English    Türkçe    فارسی   

2
87-136

  • آن تقاضای دو چشم دل شناس ** کاو همی‏جوید ضیای بی‏قیاس‏
  • Gözün açıkken de tasalanırsan bil ki gönül gözünü yummuşsundur, onu aç!
  • چون فراق آن دو نور بی‏ثبات ** تاسه آوردت گشادی چشمهات‏
  • Bil ki sıkıntı gönlünün iki gözü de kapalı olduğundandır. Gönül gözü kıyasa sığmaz bir ziya arayıp durmaktadır.
  • پس فراق آن دو نور پایدار ** تاسه می‏آرد مر آن را پاس دار
  • O iki ebedî nurun firkati, seni tasalandırmaktadır. Onu koru!
  • او چو می‏خواند مرا من بنگرم ** لایق جذب‏ام و یا بد پیکرم‏ 90
  • O mademki beni çağırmakta, ben de kendime bakayım. Onun cazibesine lâyık mıyım, yoksa çirkin miyim?
  • گر لطیفی زشت را در پی کند ** تسخری باشد که او بر وی کند
  • Bir güzel, peşine bir çirkini takarsa onunla alay ediyor demektir.
  • کی ببینم روی خود را ای عجب ** تا چه رنگم همچو روزم یا چو شب‏
  • Acaba yüzümü nasıl göreyim? Ne renkteyim ki, gündüz gibi miyim, gece gibi mi?
  • نقش جان خویش می‏جستم بسی ** هیچ می‏ننمود نقشم از کسی‏
  • Diye can suretimi hayli zamandır arayıp duruyordum. Fakat suretim kimseden görünmüyordu.
  • گفتم آخر آینه از بهر چیست ** تا بداند هر کسی کاو چیست و کیست‏
  • Nihayet dedim ki, ayna neden icat edilmiş, ne güne yarar? Herkes nedir, kimdir, kendisini bilsin diye değil mi?
  • آینه‏ی آهن برای پوستهاست ** آینه‏ی سیمای جان سنگین بهاست‏ 95
  • Demirden yapılma ayna suretler içindir. Can yüzünün aynasıysa çok pahalı, çok değerlidir.
  • آینه‏ی جان نیست الا روی یار ** روی آن یاری که باشد ز آن دیار
  • Can aynası ancak sevgilinin yüzüdür. O sevgilinin yüzü ki, o diyardan.
  • گفتم ای دل آینه‏ی کلی بجو ** رو به دریا کار برناید به جو
  • Dedim ki: Ey gönül sen küllî bir ayna ara. Denize git, ırmaktan iş bitmez!
  • زین طلب بنده به کوی تو رسید ** درد مریم را به خرما بن کشید
  • Kul, bu istek yüzünden civarına geldi. Meryem’i hurma fidanına derdi çekti.
  • دیده‏ی تو چون دلم را دیده شد ** این دل نادیده غرق دیده شد
  • Gönlüm, gözünü görünce o görmemiş göz yok oldu; gönlüm gözün ta kendisi kesildi.
  • آینه‏ی کلی ترا دیدم ابد ** دیدم اندر چشم تو من نقش خود 100
  • Seni ebedî olarak küllî bir ayna gördüm. Gözünden kendi suretimi müşahede ettim.
  • گفتم آخر خویش را من یافتم ** در دو چشمش راه روشن یافتم‏
  • Nihayet ben, beni buldum, iki gözünde aydın bir yol gördüm, dedim
  • گفت وهمم کان خیال تست هان ** ذات خود را از خیال خود بدان‏
  • Vehmin; kendine gel, o senin hayalindir. Kendini hayalinden ayırt et dedi.
  • نقش من از چشم تو آواز داد ** که منم تو تو منی در اتحاد
  • Suretim gözünden seslendi: Birlikte ben senim, sen de bensin.
  • کاندر این چشم منیر بی‏زوال ** از حقایق راه کی یابد خیال‏
  • Hayal bu zevali olmayan aydın gözdeki hakikatlerden nasıl yol bulur da girer?
  • در دو چشم غیر من تو نقش خود ** گر ببینی آن خیالی دان و رد 105
  • Suretini, benden başkasının gözlerinden görürsen onu hayal bil, onu reddet!
  • ز آن که سرمه‏ی نیستی در می‏کشد ** باده از تصویر شیطان می‏چشد
  • Çünkü benden başkası, gözüne yokluk sürmesi çekmekte hakikatte yok olan şeylerle gözünü sürmelemekte… Şarabı, Şeytanının tasvirinden tatmaktadır.
  • چشمشان خانه‏ی خیال است و عدم ** نیستها را هست بیند لاجرم‏
  • Onun gözü hayal ve yokluk evidir. Hulâsa o, yokları var görür.
  • چشم من چون سرمه دید از ذو الجلال ** خانه‏ی هستی است نه خانه‏ی خیال‏
  • Benim gözüme ululuk sahibi Allah’ın sürmesiyle sürmelenmiştir. Varlık evidir, hayal evi değil.
  • تا یکی مو باشد از تو پیش چشم ** در خیالت گوهری باشد چو یشم‏
  • Gözünde bir tek kıl olsa hayalinde gevher, yeşim taşı gibi görünür.
  • یشم را آن گه شناسی از گهر ** کز خیال خود کنی کلی عبر 110
  • Hayalinden tamamıyla geçersen o vakit yeşim taşını, gevherden ayırt edebilirsin.
  • یک حکایت بشنو ای گوهر شناس ** تا بدانی تو عیان را از قیاس‏
  • Ey gevher tanıyan kişi, bir hikâye dinle de meydanda ve apaçık olan şeyi kıyastan fark et.
  • هلال پنداشتن آن شخص خیال را در عهد عمر
  • Allah razı olsun, Ömer zamanında birisinin, hayalini hilâl sanması.
  • ماه روزه گشت در عهد عمر ** بر سر کوهی دویدند آن نفر
  • Ömer zamanında oruç ayı geldi. Birkaç kişi bir dağın tepesine koştu.
  • تا هلال روزه را گیرند فال ** آن یکی گفت ای عمر اینک هلال‏
  • Oruç ayının hilâlini görüp kutlulanmak, onu hayra yormak istiyorlardı. Birisi “ Ey Ömer, işte hilâl” dedi.
  • چون عمر بر آسمان مه را ندید ** گفت کاین مه از خیال تو دمید
  • Ömer gökyüzüne baktıysa da ayı göremedi. “ Bu ay senin hayalinden meydana geldi.
  • ور نه من بیناترم افلاک را ** چون نمی‏بینم هلال پاک را 115
  • Yoksa ben, gökleri senden daha iyi görürüm. Tertemiz hilâli nasıl olur da görmem?
  • گفت تر کن دست و بر ابرو بمال ** آن گهان تو بر نگر سوی هلال‏
  • Elini ısla da kaşını sıvazla. Ondan sonra hilâle bak!” dedi.
  • چون که او تر کرد ابرو مه ندید ** گفت ای شه نیست مه شد ناپدید
  • Adam elini ıslayıp kaşını sıvazlayınca ayı göremedi. “ Padişahım, ay yok görünmez oldu” dedi.
  • گفت آری موی ابرو شد کمان ** سوی تو افکند تیری از گمان‏
  • Ömer dedi ki: “Evet, kaşının kılı seni şüphelendirdi; yaydan sana bir ok attı”.
  • چون یکی مو کج شد او را راه زد ** تا به دعوی لاف دید ماه زد
  • Onun yolunu bir eğri kıl kesti, o yüzden ayı gördüm diye davaya kalkıştı.
  • موی کج چون پرده‏ی گردون بود ** چون همه اجزات کج شد چون بود 120
  • Bir eğri kıl gökyüzüne perde olursa bütün vücudun eğri olunca halin ne olur?
  • راست کن اجزات را از راستان ** سر مکش ای راست رو ز آن آستان‏
  • Her cüz’ünü doğrulara uyup doğrult. Ey doğru yola giden, o eşikten baş çekme!
  • هم ترازو را ترازو راست کرد ** هم ترازو را ترازو کاست کرد
  • Teraziyi, terazi doğrulttuğu gibi terazinin değerini azaltan da yine terazidir.
  • هر که با ناراستان هم سنگ شد ** در کمی افتاد و عقلش دنگ شد
  • Doğru olmayanlarla tartılan eksikliğe düşer, aklı şaşar kalır.
  • رو أشداء علی الکفار باش ** خاک بر دل داری اغیار پاش‏
  • Yürü, kâfirlere karşı şiddetli ol; ağyarın dostluğuna toprak saç!
  • بر سر اغیار چون شمشیر باش ** هین مکن روباه بازی شیر باش‏ 125
  • Ağyarın başına kılıç kesil; kendine gel; tilkilik etme, aslan ol.
  • تا ز غیرت از تو یاران نگسلند ** ز آنکه آن خاران عدوی این گلند
  • Ki dostlar gayretleri yüzünden senden kesilmesinler! Çünkü o dikenler, bu güle düşmandır.
  • آتش اندر زن به گرگان چون سپند ** ز آن که آن گرگان عدوی یوسفند
  • Ateşe üzerlik tohumu serper gibi kurtların başına ateş serp; çünkü o kurtlar, Yusuf’un düşmanlarıdır.
  • جان بابا گویدت ابلیس هین ** تا به دم بفریبدت دیو لعین‏
  • Kendine gel, Şeytan sana “babasının canı” der bu suretle o lain seni aldatır.
  • این چنین تلبیس با بابات کرد ** آدمی را این سیه رخ مات کرد
  • Bu kara yüzlü, babana da bu şeytanlığı yaptı. Âdem’i de mat etti.
  • بر سر شطرنج چست است این غراب ** تو مبین بازی به چشم نیم خواب‏ 130
  • Bu kuzgun, satranç başın da çeviktir. Yarı uykulu gözle kuzgunu doğan görme!
  • ز آن که فرزین بندها داند بسی ** که بگیرد در گلویت چون خسی‏
  • Çünkü o kadar çok oyunlar bilir ki boğazında bir çöp gibi kalakalır.
  • در گلو ماند خس او سالها ** چیست آن خس مهر جاه و مالها
  • Onun çöpü boğazlarda durur. O çöp nedir? Mevki ve mal sevdası.
  • مال خس باشد چو هست ای بی‏ثبات ** در گلویت مانع آب حیات‏
  • Ey kararsız kişi, mal çöpten ibarettir. Ama boğazındaysa Abıhayatı içirmez.
  • گر برد مالت عدوی پر فنی ** ره زنی را برده باشد ره زنی‏
  • Malını, düzenbaz bir düşman çalacak olsa bir yol keseni, başka bir yol kesen dolandırmış demektir.
  • دزدیدن مارگیر ماری را از مارگیری دیگر
  • Bir yılancının başka bir yılancıdan yılan çalması
  • دزدکی از مارگیری مار برد ** ز ابلهی آن را غنیمت می‏شمرد 135
  • Bir hırsızcağız, bir yılan oynatıcısının yılanını çaldı. Aptallığından onu ganimet saymaktaydı.
  • وارهید آن مارگیر از زخم مار ** مار کشت آن دزد او را زار زار
  • Yılancı, yılanın zehirlemesinden kurtuldu. Yılan da hırsızını ağlatıp inleterek öldürdü.