمه جو ** سگ دلان و همچو گربه روی شو 405
  • Boğazına düşkün, yemeye alışkın sofiler, köpek gönüllüdürler, fakat kedi gibi yüzlerini yıkarklar, temiz görünürler.
  • از غریو کودک آن جا خیر و شر ** گرد آمد گشت بر کودک حشر
  • Çocuğun feryadından hırlı, hırsız birçok kişi başına toplandı.
  • پیش شیخ آمد که ای شیخ درشت ** تو یقین دان که مرا استاد کشت‏
  • Çocuk, ”Ey kötü Şeyh, beni ustam muhakkak öldürür.
  • گر روم من پیش او دست تهی ** او مرا بکشد اجازت می‏دهی‏
  • Eğer yanına eli boş gidersem beni keser, buna razı mısın?” diyordu.
  • و آن غریمان هم به انکار و جحود ** رو به شیخ آورده کاین باری چه بود
  • Borçlular da inkâra düşüp Şeyh’e yüz çevirerek “Bu ne oyun ki?
  • مال ما خوردی مظالم می‏بری ** از چه بود این ظلم دیگر بر سری‏ 410
  • Bizim malımızı yedin, borçlu gidiyorsun. Böyle olduğu halde neden başka bir zulümde daha bulundun?” diyorlardı.
  • تا نماز دیگر آن کودک گریست ** شیخ دیده بست و در وی ننگریست‏
  • Çocuk ikindi namazı vaktine kadar ağladı.Şeyh’e gelince,gözlerini yummuş,ona hiç bakmıyordu.
  • شیخ فارغ از جفا و از خلاف ** در کشیده روی چون مه در لحاف‏
  • Bu cefaya, bu aykırı işe aldırış etmemekteydi. Ay gibi yüzünü yorganın içine çekmişti.
  • با ازل خوش با اجل خوش شاد کام ** فارغ از تشنیع و گفت خاص و عام‏
  • Ezelle hoş, ecelle sevinçli, havas ve acamın kınamasından, dedikodusundan el ayak çekmiş!
  • آن که جان در روی او خندد چو قند ** از ترش رویی خلقش چه گزند
  • Can, bir adamın yüzüne gülerse, ona halkın ekşi suratlı oluşundan ne zarar.
  • آن که جان بوسه دهد بر چشم او ** کی خورد غم از فلک وز خشم او 415
  • Can birisini öperse, felekten, feleğin hışmından gam yer mi?
  • در شب مهتاب مه را بر سماک ** از سگان و عوعو ایشان چه باک‏
  • Mehtaplı gecede ay, Simâk burcundayken köpeklerden, köpeklerin havlamasından ne korkusu olur?
  • سگ وظیفه‏ی خود به جا می‏آورد ** مه وظیفه‏ی خود به رخ می‏گسترد
  • Köpek vazifesini yerine getirir, ay da ışığını yere döşeyip durur.
  • کارک خود می‏گزارد هر کسی ** آب نگذارد صفا بهر خسی‏
  • Herkes kendi işceğizini görür. Su, bir çöp için durulduğunu terk etmez.
  • خس خسانه می‏رود بر روی آب ** آب صافی می‏رود بی‏اضطراب‏
  • Çöp, çöpçesine su üstünde yürür durur, sâf su da bulanmadan akıp gider.
  • مصطفی مه می‏شکافد نیم شب ** ژاژ می‏خاید ز کینه بو لهب‏ 420
  • Mustafa, gece yarısı ayı ikiye böler; Ebulehep, kininden saçma sapan söylenir!
  • آن مسیحا مرده زنده می‏کند ** و آن جهود از خشم سبلت می‏کند
  • İsa ölüyü diriltir; Yahudi, hiddetinden sakalını yolar.
  • بانگ سگ هرگز رسد در گوش ماه ** خاصه ماهی کاو بود خاص اله‏
  • Köpeğin sesi ayın kulağına girer mi? Hele o ay, Allah hası olursa..
  • می‏خورد شه بر لب جو تا سحر ** در سماع از بانگ چغزان بی‏خبر
  • Padişah, sabaha kadar musiki âlemi yapar, su kenarında şarap içer, kurbağaların seslerinden haberi bile olmaz.
  • هم شدی توزیع کودک دانگ چند ** همت شیخ آن سخا را کرد بند
  • Çocuğun parası, orada bulunanlara müsaviyen takdim edilseydi herkese birkaç akçe düşerdi, çocuk da parasını alırdı. Fakat Şeyh’in himmeti bu cömertliği de bağladı.
  • تا کسی ندهد به کودک هیچ چیز ** قوت پیران از این بیش است نیز 425
  • Bu suretle kimse çocuğa bir şey vermedi. Pirlerin kuvveti bundan da fazladır.
  • شد نماز دیگر آمد خادمی ** یک طبق بر کف ز پیش حاتمی‏
  • İkindi vakti oldu. Hizmetçi, Hatem gibi cömert birisinin verdiği bir tabak altını getirdi.
  • صاحب مالی و حالی پیش پیر ** هدیه بفرستاد کز وی بد خبیر
  • Mal sahibi halli bir kişi, Şeyh’in halini biliyordu, ona hediye göndermişti.
  • چار صد دینار بر گوشه‏ی طبق ** نیم دینار دگر اندر ورق‏
  • Tabağın bir köşesinde dört yüz dinar vardı, bir tarafında da kâğıda sarılı yarım dinar.
  • خادم آمد شیخ را اکرام کرد ** و آن طبق بنهاد پیش شیخ فرد
  • Hizmetçi gelip Şeyh’i ağırladı, o misli bulunmaz Şeyh’in önüne o tabağı koydu.
  • چون طبق را از غطا واکرد رو ** خلق دیدند آن کرامت را از او 430
  • Tabağın üstünden örtü kaldırılınca halk Şeyh’in kerametini gördü.
  • آه و افغان از همه برخاست زود ** کای سر شیخان و شاهان این چه بود
  • Hepsinden de feryat yüceldi: "Ey şeyhlerin de başı, şahların da, bu neydi?
  • این چه سر است این چه سلطانی است باز ** ای خداوند خداوندان راز
  • Bu ne sır, bu ne sultanlık? Ey sır sahiplerinin efendisi!
  • ما ندانستیم ما را عفو کن ** بس پراکنده که رفت از ما سخن‏
  • Biz bilemedik, affet; saçma sapan, uluorta hayli söylendik.
  • ما که کورانه عصاها می‏زنیم ** لاجرم قندیلها را بشکنیم‏
  • Körcesine sopa sallamaktayız, elbette kandilleri kırarız.
  • ما چو کران ناشنیده یک خطاب ** هرزه گویان از قیاس خود جواب‏ 435
  • Sağırlar gibi bir tek söz duymadan kendi aklımızca cevap vermeye kalkıştık, hezeyanlarda bulunduk.
  • ما ز موسی پند نگرفتیم کاو ** گشت از انکار خضری زرد رو
  • Biz Musa’dan da ibret almadık. O bile Hızır’ı kınadı da yüzü sarardı.
  • با چنان چشمی که بالا می‏شتافت ** نور چشمش آسمان را می‏شکافت‏
  • Hem gözü o kadar yüceleri gördüğü, gözünün nuru göklere bile nüfus ettiği halde!
  • کرده با چشمت تعصب موسیا ** از حماقت چشم موش آسیا
  • Ey zamanın Musa’sı değirmendeki farenin gözü, ahmaklıktan senin gözünle bahse kalkıştı" dediler.
  • شیخ فرمود آن همه گفتار و قال ** من بحل کردم شما را آن حلال‏
  • Şeyh, bütün o sözleri size helâl ettim.
  • سر این آن بود کز حق خواستم ** لاجرم بنمود راه راستم‏ 440
  • Bunun sırrı şuydu, ben Allah’tan bunu diledim, Allah da bana doğru yolu gösterdi.
  • گفت آن دینار اگر چه اندک است ** لیک موقوف غریو کودک است‏
  • O dinar gerçi az bir paraydı. Fakat gelmesi çocuğun ağlamasına bağlıydı.
  • تا نگرید کودک حلوا فروش ** بحر رحمت در نمی‏آید به جوش‏
  • Helva satan çocuk ağlamasaydı, rahmet denizi coşmazdı” dedi.
  • ای برادر طفل طفل چشم تست ** کام خود موقوف زاری دان درست‏
  • Kardeş, çocuk, senin cisim çocuğundur. İyice bil ki muradına erişmen de ağlamana bağlı.
  • گر همی‏خواهی که آن خلعت رسد ** پس بگریان طفل دیده بر جسد
  • O libası elde etmek istersen cesedindeki göz çocuğunu ağlat!
  • ترسانیدن شخصی زاهد را که کم گری تا کور نشوی
  • Birisinin bir zahidi az ağla ki kör olmayasın diye korkutması