English    Türkçe    فارسی   

3
255-304

  • آدمی چون کشتی است و بادبان ** تا کی آرد باد را آن بادران 255
  • İnsan yelkenli gemiye benzer. Rüzgârı estiren bakalım onu ne yana sürecek?”
  • باز سوگندان بدادش کای کریم ** گیر فرزندان بیا بنگر نعیم
  • Köylü, yine şehirliye antlar vererek “ Ey kerem sahibi, çoluğunu çocuğunu al, gel de ikramı gör” deyip.
  • دست او بگرفت سه کرت بعهد ** کالله الله زو بیا بنمای جهد
  • Elini tuttu. Üç kere ant verdi, “Allah için olsun gayret et, tez gel” dedi.
  • بعد ده سال و بهر سالی چنین ** لابه‌ها و وعده‌های شکرین
  • Bunun üstüne on yıl geçti. Her yıl böyle lâflar eder, tatlı tatlı vaatlerde bulunurdu.
  • کودکان خواجه گفتند ای پدر ** ماه و ابر و سایه هم دارد سفر
  • Şehirlinin çocukları “Baba ay da sefer eder, bulut da gölge de.
  • حقها بر وی تو ثابت کرده‌ای ** رنجها در کار او بس برده‌ای 260
  • Köylü bunca hakkın geçti. Onun için nice zahmetler çektin.
  • او همی‌خواهد که بعضی حق آن ** وا گزارد چون شوی تو میهمان
  • O da, sen ona konuk olasın da hiç olmazsa bu hakların bir kısmını olsun ödemek ister.
  • بس وصیت کرد ما را او نهان ** که کشیدش سوی ده لابه‌کنان
  • Bize, onu kandırın, köye getirin diye gizlice birçok ricalarda bulundu” dediler.
  • گفت حقست این ولی ای سیبویه ** اتق من شر من احسنت الیه
  • Şehirli dedi ki: “Yavrucuğum, doğru ama iyilik ettiğin kişinin şerrinden sakın demişler.
  • دوستی تخم دم آخر بود ** ترسم از وحشت که آن فاسد شود
  • Dostluk, son demdedir. Korkarım ki bir şey olur da tohum bozulur”
  • صحبتی باشد چو شمشیر قطوع ** همچو دی در بوستان و در زروع 265
  • Sohbet vardır, keskin bir kılıca benzer, bostanı, ekini kış gibi kesip biçer.
  • صحبتی باشد چو فصل نوبهار ** زو عمارتها و دخل بی‌شمار
  • Sohbet vardır, ilkbahar gibidir. Her tarafı yapar, sayısız meyveler verir.
  • حزم آن باشد که ظن بد بری ** تا گریزی و شوی از بد بری
  • İhtiyat ve tedbir ona derler ki kötü zannı gideresin, kaçıp kötülüklerden kurtulasın.
  • حزم س الظن گفتست آن رسول ** هر قدم را دام می‌دان ای فضول
  • Peygamber, “Tedbir sui zandır” dedi. A boşboğaz, her adımı bir tuzak bil.
  • روی صحرا هست هموار و فراخ ** هر قدم دامیست کم ران اوستاخ
  • Sahranın yüzü dümdüz ve geniştir ama her adımda bir tuzak var, küstahça koşmayı bırak.
  • آن بز کوهی دود که دام کو ** چون بتازد دامش افتد در گلو 270
  • Dağ keçisi “Nerde tuzak?” diye koşar, fakat yürüdü mü tuzağa düşer, boğazından yakalanır.
  • آنک می‌گفتی که کو اینک ببین ** دشت می‌دیدی نمی‌دیدی کمین
  • Nerde tuzak diyordun ya, işte buracıkta, bak da gör. Ovayı gördün ama tuzağı görmedin.
  • بی کمین و دام و صیاد ای عیار ** دنبه کی باشد میان کشت‌زار
  • A şaşkın, çayırlıkta tuzak, pusu ve avcı olmadıkça kuyruk mu olur?
  • آنک گستاخ آمدند اندر زمین ** استخوان و کله‌هاشان را ببین
  • Bu yere küstahça gelenlerin kemiklerini, kellelerini gör!
  • چون به گورستان روی ای مرتضا ** استخوانشان را بپرس از ما مضی
  • Ey seçilmiş kişi, mezarlığa var da onların kemiklerine başlarından geçenleri sor!
  • تا بظاهر بینی آن مستان کور ** چون فرو رفتند در چاه غرور 275
  • O kör sarhoşlara bak da aldanış kuyusuna baş aşağı nasıl düştüler, açıkça gör!
  • چشم اگر داری تو کورانه میا ** ور نداری چشم دست آور عصا
  • Gözün varsa körcesine gelme, gözün yoksa eline bir sopa al.
  • آن عصای حزم و استدلال را ** چون نداری دید می‌کن پیشوا
  • Tedbir ve ihtiyat sopan yoksa bir gözlüyü kılavuz edin.
  • ور عصای حزم و استدلال نیست ** بی عصاکش بر سر هر ره مه‌ایست
  • Tedbir ve ihtiyat sopan yoksa kılavuzsuz her yolun başında durma.
  • گام زان سان نه که نابینا نهد ** تا که پا از چاه و از سگ وا رهد
  • Körün adım atması gibi ihtiyatla adım at da ayağın kuyudan da kurtulsun, köpekten de.
  • لرز لرزان و بترس و احتیاط ** می‌نهد پا تا نیفتد در خباط 280
  • Kör, bir kazaya uğramayayım diye titreye, titreye korkar ve ihtiyatlı adım atar.
  • ای ز دودی جسته در ناری شده ** لقمه جسته لقمه‌ی ماری شده
  • Ey dumandan kaçıp ateşe düşen… Lokma ararken yılana lokma olan,
  • قصه‌ی اهل سبا و طاغی کردن نعمت ایشان را و در رسیدن شومی طغیان و کفران در ایشان و بیان فضیلت شکر و وفا
  • Seba’lılar ve nimetten azmaları
  • تو نخواندی قصه‌ی اهل سبا ** یا بخواندی و ندیدی جز صدا
  • Seba halkının macerasını okumadın mı? Belki de okudun... Okudun ama sesten başka bir şey duymadın.
  • از صدا آن کوه خود آگاه نیست ** سوی معنی هوش که را راه نیست
  • O dağ, sesi anlamaz ki... Dağın aklı manaya gidemez ki.
  • او همی بانگی کند بی گوش و هوش ** چون خمش کردی تو او هم شد خموش
  • Dağ, akılsız, kulaksız ses verir durur. Fakat sen sustun mu o da susar.
  • داد حق اهل سبا را بس فراغ ** صد هزاران قصر و ایوانها و باغ 285
  • Allah Seba’lılara pek büyük bir genişlik ve rahatlık verdi, yüz binlerce köşk, hayvan ve bağ ihsan etti.
  • شکر آن نگزاردند آن بد رگان ** در وفا بودند کمتر از سگان
  • O kötü yaradılışlı adamlar buna şükretmediler. Vefada köpekten de aşağı oldular.
  • مر سگی را لقمه‌ی نانی ز در ** چون رسد بر در همی‌بندد کمر
  • Köpeğe bir kapıdan bir lokma ekmek verilse o kapıya bağlanır, hizmetkâr olur.
  • پاسبان و حارس در می‌شود ** گرچه بر وی جور و سختی می‌رود
  • Kapıya bekçi kesilir. Ona eziyet edilse yiyeceği lâyıkıyla verilmese bile o kapıyı bırakmaz.
  • هم بر آن در باشدش باش و قرار ** کفر دارد کرد غیری اختیار
  • Orada karar eder, başka bir kapıya gitmez.
  • ور سگی آید غریبی روز و شب ** آن سگانش می‌کنند آن دم ادب 290
  • Oraya bir garip köpek gelse oradaki köpekler, onu gece gündüz tedibederler.
  • که برو آنجا که اول منزلست ** حق آن نعمت گروگان دلست
  • İlk konağına git. Oradan nimetlendin, o nimetin hakkı, gönlünü oraya rehin etmendir derler.
  • می‌گزندش که برو بر جای خویش ** حق آن نعمت فرو مگذار بیش
  • Yerine git, o nimetin hakkını bundan fazla terk etme diye onu ısırırlar.
  • از در دل و اهل دل آب حیات ** چند نوشیدی و وا شد چشمهات
  • Sen de gönül ve gönül ehlinin kapısından bir hayli âbıhayat içtin, gözlerin açıldı.
  • بس غذای سکر و وجد و بی‌خودی ** از در اهل دلان بر جان زدی
  • Canın, ehlin diller gönlünden nice şükür, vecit ve kendinden geçiş gıdaları yedi.
  • باز این در را رها کردی ز حرص ** گرد هر دکان همی‌گردی ز حرص 295
  • Sonra da yine hırs yüzünden bu kapıyı bıraktın, hırs yüzünden her dükkânın etrafında dönüp dolaşmadasın.
  • بر در آن منعمان چرب‌دیگ ** می‌دوی بهر ثرید مردریگ
  • O çömleği yağlı ihsan sahiplerinin kapısına, arda kalasıca bir tirit için koşup duruyorsun.
  • چربش اینجا دان که جان فربه شود ** کار نااومید اینجا به شود
  • Bil ki can, asıl burada yağlanır, ümitsiz bir hâle düşenin işi burada düzelir.
  • جمع آمدن اهل آفت هر صباحی بر در صومعه‌ی عیسی علیه السلام جهت طلب شفا به دعای او
  • Hastaların, duasıyla şifa dilemek, şifa bulmak için her sabah İsa aleyhisselam’ın ibadet ettiği yerin kapısına toplanmaları
  • صومعه‌ی عیسیست خوان اهل دل ** هان و هان ای مبتلا این در مهل
  • İsa’nın ibadet yeri, gönül ehlinin sofrasıdır. Kendine gel, kendine ey derde müptelâ, sakın bu kapıyı bırakma.
  • جمع گشتندی ز هر اطراف خلق ** از ضریر و لنگ و شل و اهل دلق
  • Halk her taraftan toplanır, kör, çolak, kötürüm, topal… Hepsi.
  • بر در آن صومعه‌ی عیسی صباح ** تا بدم اوشان رهاند از جناح 300
  • Sabahleyin İsa’nın ibadet ettiği yerin kapısına gelir, onun nefesiyle illetten kurtulmayı umarak bekleşirdi.
  • او چو فارغ گشتی از اوراد خویش ** چاشتگه بیرون شدی آن خوب‌کیش
  • İsa, o güzel gidişli, evradını bitirince kuşluk çağı dışarı çıkar.
  • جوق جوقی مبتلا دیدی نزار ** شسته بر در در امید و انتظار
  • Zayıf, perişan birçok dertlinin şifa ümidiyle kapıya oturup bekleştiğini görür.
  • گفتی ای اصحاب آفت از خدا ** حاجت این جملگانتان شد روا
  • Dua ederde “Allah, hepinizin muradını verdi, maksatlarınıza eriştiniz.
  • هین روان گردید بی رنج و عنا ** سوی غفاری و اکرام خدا
  • Şimdilik illetsiz zahmetsiz yürüyün, Allah’ın yargılama ve kerem etmesine doğrulun” der.