English    Türkçe    فارسی   

3
2768-2817

  • عاشق خویشید و صنعت‌کرد خویش ** دم ماران را سر مارست کیش
  • Siz, kendinize, kendi sanatınıza âşıksınız. Yılanların kuyruklarına lâyık olan elbette yılanbaşıdır.
  • نه در آن دم دولتی و نعمتی ** نه در آن سر راحتی و لذتی
  • Ne o kuyrukta bir devlet, bir nimet vardır, ne o başta bir rahat, bir lezzet!
  • گرد سر گردان بود آن دم مار ** لایق‌اند و درخورند آن هر دو یار 2770
  • Yılanın kuyruğu, başının etrafında dönüp dolaşır, kıvrılıp düzelir. Kuyruk ve baş… O iki dost birbirine tam lâyıktır, tam münasiptir!
  • آنچنان گوید حکیم غزنوی ** در الهی‌نامه گر خوش بشنوی
  • İlahi nâmeyi bir güzelce dinlesen görürsün; Hâkim-i Gaznevî öyle der:
  • کم فضولی کن تو در حکم قدر ** درخور آمد شخص خر با گوش خر
  • Takdirin hükmüne itiraz edip de boş boğazlıkta bulunma. Tavşana tavşankulağı münasiptir.
  • شد مناسب عضوها و ابدانها ** شد مناسب وصفها با جانها
  • Uzuvlarla bedenler tam uygundur… Huylarla canlar, tam birbirine denktir.
  • وصف هر جانی تناسب باشدش ** بی گمان با جان که حق بتراشدش
  • Ruha münasip olan her vasfı, şüphe yok ki tam yerli yerinde, tam uygun olarak halk eden Allah’tır.
  • چون صفت با جان قرین کردست او ** پس مناسب دانش همچون چشم و رو 2775
  • Allah, mademki huyu, cana uygun ve eş olarak yarattı, o halde onu gözle kaş gibi yerinde ve birbirine münasip bil!
  • شد مناسب وصفها در خوب و زشت ** شد مناسب حرفها که حق نبشت
  • Güzeldeki huylar da uygun ve yerinde, çirkindeki huylar da. Allah’ın yazdığı harfler birbirine tam münasip!
  • دیده و دل هست بین اصبعین ** چون قلم در دست کاتب ای حسین
  • Ey Hasancık, yazı yazanın elindeki kalem gibi gözle gönül de Allah’ın iki parmağı arasında!
  • اصبع لطفست و قهر و در میان ** کلک دل با قبض و بسطی زین بنان
  • Gönül kalemi, lütuf ve kahır parmakları arasında gâh sıkıntıya düşer, gâh feraha çıkar.
  • ای قلم بنگر گر اجلالیستی ** که میان اصبعین کیستی
  • Ey kalem, ululuğa lâyıksan kimin parmakları arasındasın, bak da gör!
  • جمله قصد و جنبشت زین اصبعست ** فرق تو بر چار راه مجمعست 2780
  • Senin bütün kastin, bütün hareketin bu parmaklardan meydana geliyor. Başın, dört yol ağzında; kahrın, lütfun, doğru yolla sapıklığın birleştiği yeridir.
  • این حروف حالهات از نسخ اوست ** عزم و فسخت هم ز عزم و فسخ اوست
  • Bu halden hale giriş harflerin, onun yazıp bozmasından meydana gelmekte… bir işe niyetin, yahut bir şeyden vazgeçmen de onun iradesiyle, onun takdiriyle!
  • جز نیاز و جز تضرع راه نیست ** زین تقلب هر قلم آگاه نیست
  • Niyazdan, yalvarıp yakarmadan başka yol yok… bu değişmeyi, bu halden hale girmeyi her kalem bilmez.
  • این قلم داند ولی بر قدر خود ** قدر خود پیدا کند در نیک و بد
  • Bilsen bile kendi miktarınca, kendi haddince bilir… iyi de kendi kadrini izhar eder, kötüde de!
  • آنچ در خرگوش و پیل آویختند ** تا ازل را با حیل آمیختند
  • Sebâlılar, tavşanla fil hikâyesini misal getirmeye kalkıştılar ama ezelî sırrı hilelerle karıştırmaya yeltendiler.
  • بیان آنک هر کس را نرسد مثل آوردن خاصه در کار الهی
  • Herkes, misal getiremez, hele bu misal, Allah işine ait olursa
  • کی رسدتان این مثلها ساختن ** سوی آن درگاه پاک انداختن 2785
  • Bu misalleri düzüp koşmak, o tertemiz tapıya affetmeye kalkışmak sizin haddiniz mi,
  • آن مثل آوردن آن حضرتست ** که بعلم سر و جهر او آیتست
  • Misal getirmek, Allah’ın, bir de onun gizli ve aşikâr bilgisine bir delil olan kişinin hakkıdır.
  • تو چه دانی سر چیزی تا تو کل ** یا به زلفی یا به رخ آری مثل
  • Sen herhangi bir şeyin sırrını ne bilirin? Kafan kel iken saça, yüze ait nasıl misal getirebilirsin?
  • موسیی آن را عصا دید و نبود ** اژدها بد سر او لب می‌گشود
  • Musa bile sopayı, alelâde bir sopa gördü ama değildi ki… o, bir ejderhaydı; sırrı, dudağını açtı da hakikatini söyledi.
  • چون چنان شاهی نداند سر چوب ** تو چه دانی سر این دام و حبوب
  • Öyle bir padişah bile bir sopanın sırrını bilemezse sen, bu tuzakla tanelerin sırrını ne bileceksin?
  • چون غلط شد چشم موسی در مثل ** چون کند موشی فضولی مدخل 2790
  • Musa’nın gözü bile misal hususunda yanılırsa bir fare nasıl olur da hakikate ulaşmaya yol bulur.
  • آن مثالت را چو اژدرها کند ** تا به پاسخ جزو جزوت بر کند
  • O misal bir ejderha kesilir de cevabıyla seni paramparça eder!
  • این مثال آورد ابلیس لعین ** تا که شد ملعون حق تا یوم دین
  • İblis de bu misali getirdi de kıyamete kadar melun oldu.
  • این مثال آورد قارون از لجاج ** تا فرو شد در زمین با تخت و تاج
  • Karun da inat etti, bu misali getirdi de tacıyla, tahtıyla yere geçti.
  • این مثالت را چو زاغ و بوم دان ** که ازیشان پست شد صد خاندان
  • Sen bu getirdiğin misali kuzgun ve baykuş bil… Onların yüzünden yüzlerce ev bark yıkıldı, yerle yeksan oldu!
  • مثلها زدن قوم نوح باستهزا در زمان کشتی ساختن
  • Nuh, gemi yaparken kavminin misaller getirerek alay etmesi
  • نوح اندر بادیه کشتی بساخت ** صد مثل‌گو از پی تسخیر بتاخت 2795
  • Nuh ovada gemi yaparken yüzlerce kişi başına üşüşüp misal getirerek alaya kalkıştılar.
  • در بیابانی که چاه آب نیست ** می‌کند کشتی چه نادان و ابلهیست
  • “Kuyu bile bulunmayan bir ovada gemi yapıyor, bu ne bilgisiz aptal!” dediler.
  • آن یکی می‌گفت ای کشتی بتاز ** و آن یکی می‌گفت پرش هم بساز
  • Biri diyordu ki. “Gemi, hadi yürü koş!” Öbürü diyordu ki: “Bu gemiye bir de kanat tak!”
  • او همی‌گفت این به فرمان خداست ** این بچربکها نخواهد گشت کاست
  • Nuh da “Ben, bunu Allah emriyle yapıyorum, bu alaylarla işime kesat gelmez” demekteydi.
  • حکایت آن دزد کی پرسیدند چه می‌کنی نیم‌شب در بن این دیوار گفت دهل می‌زنم
  • Bir hırsıza "Gece yarısı bu duvar dibinde ne yapıyorsun?" demeleri, hırsızın "davul çalıyorum" demesi
  • این مثل بشنو که شب دزدی عنید ** در بن دیوار حفره می‌برید
  • Şu hikâyeyi dinle de bak! Hırsızlığa alışmış herifin biri bir gece bir duvarın dibini delmekteydi.
  • نیم‌بیداری که او رنجور بود ** طقطق آهسته‌اش را می‌شنود 2800
  • Hasta ev sahibi, gece yarısı yavaş, yavaş bir tak taktır duydu.
  • رفت بر بام و فرو آویخت سر ** گفت او را در چه کاری ای پدر
  • Dama çıkıp aşağıya eğildi, hırsızı görüp “Baba, ne yapıyorsun?
  • خیر باشد نیمشب چه می‌کنی ** تو کیی گفتا دهل‌زن ای سنی
  • Hayırdır, inşallah… Gece yarısı ne ediyorsun, kim sen” dedi. Hırsız “Davulcuyum azizim” diye cevap verdi.
  • در چه کاری گفت می‌کوبم دهل ** گفت کو بانگ دهل ای بوسبل
  • Adam “Peki, burada ne yapıyorsun?” deyince hırsız “Davul çalıyorum” dedi. Ev sahibi dedi ki: “Be adam, davul sesi hani?”
  • گفت فردا بشنوی این بانگ را ** نعره یا حسرتا وا ویلتا
  • Hırsız “Dur hele, sesini yarın duyarsın eyvahlar olsun! Dediğin zaman kulağına dank eder!”
  • آن دروغست و کژ و بر ساخته ** سر آن کژ را تو هم نشناخته 2805
  • Kelîle’ de ki o hikâye de yalan, saçma, düzme… Fakat o saçma hikâyenin ne demek olduğunu, o hikâyenin maksadının anlamadın ki!
  • جواب آن مثل کی منکران گفتند از رسالت خرگوش پیغام به پیل از ماه آسمان
  • Münkirlerin söyledikleri tavşanın aya elçilik ederek file haber getirmesi hikâyesinin hakikati
  • سر آن خرگوش دان دیو فضول ** که به پیش نفس تو آمد رسول
  • A herzevekil, o tavşanın hakikati şeytan’dır. Senin nefsine elçi olarak geldi de,
  • تا که نفس گول را محروم کرد ** ز آب حیوانی که از وی خضر خورد
  • Ahmak nefsini, Hızır’ın içtiği Âbıhayattan mahrum eti.
  • بازگونه کرده‌ای معنیش را ** کفر گفتی مستعد شو نیش را
  • Sen onun manasını ters anladın. Küfür söyledin, azabına hazırlan!
  • اضطراب ماه گفتی در زلال ** که بترسانید پیلان را شغال
  • Arı duru suda ayın hareketini, bununla tavşanın filleri korkuttuğunu anlattın.
  • قصه‌ی خرگوش و پیل آری و آب ** خشیت پیلان ز مه در اضطراب 2810
  • Tavşan hikâyesini, fili, suyu, ayın hareketinden fillerin korkmasını söyledin.
  • این چه ماند آخر ای کوران خام ** با مهی که شد زبونش خاص و عام
  • Fakat ey ham körler, bu ay, halkı da, halkın ileri gelenlerini de zebun etmiş olan aya nasıl benzer ki?
  • چه مه و چه آفتاب و چه فلک ** چه عقول و چه نفوس و چه ملک
  • Ay nerede, güneş nerede, gök nerede akıllar nerede, nefisler nerede, melek nerede?
  • آفتاب آفتاب آفتاب ** این چه می‌گویم مگر هستم بخواب
  • Hatta güneşin güneşi nerede? Nasıl söylerim bu sözü, uykuda mıyım, sayıklıyor muyum?
  • صد هزاران شهر را خشم شهان ** سرنگون کردست ای بد گم‌رهان
  • Ey yol sapıtmış kişiler, padişahların hışmı yüz binlerce şehri harap etmiştir.
  • کوه بر خود می‌شکافد صد شکاف ** آفتابی از کسوفش در شغاف 2815
  • Dağlar bile, onların hışmından yarılır, yüzlerce parça olur… Güneş bile, onların etrafında döner, onları tavaf eder.
  • خشم مردان خشک گرداند سحاب ** خشم دلها کرد عالمها خراب
  • Erlerin hışmı, bulutu kurutur, gönüllerinin kızgınlığı âlemleri yakar, yıkar.
  • بنگرید ای مردگان بی حنوط ** در سیاستگاه شهرستان لوط
  • Ey kefensiz adamcıklar, ey yıkanmamış ölücükler, Lût Peygamber’in şehri nasıl yere battı, ne hale geldi? Bakın da görün!