English    Türkçe    فارسی   

2
664-713

  • مفلس است این و ندارد هیچ چیز ** قرض تا ندهد کس او را یک پشیز
  • “ Bu müflistir, hiçbir şeyi yoktur. Ona hiçbir kimse bir pul bile ödünç vermesin.
  • ظاهر و باطن ندارد حبه‏ای ** مفلسی قلبی دغایی دبه‏ای‏ 665
  • Zahiren, bâtınen bir habbesi bile yok. Müflisin biri, kalpın biri, kötü adamın biridir; bir hile, hud’a kabıdır.
  • هان و هان با او حریفی کم کنید ** چون که کاو آرد گره محکم کنید
  • Kendinize gelin, aklınızı başınıza alın, onunla arkadaşlık etmeyin. Size satmak için bir öküz bile getirse mutlaka çalmıştır, öküzü hemen tutup bağlayın.
  • ور به حکم آرید این پژمرده را ** من نخواهم کرد زندان مرده را
  • Eğer aldanır da bu herifi davaya kalkışırsanız ben bu ölü herifi zindana atmam.
  • خوش دم است او و گلویش بس فراخ ** با شعار نو دثار شاخ شاخ‏
  • Bu herif, tatlı sözlüdür, boğazı da pek boldur. Üstündeki libas yenidir ama içindekiler paramparça.
  • گر بپوشد بهر مکر آن جامه را ** عاریه است او و فریبد عامه را
  • Hile için o elbiseyi giyerse bilin ki kendisinin değildir, halkı aldatmak için giymiştir” diye bağırıyorlardı.
  • حرف حکمت بر زبان ناحکیم ** حله‏های عاریت دان ای سلیم‏ 670
  • Ey temiz kalpli, hakîm olmayan kişinin dilindeki hikmet sözünü de iğreti elbise bil!
  • گر چه دزدی حله‏ای پوشیده است ** دست تو چون گیرد آن ببریده دست‏
  • Hırsız, bir güzel elbise giyse bile o eli kesik, senin elini nasıl tutar, sana nasıl yardım edebilir?
  • چون شبانه از شتر آمد به زیر ** کرد گفتش منزلم دور است و دیر
  • Akşam vakti müflis deveden inince Kürt dedi ki: “ Evim uzak, vakit de geç.
  • بر نشستی اشترم را از پگاه ** جو رها کردم کم از اخراج کاه‏
  • Kuşluk çağından beri deveye bindin. Arpadan vazgeçtim, hiç olmazsa bir avuçtan az bile olsa biraz saman ver!”
  • گفت تا اکنون چه می‏کردیم پس ** هوش تو کو، نیست اندر خانه کس‏
  • Müflis “ Şimdiye kadar niçin gezip dolaştık? Aklın nerede? Hiç anlamadın mı?
  • طبل افلاسم به چرخ سابعه ** رفت و تو نشنیده‏ای بد واقعه‏ 675
  • Müflis olduğuma dair davul çaldılar, sesi yedinci kat göğe kadar vardı; duymadın mı?
  • گوش تو پر بوده است از طمع خام ** پس طمع کر می‏کند کور ای غلام‏
  • Kulağın galiba ham tamahla dolu. Tamah insanı sağır ve kör eder.
  • تا کلوخ و سنگ بشنید این بیان ** مفلس است و مفلس است این قلتبان‏
  • Bu sözleri kerpice, taşa kadar her şey işitti. “ Bu kaltaban müflistir, müflis” diye bağırıp durdular.” dedi.
  • تا به شب گفتند و در صاحب شتر ** بر نزد کاو از طمع پر بود پر
  • Bu sözü akşama kadar söylediler de devecinin kulağı tamahla dolu olduğundan duymadı.
  • هست بر سمع و بصر مهر خدا ** در حجب بس صورت است و بس صدا
  • Kulakta, gözde Allah mührü var; işitmiyor, duymuyor. Yoksa hicaplarda nice suretler var, sesler var!
  • آن چه او خواهد رساند آن به چشم ** از جمال و از کمال و از کرشم‏ 680
  • Allah güzellikten, kemalden, cilveden hangisini isterse göze onu gösterir;
  • و انچه او خواهد رساند آن به گوش ** از سماع و از بشارت وز خروش‏
  • Güzel sesten, müjdelerden, coşkun ve neşeli sözlerden hangisini dilerse kulağa onu duyurur.
  • کون پر چاره ست و هیچت چاره نی ** تا که نگشاید خدایت روزنی‏
  • Sen şimdi, ondan gaflettesin ama ihtiyaç vaktinde Allah onu izhar eder.
  • گر چه تو هستی کنون غافل از آن ** وقت حاجت حق کند آن را عیان‏
  • Peygamber “Kadri yüce Allah, her derde bir derman yarattı” demiştir.
  • گفت پیغمبر که یزدان مجید ** از پی هر درد درمان آفرید
  • Fakat sen, onun fermanı olmadıkça o dermandan derdine yarayacak bir renk göremez, bir koku duyamazsın.
  • لیک ز آن درمان نبینی رنگ و بو ** بهر درد خویش بی‏فرمان او 685
  • Ey çarelere başvuran, ölünün gözü nasıl cana bakarsa sen de gözünü Lâmekân âlemine çevir, aklını başına al.
  • چشم را ای چاره جو در لامکان ** هین بنه چون چشم کشته سوی جان‏
  • Varlık âlemi çarelerle doludur da Allah, bir yere perde çıkmadıkça yine çare yok!
  • این جهان از بی‏جهت پیدا شده ست ** که ز بی‏جایی جهان را جا شده ست‏
  • Bu cihan, cihetsiz Lâmekân âleminden meydana gelmiş, bu cihana Lâmekân âleminden bir mekân verilmiştir.
  • باز گرد از هست سوی نیستی ** طالب ربی و ربانیستی‏
  • Allah’ı candan gönülden istiyorsan varlıktan yokluğa dön.
  • جای دخل است این عدم از وی مرم ** جای خرج است این وجود بیش و کم‏
  • Bu yokluk, gelir yeridir; ondan kaçınma. Bu varlık da çok olsun az olsun, gider yeridir!
  • کارگاه صنع حق چون نیستی است ** پس برون کارگه بی‏قیمتی است‏ 690
  • Allah sanatının tezgâh evi, mademki yokluktur... O halde tezgâh evinin dışında ne varsa değersizdir.
  • یاد ده ما را سخنهای دقیق ** که ترا رحم آورد آن ای رفیق‏
  • Ey hilim sahibi Allah; bize, duyanın insafa gelip kabul edeceği ince sözler hatırlat.
  • هم دعا از تو اجابت هم ز تو ** ایمنی از تو مهابت هم ز تو
  • Dua da senden, icabet de. Emniyet de senden korku da.
  • گر خطا گفتیم اصلاحش تو کن ** مصلحی تو ای تو سلطان سخن‏
  • Yanlış söylediysek düzelt. Ey söz sultanı, düzeltme de senden.
  • کیمیا داری که تبدیلش کنی ** گر چه جوی خون بود نیلش کنی‏
  • Öyle bir kimyan var ki onu değiştirebilir, kan ırmağıysa Nil haline getirirsin.
  • این چنین میناگریها کار تست ** این چنین اکسیرها اسرار تست‏ 695
  • Bu çeşit tebdil edişler, senin işin, bu türlü iksirler senin sırlarındır.
  • آب را و خاک را بر هم زدی ** ز آب و گل نقش تن آدم زدی‏
  • Suyu toprağı birbirine kattın; sudan topraktan âdem teninin suretini düzdün.
  • نسبتش دادی و جفت و خال و عم ** با هزار اندیشه و شادی و غم‏
  • Sonra onu karıya, dayıya, amcaya, binlerce düşünceye, neşeye ve gama kattın.
  • باز بعضی را رهایی داده‏ای ** زین غم و شادی جدایی داده‏ای‏
  • Daha sonra da bazılarına hürlük verdin; bu gamdan, bu neşeden kurtardın:
  • برده‏ای از خویش و پیوند و سرشت ** کرده‏ای در چشم او هر خوب زشت‏
  • Kendisinden, soyundan hâlâs etti, her güzeli, gözüne çirkin gösterdin.
  • هر چه محسوس است او رد می‏کند ** و انچه ناپیداست مسند می‏کند 700
  • Böyle adam, his âlemine mensup ne varsa reddeder, görünmeyene dayanır.
  • عشق او پیدا و معشوقش نهان ** یار بیرون فتنه‏ی او در جهان‏
  • Aşkı meydandadır da maşuku gizli. Zahiri sevgili de, cihanda o gizli maşukun bir imtihanından ibaret.
  • این رها کن عشقهای صورتی ** نیست بر صورت نه بر روی ستی‏
  • Bunu bırak, surette olan aşklar mutlaka surete ve güzel kadına değildir.
  • آن چه معشوق است صورت نیست آن ** خواه عشق این جهان خواه آن جهان‏
  • İster bu cihanın aşkı olsun ister o cihanın aşkı. Hakikî maşukta suret yoktur.
  • آن چه بر صورت تو عاشق گشته‏ای ** چون برون شد جان چرایش هشته‏ای‏
  • Hakikaten surete âşıksan sevgili ölünce onu niye terk ediyorsun?
  • صورتش بر جاست این سیری ز چیست ** عاشقا واجو که معشوق تو کیست‏ 705
  • Sureti yine yerinde, bu terk ediş neden? Âşık, iyice ara, maşukun kim?
  • آن چه محسوس است اگر معشوقه است ** عاشق استی هر که او را حس هست‏
  • Sevgili, hisle idrak edilseydi her hisle idrak edilene âşık olurdum.
  • چون وفا آن عشق افزون می‏کند ** کی وفا صورت دگرگون می‏کند
  • Vefa, aşkı artıyorsa, suret nasıl olur da vefayı değiştirir?
  • پرتو خورشید بر دیوار تافت ** تابش عاریتی دیوار یافت‏
  • Güneşin ziyası duvara vurdu, duvar kendinden olmayan bir parlaklık, bir ziya elde etti.
  • بر کلوخی دل چه بندی ای سلیم ** واطلب اصلی که تابد او مقیم‏
  • Ey temiz ve saf kişi neden bir kerpice gönül veriyorsun? Ebedi olan bir aslı iste.
  • ای که تو هم عاشقی بر عقل خویش ** خویش بر صورت پرستان دیده بیش‏ 710
  • Ey kendi aklına âşık olan ve kendisine surette tapanlardan üstün gören!
  • پرتو عقل است آن بر حس تو ** عاریت میدان ذهب بر مس تو
  • Hissine hâkim olan, akıl ziyasıdır. Bunu, bakırının üstündeki altın bil.
  • چون زر اندود است خوبی در بشر ** ور نه چون شد شاهد تو پیر خر
  • İnsanlardaki güzellik, altın yaldızdır. Öyle olmasaydı nasıl olurdu da sevgilin kart bir eşek haline gelirdi?
  • چون فرشته بود همچون دیو شد ** کان ملاحت اندر او عاریه بد
  • Melek gibiyken Şeytana döndü ya. Elbette çünkü o güzellik ona ariyetti.