English    Türkçe    فارسی   

2
998-1047

  • پس کلابه‏ی تن کجا ساکن شود ** چون سر رشته‏ی ضمیرش می‏کشد
  • Nasıl olur da ipliğin ucunu gönlün çekip durduğu halde iplik eğirme âletine benzeyen tenin işlemez?
  • تاسه‏ی تو شد نشان آن کشش ** بر تو بی‏کاری بود چون جان کنش‏
  • Tasalanman, dertlenmen; gönlünün o çekişine, isteğine alamettir. O işi yapmamak da sana açıkça can çekişmedir, ölümdür.
  • این جهان و آن جهان زاید ابد ** هر سبب مادر اثر از وی ولد 1000
  • Bu âlem de daimî olarak doğurur, o âlem de. Her sebep anadır, eser çocuğunu meydana getirir.
  • چون اثر زایید آن هم شد سبب ** تا بزاید او اثرهای عجب‏
  • Eser doğdu mu ondan da şaşılacak sebepler doğması için sebep haline gelir.
  • این سببها نسل بر نسل است لیک ** دیده‏ای باید منور نیک نیک‏
  • Bu sebepler, nesilden nesile yürür gider. Fakat görmek için adamakıllı aydın bir göz lâzım dedi” dedi.
  • شاه با او در سخن اینجا رسید ** یا بدید از وی نشانی یا ندید
  • Padişah, onunla konuşurken söz buraya gelince o köleden bir alâmet gördü mü, görmedi mi? Bilmem.
  • گر بدید آن شاه جویا دور نیست ** لیک ما را ذکر آن دستور نیست‏
  • Hakikati arayan o padişahın, köleden bir nişan, bir alâmet görmesi, hiç de umulmayacak bir şey değil. Fakat gördüğünü söylemek için bize izin yok.
  • چون ز گرمابه بیامد آن غلام ** سوی خویشش خواند آن شاه و همام‏ 1005
  • Öbür köle hamamdan gelince padişah, onu da huzuruna çağırdı.
  • گفت صحا لک نعیم دایم ** بس لطیفی و ظریف و خوب رو
  • “Sıhhatler olsun, daimi âfiyetler olsun. Ne de lâtif, ne de zarif, ne de güzelsin.
  • ای دریغا گر نبودی در تو آن ** که همی‏گوید برای تو فلان‏
  • Yazık, öbür kölenin söyleyip durduğu kötü huyların da olmasa ne olurdu?
  • شاد گشتی هر که رویت دیده‏یی ** دیدنت ملک جهان ارزیدیی‏
  • O zaman yüzünü gören neşeye dalardı. Seni görmek, cihana malik olmaya değerdi” dedi.
  • گفت رمزی ز آن بگو ای پادشاه ** کز برای من بگفت آن دین تباه‏
  • Köle dedi ki: “ Padişahım, o dinsizin hakkımda söylediklerini bir parçacık anlat!”
  • گفت اول وصف دو روییت کرد ** کاشکارا تو دوایی خفیه درد 1010
  • Padişah “ Önce ikiyüzlülüğünü anlattı. Ona göre sen görünüşte bir deva, fakat hakikatte bir dertmişsin” dedi.
  • خبث یارش را چو از شه گوش کرد ** در زمان دریای خشمش جوش کرد
  • Köle, dostunun kötülüğünü bu suretle padişahtan duyunca derhal, kızgınlık denizi köpürdü.
  • کف بر آورد آن غلام و سرخ گشت ** تا که موج هجو او از حد گذشت‏
  • Ağzı köpüklendi, yüzü kızardı, onun aleyhinde bulunma dalgasına düştü, bu dalgalar, hadden aştı.
  • کاو ز اول دم که با من یار بود ** همچو سگ در قحط بس گه خوار بود
  • Dedi ki : “ O evvelce benimle dosttu. Kıtlıkta kalmış köpek gibi hayli pislik yemişti.”
  • چون دمادم کرد هجوش چون جرس ** دست بر لب زد شهنشاهش که بس‏
  • Çan gibi durmadan onun aleyhinde bulunmaya başlayınca padişah, elini ağzına götürüp “ Kâfi” dedi.
  • گفت دانستم ترا از وی بدان ** از تو جان گنده ست و از یارت دهان‏ 1015
  • “Bu sınamayla onu da anladım, seni de. Senin canın kokmuş, onun ağzı.
  • پس نشین ای گنده جان از دور تو ** تا امیر او باشد و مأمور تو
  • Ey kokuşuk canlı, uzak otur. O âmir olsun, sen onun memuru ol!”
  • در حدیث آمد که تسبیح از ریا ** همچو سبزه‏ی گولخن دان ای کیا
  • Ulular bunun için “ Dünyada insanın rahatı, dilini korumasındadır” dediler.
  • پس بدان که صورت خوب و نکو ** با خصال بد نیرزد یک تسو
  • “Riya ile tespih, külhanda biten yeşilliğe benzer” mealinde bir hadis vardır, bunu böyle bil ey ulu kişi!
  • ور بود صورت حقیر و ناپذیر ** چون بود خلقش نکو در پاش میر
  • Güzel ve iyi suret, bil ki kötü huyla beraber olunca bir kalp akça bile değmez!
  • صورت ظاهر فنا گردد بدان ** عالم معنی بماند جاودان‏ 1020
  • Bil ki zahiri suret yok olur, fakat mana âlemi ebedidir, kalır.
  • چند بازی عشق با نقش سبو ** بگذر از نقش سبو رو آب جو
  • Testinin suretiyle ne vakte dek oynayıp duracaksın? Testinin nakşından geç, ırmağa, suya yürü.
  • صورتش دیدی ز معنی غافلی ** از صدف دری گزین گر عاقلی‏
  • Suretini gördün ama manadan gafilsin. Akıllıysan sedeften bir inci seç, çıkar.
  • این صدفهای قوالب در جهان ** گر چه جمله زنده‏اند از بحر جان‏
  • Âlemdeki bu sedefe benzeyen kalıpların hepsi can denizinden diriyse de,
  • لیک اندر هر صدف نبود گهر ** چشم بگشا در دل هر یک نگر
  • Her sedefte inci bulunmaz, gözünü aç da her birinin içine bak!
  • کان چه دارد وین چه دارد می‏گزین ** ز انکه کمیاب است آن در ثمین‏ 1025
  • Onda ne var, bunda ne var? Onu anla. Çünkü o değerli inci nadir bulunur.
  • گر به صورت می‏روی کوهی به شکل ** در بزرگی هست صد چندان که لعل‏
  • Surete talip olursan (bu şuna benzer:) bir dağ, görünüşte büyüklük bakımından lâl’in yüzlerce mislidir.
  • هم به صورت دست و پا و پشم تو ** هست صد چندان که نقش چشم تو
  • Senin elin, ayağın, saçın, sakalın da gözünden yüzlerce defa daha büyüktür.
  • لیک پوشیده نباشد بر تو این ** کز همه اعضا دو چشم آمد گزین‏
  • Fakat iki gözün, bütün azadan daha kıymetli olduğu meydandadır.
  • از یک اندیشه که آید در درون ** صد جهان گردد به یک دم سر نگون‏
  • Gönlüne gelen bir tek düşünce yüzünden de yüzlerce cihan, bir anda baş aşağı devrilir gider.
  • جسم سلطان گر به صورت یک بود ** صد هزاران لشکرش در پی دود 1030
  • Padişahın cismi, surette birdir ama yüz binlerce asker, arkasından koşar.
  • باز شکل و صورت شاه صفی ** هست محکوم یکی فکر خفی‏
  • Fakat o tertemiz padişahın şekli ve sureti de gizli bir fikre mahkûmdur.
  • خلق بی‏پایان ز یک اندیشه بین ** گشته چون سیلی روانه بر زمین‏
  • Gör ki bu sayısız halk, bir tefekkür yüzünden yeryüzünde akıp giden sel gibidir.
  • هست آن اندیشه پیش خلق خرد ** لیک چون سیلی جهان را خورد و برد
  • Halk, o düşünceyi küçük ve ehemmiyetsiz görür ama sel gibi cihanı suya boğar, alıp götürür.
  • پس چو می‏بینی که از اندیشه‏ای ** قایم است اندر جهان هر پیشه‏ای‏
  • Âlem de her hünerin fikirle kaim olduğunu,
  • خانه‏ها و قصرها و شهرها ** کوهها و دشتها و نهرها 1035
  • Evlerin, köşklerin, şehirlerin, dağların, sahraların, nehirlerin hep onda meydana geldiğini,
  • هم زمین و بحر و هم مهر و فلک ** زنده از وی همچو کز دریا سمک‏
  • Denizdeki balığın denizin vücuduyla yaşadığı gibi yerin de, denizin de, güneşin de, göğün de fikirle diri bulunduğunu mademki görmektesin.
  • پس چرا از ابلهی پیش تو کور ** تن سلیمان است و اندیشه چو مور
  • Neden kör gibisin, neden ahmaklık ediyorsun, neden sence ten Süleyman gibi oluyor da fikir karınca gibi?
  • می‏نماید پیش چشمت که بزرگ ** هست اندیشه چو موش و کوه گرگ‏
  • Gözüne dağ, büyük görünüyor da fikri fare gibi küçük, dağı kurt gibi büyük sanıyorsun.
  • عالم اندر چشم تو هول و عظیم ** ز ابر و رعد و چرخ داری لرز و بیم‏
  • Âlem, gözünde pek korkunç, pek büyük görünmekte… Buluttan, gökten, gök gürlemesinden ürküp korkuyor, tir, tir titriyorsun.
  • وز جهان فکرتی ای کم ز خر ** ایمن و غافل چو سنگ بی‏خبر 1040
  • Hâlbuki ey eşekten aşağı kişi, fikir âleminden emin ve gafilsin, bir taş gibi o, cihandan haberin yok!
  • ز انکه نقشی وز خرد بی‏بهره‏ای ** آدمی خو نیستی خر کره‏ای‏
  • Çünkü suretten ibaretsin, akıldan nasibin yok. İnsan huylu değilsin, bir eşek sıpasısın!
  • سایه را تو شخص می‏بینی ز جهل ** شخص از آن شد نزد تو بازی و سهل‏
  • Bilgisizlikten gölgeyi adam görüyorsun da insan o yüzden sence bir oyuncaktan ibaret, değersiz bir şey.
  • باش تا روزی که آن فکر و خیال ** بر گشاید بی‏حجابی پر و بال‏
  • O fikir, o hayal örtüsüz bir surette kol kanat açıncaya kadar dur.
  • کوهها بینی شده چون پشم نرم ** نیست گشته این زمین سرد و گرم‏
  • O zaman dağları yumuşak pamuk gibi görürsün, bir de bakarsın ki bu soğuk, sıcak yeryüzü yok oluvermiş!
  • نه سما بینی نه اختر نه وجود ** جز خدای واحد حی ودود 1045
  • O zaman ezelî ve ebedî hayata ve muhabbete sahip olan Allah’tan başka ne göğü görürsün ne yıldızı!
  • یک فسانه راست آمد یا دروغ ** تا دهد مر راستیها را فروغ‏
  • Bir misal, ister doğru olsun, ister yanlış, doğrulukları aydınlatsın da.
  • حسد کردن حشم بر غلام خاص
  • O has köleye padişaha mensup adamların haset etmeleri
  • پادشاهی بنده‏ای را از کرم ** بر گزیده بود بر جمله حشم‏
  • Padişah, lütfuyla bir köleyi bütün adamların içinden seçmiş, onlardan üstün etmişti.