English    Türkçe    فارسی   

3
1712-1761

  • آمد الهامش که یکچندی بدند ** که درین غم بر تو منکر می‌شدند
  • Ona şöyle ilham geldi. “ Birkaç kişi, senin elinin kesik olması kınadılar, sana münkir oldular.
  • که مگر سالوس بود او در طریق ** که خدا رسواش کرد اندر فریق
  • O herhalde yolda yalancıydı ki Allah, onu bu, taife arasında rüsvay etti dediler.
  • من نخواهم کان رمه کافر شوند ** در ضلالت در گمان بد روند
  • Ben onların kâfir olmasını, bu azgınlıkla, bu sapıklıkla, bu kötü şüpheyle geçip gitmelerini istemem.
  • این کرامت را بکردیم آشکار ** که دهیمت دست اندر وقت کار 1715
  • Ben de şu kerameti aşikâr ettim, iş işlediğin vakit sana iki el ihsan ettiğimi gösterdim.
  • تا که آن بیچارگان بد گمان ** رد نگردند از جناب آسمان
  • Ki o biçareler, hakkında kötü bir şüpheye düşüp de huzurumdan merdud olmasınlar.
  • من ترا بی این کرامتها ز پیش ** خود تسلی دادمی از ذات خویش
  • Ben sana bu kerametler olmaksızın da daha önce bizzat teselliler verdim.
  • این کرامت بهر ایشان دادمت ** وین چراغ از بهر آن بنهادمت
  • Bu kerametleri ise ancak onlar için verdim, bu mumu ancak onlar için yaktım.
  • تو از آن بگذشته‌ای کز مرگ تن ** ترسی وز تفریق اجزای بدن
  • Sen, ölümden, bedeninin cüzlerinin ayrılacağından korkmaktan geçtin.
  • وهم تفریق سر و پا از تو رفت ** دفع وهم اسپر رسیدت نیک زفت 1720
  • Sende, başının, ayağının gideceğine dair korku kalmadı. Vehmi bırakmak, senin için ulu bir siper oldu.”
  • سبب جرات ساحران فرعون بر قطع دست و پا
  • Firavun sihirbazlarının elleriyle ayaklarının kesilmesine aldırış etmemelerindeki sebep
  • ساحران را نه که فرعون لعین ** کرد تهدید سیاست بر زمین
  • Firavun, sihirbazları yeryüzünde öldürmekle tehdit etmedi mi?
  • که ببرم دست و پاتان از خلاف ** پس در آویزم ندارمتان معاف
  • Sizin ellerinizi, ayaklarınızı çaprazına kestirir sizi asarım, affetmem demedi mi?
  • او همی‌پنداشت کایشان در همان ** وهم و تخویفند و وسواس و گمان
  • O, sihirbazların vehme düşeceklerini, korkacaklarının, vesveseye uğrayacaklarını sanıyordu.
  • که بودشان لرزه و تخویف و ترس ** از توهمها و تهدیدات نفس
  • Titremeye başlayacaklarını, ürküp korkacakların, bu tehditlerden vehmedeceklerini umuyordu.
  • او نمی‌داست کایشان رسته‌اند ** بر دریچه‌ی نور دل بنشسته‌اند 1725
  • Bilmiyordu ki onlar, bu işlerden kurtulmuşlar, gönül nurunun göründüğü pencerenin önüne oturmuşlar…
  • این جهان خوابست اندر ظن مه‌ایست ** گر رود درخواب دستی باک نیست
  • Gölgelerinin, kendilerinden meydana geldiğini bilmişler, çevik bir hale gelmişlerdir.
  • گر بخواب اندر سرت ببرید گاز ** هم سرت بر جاست و هم عمرت دراز
  • Bu gül bahçesinde felek havanı, onları yüzlerce defa dövüp ezse bile,
  • گر ببینی خواب در خود را دو نیم ** تن‌درستی چون بخیزی نی سقیم
  • Bu terkibin aslını görmüş olduklarından artık vehmin ferilerinden pek korkmazlar.
  • حاصل اندر خواب نقصان بدن ** نیست باک و نه دوصد پاره شدن
  • Bu âlem, bir rüyadır, zanna kapılma sen. Rüyada bir el kesilse bile zararı yok.
  • این جهان را که بصورت قایمست ** گفت پیغامبر که حلم نایمست 1730
  • Rüyada başın kesilse de hakikatte yine başın yerindedir, ömrün de uzun olur.
  • از ره تقلید تو کردی قبول ** سالکان این دیده پیدا بی رسول
  • Rüyada kendini ikiye biçilmiş görsen bile kalktın mı vücudun da sağlamdır, bir hastalığında yoktur.
  • روز در خوابی مگو کین خواب نیست ** سایه فرعست اصل جز مهتاب نیست
  • Hâsılı rüyada vücudunu noksan görmekten ne çıkar? Yüzlerce parçaya ayrılsan bile ne korkacaksın ki?
  • خواب و بیداریت آن دان ای عضد ** که ببیند خفته کو در خواب شد
  • Suretle kaim olan bu cihan hakkında da Peygamber, uyuyanın gördüğü bir rüya dedi.
  • او گمان برده که این دم خفته‌ام ** بی‌خبر زان کوست درخواب دوم
  • Sen, bu sözü taklit yoluyla kabul ettin, fakat salikler bunu rivayet edilmeden de gözleriyle gördüler.
  • هاون گردون اگر صد بارشان ** خرد کوبد اندرین گلزارشان 1735
  • Sen gündüzün de uykudasın. Bu uyku değil deme. Gölge feridir, asıl ise ancak ay ışığından ibarettir.
  • اصل این ترکیب را چون دیده‌اند ** از فروع وهم کم ترسیده‌اند
  • Ey yiğit, bil ki uykun da uyanıklığın da uyuyan adamın rüya içinde rüya görmesine benzer.
  • سایه‌ی خود را ز خود دانسته‌اند ** چابک و چست و گش و بر جسته‌اند
  • Bu adam, kendisini uyuyorum sanır ama bilmez ki ikinci uykudadır, iki kat uyku içindedir.
  • کوزه‌گر گر کوزه‌ای را بشکند ** چون بخواهد باز خود قایم کند
  • Testici, bir testiyi kırarsa dilediği zaman yine yapar da.
  • کور را هر گام باشد ترس چاه ** با هزاران ترس می‌آید براه
  • Kör, her adımda kuyuya, çukura düşmekten korkar da binlerce korkuyla yol yürür.
  • مرد بینا دید عرض راه را ** پس بداند او مغاک و چاه را 1740
  • Fakat gören kişi yolun enini, boyunu görür, çukuru, kuyuyu bilir.
  • پا و زانواش نلرزد هر دمی ** رو ترش کی دارد او از هر غمی
  • Her adımda ayakları, dizleri titremez. Her dertten yüzünü ekşitir mi ki?
  • خیز فرعونا که ما آن نیستیم ** که بهر بانگی و غولی بیستیم
  • Sihirbazlar, “Ey firavun, halk, biz, her sesten, her gulyabaniden ürküp duracak adam değiliz.
  • خرقه‌ی ما را بدر دوزنده هست ** ورنه ما را خود برهنه‌تر به است
  • Bizim hırkamızı yırt, onu diken var… Olmasa bile çıplak olmamız daha iyi.
  • بی لباس این خوب را اندر کنار ** خوش در آریم ای عدو نابکار
  • Bu güzeli çıplak olarak koçmamız daha hoş. A bir işe yaramaz, bir şey beceremez düşman!
  • خوشتر از تجرید از تن وز مزاج ** نیست ای فرعون بی الهام گیج 1745
  • Tenden mizaçtan soyunmaktan daha hoş bir şey yoktur, a ilhama mazhar olmayan sersem Firavun!” dediler.
  • حکایت استر پیش شتر کی من بسیار در رو می‌افتم و تو نمی‌افتی الا به نادر
  • Devenin önünde giden katırın “Ben yol yürürken ikide bir yüzüstü kapanıyorum, sense pek nadir düşüyorsun” diye şikâyet etmesi
  • گفت استر با شتر کای خوش رفیق ** در فراز و شیب و در راه دقیق
  • Katırın biri deveye “Arkadaş, yokuş olsun, iniş olsun en dar yolda bile,
  • تو نه آیی در سر و خوش می‌روی ** من همی‌آیم بسر در چون غوی
  • Sen güzelce gidiyor, hiç kapaklanmıyorsun. Bense durmadan tepesi üstü düşüp duruyorum.
  • من همی‌افتم برو در هر دمی ** خواه در خشکی و خواه اندر نمی
  • Yol ister kuru olsun, ister balçık… Daima yüzüstü kapaklanıyorum.
  • این سبب را باز گو با من که چیست ** تا بدانم من که چون باید بزیست
  • Bunun sebebi ne? Bana bir söyle de ne yapmalı, nasıl etmeli anlayayım” dedi.
  • گفت چشم من ز تو روشن‌ترست ** بعد از آن هم از بلندی ناظرست 1750
  • Deve dedi ki: “Benim gözüm senin gözünden daha kuvvetlidir, daha iyi görür.
  • چون برآیم بر سرکوه بلند ** آخر عقبه ببینم هوشمند
  • Yüce bir dağın başına çıktım mı en son çukuru bile görürüm.
  • پس همه پستی و بالایی راه ** دیده‌ام را وا نماید هم اله
  • Allah, bütün inişleri çıkışları özüme gösterir.
  • هر قدم من از سر بینش نهم ** از عثار و اوفتادن وا رهم
  • Her adımımı nereye atacaksam görür de öyle atarım. Bu yüzden de sürçmekten, düşmekten kurtulurum.
  • تو ببینی پیش خود یک دو سه گام ** دانه بینی و نبینی رنج دام
  • Sense iki üç adım ötesini görmezsin. Taneyi görürsün de tuzağı görmezsin.
  • یستوی الاعمی لدیکم والبصیر ** فی المقام و النزول والمسیر 1755
  • Konak, iniş ve yürüyüş yerlerinde hiç körle gözlü bir olur mu?
  • چون جنین را در شکم حق جان دهد ** جذب اجزا در مزاج او نهد
  • Allah, ana karnında ki çocuğa can verdi mi mizacına vücudunu kuvvetlendirecek cüzüleri çekmek kabiliyetini verir.
  • از خورش او جذب اجزا می‌کند ** تار و پود جسم خود را می‌تند
  • Yediği şeylerle bu cüzüleri çeker, bu suretle de cisminin nescini dokur durur.
  • تا چهل سالش بجذب جزوها ** حق حریصش کرده باشد در نما
  • Allah, insana kırk yaşına kadar bu cüzüleri çekme kabiliyetini, bu hırsı verir, o da kendisini yetiştirir büyür, gelişir, kuvvetlenir.
  • جذب اجزا روح را تعلیم کرد ** چون نداند جذب اجزا شاه فرد
  • Ruha, cüzüleri çekmeyi öğreten o tek padişah, nasıl olur da cesedin cüzüleri bir araya getirmeyi bilmez?
  • جامع این ذره‌ها خورشید بود ** بی غذا اجزات را داند ربود 1760
  • Bu ruh zerrelerini bir araya toplayan, sana hayat kabiliyetini veren güneş, gıda vasıtasıyla olmaksızın da varlığının zerrelerini toplayıp bir araya getirmeyi bilir.
  • آن زمانی که در آیی تو ز خواب ** هوش و حس رفته را خواند شتاب
  • Uykudan uyanınca senden gitmiş olan akıl ve duyguyu yine sana iade eder.